• Konular – 
  • Prof. Yusuf Ziya Kavakcı

    Doğum 1938 Sakarya, Hendek

    Baskılar ve yasaklar

    Tabii CHP devri, inönü devri, sonradan 1950de Demokratlar(partililer) gelecek ama, o zaman baskı var ve jandarma ikidebir köye gelir, Kuran okurken pencerelerden atlayarak mısır tarlalarının arasına gidip saklanırdık. Büyüklerimiz hep kan ağlıyor içinden. Böyle onları hep hatırlıyoruz. Köyde bir jandarma korkusu var. Jandarma çünkü köye bakıyor, köye polis gelmiyor. Jandarma korkusu, geldiler, gelecekler. Cuma günü namaz kılınır büyük camide. Birden jandarmalar gelmiş. Aa ne olmuş falan. kapının önünde aramalar.

    Partizan baskı

    Bir zulüm, bir esinti. Aşağıdan kasabadan Hendekten gelen jandarma, resmi adamlar falan, böyle ürküle ürküle (insanlar devletten ürkmüş, korkmuştur). Sonra babam bir defa git bilmem nereden gazyağı al falan(demişti). Elime testi gibi bir şey verdi. Ben gittim oraya. Neymiş bu. Meğer karneyle herkes her yerde alamıyorsun. Azar azar alıyorsun. Onalrı tabii hep hatırlıyoruz. Yani bir zulüm evri. Bir Kuranı Kerime Elifbaya karşı. Kimse Kuranı Kerimi okuyamaz edemez. Bunları köyümüzde geçirdik.

    harf inkilabı

    harf inkilabı ile çok şey kaybettik. çok az şey kazandık. Bence latin harflerinin kabulü mecburileştirilerek değil hele bir gecede bütün insanları yazı bilmeyen hâle getirmek suretiyle değil ama o konacak yavaş yavaş Pakistan gibi. Pakistan ingilizce harfleri kullanıyor ama Urduca da kullanıyor. iranlılar gibi Farsca yazıyorlar, çiziyorlar, kullanıyorlar, ama okullarda biraz kuvvetlice ingilizce eğitim yapıyorlar falan. Yani ben Latin harflerine fazla karşı değilim ama Osmanlı harflerinin kaldırılıp atılmasına hıyanet diye bakıyorum. çünkü kendi dedesinin notunu okuyamıyor, matbu kitabı okuyamıyor, böyle bir nesil olurmu? Olamaz hatta ben şöyle düşünüyorum, biraz ileri gidiyim: Bugün kim generallik istiyorsa , umum müdürlük olmak istiyorsa, umum müdürlük yardımcısı olmak istiyorsa, sefir olmak istiyorsa, Osmanlıcayı bilecek. Hele generaller, Atatürk, Matatürk diyenler, tamam, tamam gel sen kardeşim, generalmi olmak istiyorsun? Al bakalım Atatürk nutkunun (orijinal) Osmanlıcası, bu var. osmanlıcası var, matbu. Oku. (osmanlıcasını okuyamıyorsan)Sen ne biçim Atatürkcüsün ya. benim diyorumki : Bunun ihyası lazım. En kısa zamanda ortaokul ve liselerde kısa kısa Osmanlıca okutulması lazım. Sırf o değil, bitmedi. Türkiye okullarında muhakkak ve muhakkak Türkik dilleri var. yani kelimeleri bize çok yakın. Misal biz ben diyoruz ama Azeriler men diyor. yani b(harfi) yerine m(harfi). onlardan 500 kelime Azerice,Özbekce ama cümleler içinde temel kelimeleri taşıyan metinlerin ortaokulda ve liselerde Türklere okutulması lazım. ki biz onlarla anlaşabilelim.

    Türkçe ezan

    Ezan Türkçeleştiriliyor. Ben 1947de, 1948de çok Türkçe ezan okudum. Tanrı uludur, Tanrı uludur. Allahuekberin tercümesi. Türkçe ezanlar okuduk. Bizim hocalarımız, yüksek sesle böyle okuyorsun minarede, çıkıyorsun minareye. (Fakat alçak sesle) Allahuekber, Allahuekber, çünkü o ezan bu ezan değil. Böyle bize tavsiye etmişlerdi. Onların lafının da dinlemişisizdir. şimdi ezan Türkçeden Arapçadan çevrildiği zaman büyük bir neşe, muazzam bir şey. Herkes sokağa dökülüyor. (Hayretler içinde herkes) neşe, zevk, canlılık, yeniden doğma gibi bir şey. E, öyle oldu. Hele Sultanahmette, dostumuz anlatıyor, Sulatanahmetin karşısında şimdiki istanbul meydanında istanbul tapu müdürlüğü vardır. O tapu müdürlüğü defteri hakani nezareti, krallık defteri, tapu demek, orada Yaşar Tunagür abimiz rahmete kavuştu, o orada tapu görevlisiydi, ezan Arapça okununca caminin bütün minarelerinde benim zamanımda 1950lerde 12 - 13 tane müezzin vardı. 2 tane imam vardı, 1 tane hatip vardı, Sulathamet camiinde . Herkes o minarelere ,16 şerefesi var, birer kişi çıkıyor, beraber yarım saaat ezan okunuyor. Çift ezan ama beraber. Herkes camlarıını açmış, dinliyorlar neşeli neşeli. Bayram gibi bir şey. Bunlar iyisiyle kötüsüyle oldu.

    Bizdeki laiklik

    Böyle çift şahsiyetli, laik düşünen ve islamı herşeyden ayrı tutan, hani Türkieyede öyle münevverler varya Batıcı, dini anlamıyor, mollalar, din adamları da (Batıcı münevverlerin) bildiklerini bilmiyor, onlara laf anlatamıyor. Yani ayrıkotu gibi bir şey. Öyle şey yok.

    Batının nefreti (içimizdeki Batı delileri)

    Batının karşısında Osmanlı imparatorluğu çok büyük bir güç, Bir türlü onlar için kutsal olan Filistine gidemiyor, Hz. isanın doğduğu yer ve (onlar için hac yerleri olan) yerler gidemiyor Osmanlı yüzünden. Batı kin dolu. Eğitmişler meğitmişler buradaki yabancı mekteplerden birtakım adamlar, misyoner ve kiliselrin yardımıyla, Robert Koleji(ni falan devreye sokarak), eğitmişler bizim içimizden, Batı gibi konuşan, Batılı gibi düşünen adamlar, böylece Osmanlı zayıflıyor, zayıflıyor, ittihat ve terakki Abdülhamiti indiriyorlar aşağıya, ittihat ve terakki diye bir şey geliyor ne idüğü belli değil, ondan sonra tarumar edip yok olup gidiyorlar. 1. Dünya savaşı, istiklal Savaşı. Yani bulgaristan gitti,Romanya gitti. orası gitti burası gitti. Bazıları bir silah bile atılmadan gitti. Batı, bizi parçalamak isteyen kin, Rus, Ortodoks, onların hıncını tezahür edip, Türkiyeye bir kadro geliyor, çıkıyor, Selanik menşeeli, asker, masker. Ne biçim askerlerki, inönü ne biçim generalki, namaz falan kıldığı yok, (kıldıysa) cuma namazı, eskiden kıldı, sonra hiç kılmadı.Beriki adam içki içiyor(benim eklememdir, Prof. Kavakcının lafı değildir: Beriki adam denilen şahıs malum Kemalizmin tanrısı, CHP belasını Türklere musallat eden Ataputumuzdur), bilmem falan ne. Bir, iki sağlam adam, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, yani onlarda bir kenarda, köşede kalmışlarki, memleket zaten parçalanıyor, kendilerini kurtarmaya elinde ne varsa ancak onu muhafaza edebilmiş bir şey. Yani Sevrdir, Lozan Anlaşmasıdır, şifai, gizli anlaşmadır. Bizi arkadaşlar Batı belli şeyleri dikte ettirmiş. Hilafet gidecek, harf gidecek. Yani Osmanlı parçalanması lazım. Osmanlının güçlü olmaması lazım. Çanakkalede biraz tırmanmışız, biraz bir şeyler kurtarmışız. Yoksa Adana da gidiyormuş, Van da, Suriye zaten gitmiş.

    Osmanlı Rus Savaşından hatıralar

    Onu (dedemi) yakalamışlar.Sibiryaya sürgün etmişler. Trene bindirmişler. Tünellerden geçirmişler. Dedem destan yazmış. şimdendifer tren manasında. Cheminée de fer Fransızcası. Demir bacası manasında, şimendifer telaffuzu.
    şimendifer ol ölü günden
    Beni geçirdiler dağ deliginden
    Korkup titredim karanlıgından
    Ne düz göründü, ne de bir meşe.
    gidiyor. 3 sene 8 ay Sibiryada kalıyor. Ölenler kalanlar. Ondan sonra bu Tahir dedemiz, o zaman istanbulla ticaret yapan bir zat sayesinde, (kendisi) dindar, camiye gidiyor geliyor, bizim dedemiz çok mütedeyyin (ordan tanıyor). Dedemi ayakkabı sandıklarına koyuyor(bu tüccar), başka sandıklarla beraber sınırdan geçiriyor ve yardım ederek tekrar ordan Türkiyeye gelmesini sağlıyor.

    1950li yıllarda dini hayat

    Bizim o bölgede, yani Hendek, Sakarya bölgesinde sanki böyle müesses tekke yok gibi. Sonra biraz büyüyünce, tahsil edince, evlerde toplanan tekkeleri farkettik. Yani istanbuldaki gibi medrese, bina gibi tekke, tarikatlar nadir yani yoktu. Sade vatandaş, sade müslümanlık vardı. şimdi Hendekte doğrusu ben 1948de hendekte Ramazanda mukabele okudum. hergün köye giderdim, gelirdim. Ramazanda 4 - 5 sayfa mukabele okurdum. Hendekin ortasında eski bir cami kalıntısı vardı. Tavanı böyle yıkılmış gibi. Namaz falan kılındığı yok. Duvarları duruyor. içinde ot balyaları vardı. ihmalden (herhalde). şimdi orası gürül gürül cami. Doğrusu böyle gizli gizli orada Kuran ouktan, hafızlık yaptıran cami imamı gibi kenarda köşede ancak vardı. Adapazarına gelince. Hasırlar falan, bayağı bir Kuran kursu vardı. 1955 yılında. Namaz artık Arapça olmuş.Ama köydeki benim hayatımda böyle mahdut hendek böyle bir sıkıntı vardı. Müftü Hendekte Salı günleri vaaz eden Remzi Efendi diye bir alim vardı. Ahmet Hamdi Aksekinin sınıf arkadaşıymış. Köyden insanlar mal satmaya gelir falan, cami doludur böyle o yaşlı adam vaaz ederdi. Diğer faaliyetler son derece mahduttu(sınırlıydı).

    Yağmalanan Vakıf malları

    Sultanahmetin etrafında türbeler var. O türbelerin bir kısmı satılmış. Vakıf(malı). Laleli Camii var, Beyazıttan Aksaraya doğru giderken, caminin giriş kapısını yanında türbe gibi bir sebil var. O sebil Ermeni yahut Rumun. Içinde de sultanın kabri var. Satın alınmış. Satmışlar. Vakıf. Süleymaniye Camiinin etrafında, şimdi kurufasulyeciler falan var, onlar özel mülk, halbuki onlar vakfınmış. istanbulun belkide üçte biri o vakıf bu vakıf, tekke, camii. Hırkai şerif diye bir yer var. Orası vakıfmış. Duvarı yıkılmış gibi bir şey. Kenan Rıfai diye bir zat var. Samia Ayverdi hanımın Ekrem Ayverdilerin falan yani intisab ettiği Rum Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapmış böyle gönül adamı. Kabri Merkezefendide o zatın. Tekke varmış, yıkılmış gitmiş filan. Onun yanında bir cami var, şimdi gittim baktım camii ihya olmuş. Yani istanbulun muazzam binaları, vakıfa ait, satılmış, ona satmışlar, buna satmışlar,tarumar olmuş. Halbuki vakfın en mühim şartı layubau vela yüştera, ne satılır ne alınır. Maalesef belki hacıbabalar bile var. Böyle vakıf yerleri satın almış. Ondan önceleri birçok kişi satıp satıp devretemiş. Apartmanı var ne var hacıbabanın. Olmaz. Vakfın bir hukuku var.

    Necmettin Erbakan, Nasıl Bir Insandı?, Neler Yaptı?

    Necmettin Erbakanı istanbulda tanıdık kendisini. Mühendis, Sabahattin Zaim hocanın ahbabı, yakını. Sonra öğrendikki bizim kayınbiraderlerinde sınıf arkadaşı, bizim kayınpederinde çok yakın ahbabı, Istanbul lisesinde bizim kayınbiraderlerle beraber okumuşlar, hepsi beraber derviş olmuşlar, şeye Aziz Efendiye. Belki daha evvel Hasib Efendiye. Sonra Zahit Kotkuya. Necmettin Erbakan. Sonra askerdeyken, Ankarada, Armutcuoğlu var, Emekte, zengin bir adam. Onun evinde toplantı yapılıyor. 19 kişi var. Ben askerim, Teğmen (apoletim var) bir teğmen rütebsiyle bir kişi benim.Gidiyorum oraya. Parti kurulsun ilk. Milli Nizammıydı partinin adı? Ilk olarak parti kurulsunmu, kurulmasınmı? Kurulsun. Gümüşhaneli bir milletvekili vardı. Derviş Gümüşhaneli paşa bilmem kimin müridi. O bir kağıt çıkarttı, Derviş çıkarttı, herkes ismini yazsın şuraya imzalasın. Benimde imzam var. O kağıt ne oldu? Ben ilk kurucu heyetin içindeyim.Tabii resmi elbiseli kurucu heyet olmadık ama biz ahdeden öyle parti kurulsun. Kayınbiraderler var, ben varım.Onlar götürüyor zaten beni. Sonra Odalar Birliğine, oturduğu zaman Demirelle mücadele falan. Odalar Birliğine ziyarete gittik. Erzuruma geldiği zaman kendisini, sonra Amerikada biz onu karşıladık. Sonra Ankarada da epeyce bir beraber. Yani Necmettin Erbakanla epeyce bir sohbetimiz, şeyimiz(beraberliğimiz) oldu. Zaten kayınpederler, valideler dolayısyla onlar eskiden beri çok ahbapmışlar. Bizim kayınpeder vefat ettiği zaman eve gelen ilk Necmettin Beydi. Hemen işini bırakmış gelmiş. Yani ilk gelen eve o idi.