• Konular – 
  • Tarihci bozuntulari

    Târih 20.08.2021

    ünlü bir târihçi henüz yakın zamanda şöyle ifadeler kullandı: "Cumhuriyet tarihindeki din siyasetiyle Sovyetlerin ateizm siyaseti karşılaştırılamaz. Sovyetlerde işte 3 beş milyon insan sürgüne gönderilmiş falan. Insanlara Türkiyenin yakın Cumhuriyet tarihine dair olan bilgileri nerden biliyorsun diye sorulduğunda "işte ablamdan duydum" diye cevap veriyor. Karadeniz bölgesindeki kahvehanelerde tarih konuşuluyor, başka şey konuşulmuyor, iç Anadolu bölgesindeki kahvehanelerde daha az tarih konuşuluyor. Tarih insanların duymalarıyla, hatıralarıyla yapılamaz. Böyle bir usülle modern bir tarih yapılamaz. "

    Tarih profesörünün ifadesi böyle. Bu profesör başka ülkelerde tarihin nasıl incelendiğini ve araştırıldığını bilmiyor belliki. Belki biliyor, fakat Türk resmi târihini benimsediği için başka ülkelerde târihin nasıl incelendiğini anlatmıyor ve gözardı ediyor. Başka ülkelerde, mesela Almanyada çok yaşlı insanların hatıraları incelenir, başka insanların hatıralarıyla karşılaştırılır, doğru oldukları diğer resmi belgelere dayandırıldıktan sonra bu insanların hatıraları bir kaynak olarak kabul edilir. Bu hatıralar kitap halinde olursa yazılmış metne, edebiyata girer ve sonsuzlaşır. insanların yaşadıkları yazılmamışsa torunlarına sözle aktarırlar, fakat yine de târihe geçer. Yakın cumhuriyetimizde bırakın kişisel hatıraların yayınlanmasını, muhalif gazetelerin bile kapatıldığını düşünürseniz, 1923den başlayarak Türk Milletinin hafızası ve hayatı silinmeye çalışıldı. Yapılan devlet zorbalığıyla insanlara dayatılan Batılı hayat tarzını kabul etmeyenler susturuldu ve hapse atıldı. Halktan bu zulmü normal bir şey olarak kabullenmeleri istendi. Bu zulmün hatıraları bile torunlarına aktarılması yasaklandı. Batı kültürüne dayalı rejimi eleştirmek zaten halkın işi değildi, birebir yaşadığını söylemek ise, şikayet etmek şurada dursun kabullenmek zorundaydı.

    Bu gibi profesör bozuntuları zâten halka, millete zorla dayatılan hayatı üstün kültür olarak tutan insanlar olduğu için, millet ne demiş, sıradan bir vatandaşın dedesi ne söylemiş, ne yaşamış zaten onları ilgilendirmez. Bu tarih profesörü bozuntuları kahvehanelerde konuşulanları bırakın, ileri yaşlı insanların laflarını dinlemezler, bu yaşanmış hayatları, bu insanlara hak olarak görürler. Toplumun Batı kültürüyle devşirilmesini medenileşmek olarak görürler. Devletin bu dayatma siyasetine başkaldıran muhafazakâr kesime aydınlanmayı reddeden cahil halk kütlesi olarak bakarlar. Bu târih profesörü bozuntuları târihin herhangi bir ideolojiden uzak, kendi ifadeleriyle objektif yani bağımsız, tarafsız değerlendirilmesi gerektiğini hiçbir zaman kabullenememiş Ataputculardır(yani Kemalistler, Atatürkçülerdir). Bu Ataputcuların birbirlerinin aralarındaki fark sadece Ataputu az veya çok kabullenmeleridir, yani dayatılan Batı kültürünü kabullenip kabullenememeleridir. Birbirlerinin aralarındaki fark Ataputun her yaptığını ne kadar mutlak doğru olarak kabullenmeleridir. Ataputu övmek için hakkında yazılanların ne kadar abartılı veya yalan olduğu aralarındaki farktır. Ataputa eleştiri yapmak veya Ataputun yanlış yaptığına dair araştırmalar asla mevzu bahis(sözkonusu) değildir. Ataputun Nutkunun bazı yerlerinin yalan olduğuna dair eleştiri asla yapılamaz. Ataputun kendini korumak için Nutku yazdığı ve diktatörlükle Türkiyeyi yönettiği, bir Batı delisi olduğu gibi eleştiriler asla söylenemez. Ataputun Batı devrimlerinin toplum mühendisliği olduğu ve aslında gereksiz olduğu, bu yüzden milletin zulüm çektiği gibi eleştiriler asla yazılamaz. Bu tarih profesörü bozuntusunu biraz tarif edeyim. Bu bozuntu Kemalist ve beynini durdurmuş insanlardan biraz değişiktir. Biraz daha insaflıdır. Bazen mantıkın gerektirdiği gibi hareket eder ve Kemalizmden uzaklaşır. Fakat Batı medeniyeti ve Batı silindiri, Batı düşünüşü bu profesörün mantıkını ve beynini istila etmiştir. Çoğu profesör gibi Batı kültürünü bir kurtuluş gibi görür, oysa Türkiyeye esas lazım olan teknolojiyi her zaman arka plana iter. Japonya örneğini hiçbir zaman görmezler, göremezler, satılmış mantıkları kabul etmez. Medeniyeti kültürden ibaret olarak görürler, aynı ataputları gibi. Târihi islam penceresinden değerlendirmeye çalışan profesörlere dinci profesör damgasını vururlar. Doğrudur, târih bir bakıma sadece din penceresinden bakılmamalı ve her yönüyle araştırılmalıdır. Fakat bu profesör bozuntusuları din penceresini kabul etmiyor, insanların birebir yaşadıklarını kabul etmiyor. Neyi kabul ediyor, çarpıtılmış ve ilahlaştırılmış Ataputun yalan düzmece vesikaları, devletin evrakları.

    şu karşılaştırmayı düşünelim: 15 Temmuz darbesine karşı çıkan insanların inancını ve hatıralarını bir kenara atarsak, gâzilerin yaşadıklarını bir kenara bırakıp, sadece devletin resmi evraklarına ve tutanaklarına odaklanırsak, darbenin nasıl atlatıldığını nasıl ve hangi tarih yazabilir? Bu profesör bozuntusunun usülü hangi mantığa sığar? Tersini düşünelim. 15 Temmuz başarılı olsaydı ve binlerce kişi öldürülseydi, darbeciler gâzileri hapse atacaklardı. Hangi cesur tarih profesörü bu gâzileri gidip hapishanelerde ziyaret edip kitap yazacaktı? Bırakın profesörleri Batıya zihinlerini satmış gazeteciler bile darbe oldu diye sevincinden oynamaya başlayacaklardı. Siz hangi profesörün veya gazetecinin 28 şubat davasından hapiste yatmış mağdurların hayat hikayesini çıkarttığını, yaşadıklarını kitaplaştırdığını duydunuz. Dindar kesime yapılan her zulüm bu ülkede hak görülüyor. Dindar muhafazakar kesim Batılılaştırılması gereken cahil bir kesim olarak görüldü ve hâlen öyle görülüyor. Hâlen muhafazakâr kesime, Ataputun devrimlerini kabul etmeyen kesime Cumhuriyet artıkları olarak muamele yapılıyor. Kanunlar hâlen Batı kanunları ve Ataputun devrimleri kanunlarla korunmakta. Mesela şapka devrimi gibi ilkel bir kânun hâlen yürürlükte. Eğer kahvehanelerde târih konuşuluyorsa, târih halk içinde irdeleniyorsa, bunun sebebini bu profesör bozuntuları araştıracağına, bu insanların neden tarihle ilgilendiğini kendine soracağına, burnunu kıvırıp, bu insanlara Kemalist zümrenin vurduğu koyun damgasını vuracağına, asıl târihçinin ve sosyoloğun yapacağını yapsalar ne olur? Bu kahvehane insanlarının konuştuklarını inceleyip, biraraya getirip, doğruluk oranını araştırsalar ne olur? Hayır işlerine gelmez. Bu tarihçi bozuntuları kendi tarihlerini uydururlar, milletten uzak bir yalan tarihi, sadece Ataputun kurguladığı tarihi kendileri yazar, kendileri okurlar. Milleti küçük görüp milletin dedelerinin hatıralarına gülüp geçer, bu insanlara dedikodu karıları muamelesi yaparlar. Daha 2000li yıllara kadar resmi târih hakkında aleyhte yazan yazarlara ve tarihçilere yapılan devlet zulmünü gözardı ederler. Bu tarihçi bozuntularının hepsi aslında para ve şöhret ve makam peşindedirler. Gerçek tarih onları hiçbir zaman ne ilgilendirdi, ne de gerçek tarihin peşinden gittiler. Milletin yaşadığı zulüm ise onların bir kulağından girdi, öbür kulağından çıktı. Hatta Kemalist ateist, resmi tarihi benimseyen ve resmi tarih tezinin savunduğu ideolojinin kendi hayat tarzlarına tıpatıp aynı olduğunu bilen insanlar, gerçek tarihi öğrendikleri halde mahsustan gerçeği saptırmaya devam ettiler. Bu zındık, geberesice güya tarihci bozuntuları, târihi kendi ideolojilerine âlet ettiler. Bu ateist bozuntular, ateist Kemalist düşünceleri gerçek tarih gibi millete dayatıp, milletin çektikleri zulmü sanki devlete bir başkaldırış ve buna karşılık olan cezâ olarak gösterdiler. Bu zındıklar, dindar milletin yaşadıkları zulmü onlara hak gördüler. Yabancı ülkelerin tarihcilerinin nasıl bir tarih usülü uyguladıkları bu bozuntuları hiç âlâkadar etmedi. Ataputu ilahlaştırma yarışında ne kadar ileri gittilerse o kadar çok para ve makam kendilerine geri döneceğini bildikleri için ve bu yolda yürüdükleri için namuslu bir tarihçiden asla söz edilemez. Namuslu ve vicdanlı bir profesör gerçeğin peşinden giden bir araştırmacı, bir dedektif, bir tarafsız insan, bir tarafsız hâkim gibi hareket eder. Kendi ideolojisini, devletin ideolojisini bir kenara bırakır. Kahvehanede insanlar târih konuşuyorlarsa, insanlar mutlaka bir şeyler yaşadılar. Nitekim atasözü "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" der. Fakat işte resmi devlet vatandaşlarını nasıl hor gördüyse, bu tarihci bozuntularıda vatandaşı aynı gözle görür. Onların hâtıralarına îtibar etmezler, "cahil koyunların lafları ve geçmişleri tarihe yansıyamaz ve tarihe yön veremez" derler. Fakat Avrupada okuma yazma bile bilmeyen insanların yaşadıklarını her Avrupalı târihçi bir kaynak olarak görür ve doğruluğunu veya yanlışlığını araştırır. Türkiyede ise eskiden sesini çıkaran her "koyun" polis veya jandarma dayağı görürdü. Hâlen içinde bulunduğumuz yüzyılda bile sesini çıkaran eski zamanlardan kalan hatıralarını açıklamakta çekinen yaşlı insanlara rastlamışsınızdır. Bu güya kendini tarih profesörü olarak tanıtan ve Kemalist bir diploma tezi ile kolayca profesör olabilen bozuntu, kendince "yaşlı insanların hatıralarıyla modern bir tarih yapılmaz" demiş. Zaten modern tarih ifadesiyle ne demek istediği ve nasıl bir tarih anlayışı içinde olduğu anlaşılmıyormu? Modern tarih ne demek? Herhalde Batı tarihçiliğini kasdetmiyor. Bazı Batı tarihçileri bile kendi Batı kültüründen kendilerini soyutlayıp bağımsız ve tarafsız Doğu ülkeleri târihini yazabiliyorlar. Fakat Batıda genellikle Doğu ve islam kültürünü küçümseyen, küçük gören Batı tarihciliği hâkimdir. Çoğu Türk tarihcileride Batı gözlüğünden bakarak Türk tarihini yazarlar. Bizim tarihçilerin çoğuda Batı kültürünü kendilerine bir ölçü olarak görürler. Batı kültürüne yakın olan Türk şahsiyetlerini ve olayları göklere çıkarır, Doğu ve islam kültürüne yakın olan kişileri ve olayları yerin dibine sokarlar.

    Mesela tersten misal verelim. Cumhuriyet döneminde dine balta vurulmuştur ve bunun izlerini en ücra köşede yaşayan çoban bile hissetmiştir. Bunun aksisini söylemek akla ziyandır. Kahvehanelerde târih konuşulmasının sebeplerinden en mühimlerinden biri budur. şimdi bunun tersini düşünün. Cumhuriyetin kurulmasından sonra devlet Türkiyede yaşayan ateist ve Batıcı insanlara baskı yapıp bu insanları Müslüman olmaya zorlasaydı ve bu insanlar sonradan kahvehanelerde devletin kendilerini zorla müslümanlaştırmaya, müslüman hayatı yaşamaya kalkıştığını anlatsalardı, tarihçilerden nasıl bir tepki bulurlardı? Türkiyedeki yüksek tarihçilerin çoğu ateist mason, dindar olmayan kesimlerden yetiştiği için bu kahvehane konuşmalarına çok büyük itibar ederlerdi. Çünkü Türkiyedeki tarihçi bozuntuları çoğu ateist veya Batı ideolojilerine kendilerini yakın hisseden ve bu yüzden bilimsel taraflarını kaybetmiş, beyinleri Kemalizm ideolojisine satılmış, tarafsız olamayan insanlardır.

    Bir misal verelim Türk tarihçilerin durumunu açıklamak için. Uzun Adam Dersimli vatandaşlardan özür dileyene kadar resmi tarih çizgisinden ayrılmayan bazı sözümona proflar, devlet siyasetini değiştirince ters dönüp devlet siyasetinin peşinden gitmeye başladılar ve düne kadar Dersim katliamı diyen insanlara hain diyen proflar birdenbire Dersim mağdurları demeye başladılar. Bu devletin tarihçilere sağladığı küçük bir alandaki hürriyetin neticesiydi. Fakat ırkçı, ateist ideolojilerini terkedemeyen tarihçiler hâlâ Kemalizm çizgisinden dönmediler ve "Dersim katliam değildir, bir terörist avı operasyonudur" dediler. Fakat Uzun Adamın Dersim açıklamasının bir gün öncesinden ve sonrasından tarih adına ne değişmiştir? Sadece tarihin ne kadar çarpıtıldığı ve Türk tarihçilerinin bilimsellikten ne kadar uzak olduğunu, ideolojilerle davrandıklarını ispat etmiştir. Eğer seyretmediyseniz TRT de Balıkesirli ailelere evlatlık olarak verilen Dersimli yetim kız çocuklarının konuşmalarını seyredin. Tam bir konuşan tarih belgeselidir ve konuşulan tarihin nasıl yapılacağına dair bir örnektir. Millet dinlenilmezde kim dinlenebilir? Milletten, insanlardan daha iyi kaynak olabilirmi? Milleti koyun yerine koyup, milletin dediklerine kulak tıkayıp onları görmezden gelerek nasıl bir tarih yazılabilir? Bu tarihçi bozuntuları daha ne kadar bu milleti küçük görecek ve ideolojileri uğruna yalan tarih yazmaya devam edecekler? Ne yazıkki bu güya medeni medeniyet bozuntuları yüzünden yaşlı insanların hatıraları kayboldu. 1920 ve 1930lı yılların başında doğmuş insanlar yaşadıklarını anlatamadılar. Zaten Cumhuriyet dönemini yaşamış insanların çoğu öldü. Çocuklarına aktarabildikleri ancak kulaktan duyulan, başkalarına anlatılan olaylardan ibaret kaldı. Yasaklardan ve cezalardan korkmuş insanların hayatı karanlıkta kaldı. Düşünebiliyormusunuz, insanlar daha yeni cesaret edip dedelerinden duydukları olayları kaleme alıp kitap yazmaya yelteniyorlar. Neredeyse 1923den başlayıp 2005 yılına kadar 90 yıllık bir zaman dilimi sansür ve ceza yüzünden yazılı tarihe geçememiştir. şimdiyse işte bu tarihçi bozuntuları gibi insanlarda hâlen takoz olmaya çalışmaktadırlar. Halbuki gerçek tarihçi "arazi"ye çıkar ve insanları bir dedektif gibi sorgular, şehir efsanelerini gerçeklerden ayıklar ve bir sonuca varır. Derki : "şu, şu söylentiler halk arasında vardır, şu insanların hatıraları gerçeklerle örtüşebilir" der. Derki : "konuşulan 200 insanın ataları aynı şeyi söylemişse bunda mutlaka gerçek payı vardır, fakat sadece bir insanın hatırası ortadaysa gerçek payı olmayabilir" denir. Fakat bizim tarihçi bozuntuları önceden insanların hatıralarını reddediyor ve modern tarihten bahsediyor. Tarih nasıl modern oluyorsa artık sadece kendileri biliyorlar bunu. Neyse tarihle uğraşan insanlar anlamıştır benim hangi tarihçileri kasdettiğimi.

    Size başka örnek bir arazi çalışmasından bahsedeyim. Halit Karsıalan yani Deli Halit Paşanın hayatı böyle bir arazi çalışmasından sonra ortaya çıkarılmıştır. Çalışmayı yapan kişide zaten tahmin edileceği gibi şöhret ve para için yapmamıştır. Doğudaki bütün yaşlı insanlar Doğu illerini Deli Halitin kurtardığına inanır ve yaşlı insanların arasında Deli Halit Paşadan başka hiçbir paşanın ismi geçmez. Bu insanlar Ataputu(yani Atatürkü) tanımazlar, kim olduğunu bilmezler. Bir araştırmacı arazi çalışması yapar, işin aslını öğrenir. Bizim prof bozuntuları sadece Kemalist yazarların, devlet arşivlerinin içinde târih ararlar. Modern târih onlar için bundan ibarettir. Tabiiki evraklarda, kitaplarda zülfikâra dokunacak bir şeye rastladıkları zaman üstünü örterler veya çarpıtmaya gidip 40 takla atarlar.

    internette araştırdım ve bilimsel bir kelime aradım "arazi" çalışmasının yerini tutacak bir kelime varmıdır diye. Hani tarihçi değilim ya bizim tarihçilere tarih bilimini hatırlatıyım diye. Ingilizce "oral history" yani konuşulan târih diye, târihin bir alt bilim dalı varmış ve zamanın şâhitleri dinlenirmiş. Bu profesör bozuntuları bu alt bilim dalını gerçi mutlaka biliyordur, fakat onlara bir hatırlatayım dedim, böyle bir târih bilim usulü var. Kahvehaneye gitmeyin orada dedikodu vardır, fakat siz muhtara gidin köyün en yaşlı insanını bulun biraz bilim yapın. Bakın cahil koyunlar nasıl târih yazıyorlarmış. Hatta size yardım da ederler, biraz kahvehane dedikodusu yaparlar, eğer çay severseniz, size çay da ısmarlarlar, bedava çay içersiniz. Fakat bu konuşulan târih size pek yaramaz. Siz rahatça evinizde oturursunuz, bir Kutay veya Atay -hangi atsa veya taysa artık- kitabını açarsınız, Nutkuda yanına koyarsınız, biraz da arşiv belgeleri yanına katarsanız, mükemmel bir tarih salatası çıkarırsınız. Ne gerek var çamurlu yollarda yürümeye, ne gerek var, yaşlı ve ne dediği belirsiz bunak insanları dinlemeye. Konuşulan târihle Türkiyede ne para, ne şöhret kazanılır. Yaşlı bunaklardan sadece resmi târihi karalayan sözler işitirsiniz. Bunları da yayınlarsan ceza yersin, diploman elinden alınır, îtîbarın sıfıra iner. En iyisi böylesi cahil koyunlarla uğraşmaktansa evinde, kütüphanede, arşivde rahat rahat incelemeni yaparsın, birde kitap yazarsın, ödül alırsın, vesaire. Tabiiki bu konuşulan tarihin kötü sonuçlarını görünce ve kendi ideolojin, dünyaya bakış açın Batı kültürü taraflıysa bu kahvehanelere tabiiki gitmezsin. Hatta zamanın şahitlerini konuşturmak târih bilim dalı olsa bile bunu karalarsın, itibarsızlaştırmaya çalışırsın. Sen bunları yaparsan bende seni tarihçi olarak kabul etmem ve edememde. Sana ancak tarihçi bozuntusu derim. Adını açıklamayayım. Fakat bu profesör gibi düşünen ve hareket eden kendini güya târihçi diye niteleyen o kadar çok bozuntular varki Türkiyede, bu yazım bizim Türkiyenin çoğu târihçisini kapsar. Ben târihçi olmadığım halde bizim anlı şanlı tarihçilerin daha nasıl târih bilimi yapılacağına dair sınıfta kaldığını, bazı bilim usüllerini bilmediğini veya gözardı ettiğini düşünün. Ben tarihçi değilim peki onlar ne? Ben târih bilimi insanı değilim, peki onlar ne? Ben kendim hakkında, burada, tahsilim hakkında bir ipucu veremem. Kendimi gizlemem gerektiğini anlamışsınızdır. Kanunlar onları, bozuntuları, sahtekarları koruyor, benim gibilerini cezalandırıyor. Resmi tarihten sapan insanların hapis cezalarını bilmiyorsanız araştırın. Hani herkes diyorya: herkes kendi mesleğini yapsın, tarihçi olmayanlar tarihçilik yapıyorlar diyorlar. Bu bahâne sadece sahtekar târihçilerin kendi yaptıkları hatâyı saklamak ve kendilerini korumak için yaptıkları sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Nâmuslu ve vicdanlı, bilime uygun bir târih yapılsa benim ne işim var târihle? Saptırılmış ve çarpıtılmış târihi görüp susmak daha büyük bir vicdansızlık ve nâmussuzluk değilmidir? Ben sussam namussuz olmazmıyım? Târihçiler doğru târih yazsalar, mesleklerini doğru icra etseler, bu Türkiye başka ve daha ileri bir Türkiye olmazmıydı? Nesilleri yok eden Kemalizm ideolijisinin vebâlinin bir bölümüde bu tarihçilerde değilmidir? Eski nesil zulümlerle yaşadı, öldü gitti, fakat onların torunları şimdi ne halde? Devlet yönetiminin de tesiriyle şimdiki nesil dedesinin celladına aşık oldu, yani Ataputa. Bakın her tarafa. Devlet dairelerini ve kamu alanlarını bir kenara bırakın. Zaten okullarda, belediyelerde, hastanelerde her yer ataputun büstleriyle, resimleriyle dolduruldu. Peki dükkanların, lokantaların ve hatta vatandaşlara ait arabaların üstündeki K. Atatürk imzasına ne diyeceksiniz? Bu insanların hepsi Türkiyeyi sadece Atatürkün kurtardığına inanıyor. O kadar çok beyinleri yıkanıyorki insanların. Ilkokulda 1881-sonsuz işareti çocukların hafızasına kazanıyor. Insanları düşünmeyen, eleştirmeyen bir Kemalizm, Atatürk dini resmen devlet yoluyla şırıngayla beyinlerine aşılanıyor. Cep telefonları korumaları, bayrak resimleri, kahve bardakları, süs halıları, neredeyse tuvalet kapaklarını, yani aklınıza gelmeyecek eşyaları bile Atatürk resmiyle donatıyorlar. Eski, yok olan nesil Ataputun zulmüne maruz kaldı, Ataputu sevmedi ve sevemezdide. Fakat onların torunları şimdi kendi dedelerine sövüyorlar, onları küçümsüyorlar, dedelerinin celladına devlet eğitimi ve tarihi yüzünden tapıyorlar. Hz. Muhammedi eleştiren özgürlük kalkanına tutunabiliyor, fakat Ataputu eleştiren linç edilip, ceza yiyor. Hatta Ataputu eleştirenler belgeyle konuştukları ve ispat ettikleri halde hain sayılıyor, kimin milli değerlere hain olduğu, kimin milli değerlere sahip olduğu da bir tarafta duruyor. Neyse bu devlet tarafından beslenen ve ödüllendirilen tarihçi bozuntuları olduğu sürece daha çok "celladını" seven nesil yetişir.

    şu anda tarih araştıracak zamanım yoktur. Başka şeyle meşgulum. Fakat bu beni tarihçi bozuntuları hakkında bir şiir denemesi yapmaktan alıkoymaz. Hemde uzun zamandır şiir yazmamıştım. Bu şiirim sadece bir kişi için değildir. Türkiye tarihinde tek başına milleti toplum mühendisliğiyle değiştiren tek bir kişi vardır. Tek başına Türk resmi tarihini yazan değiştiren bir tarihçi yoktur. Bu yüzden şiirim tek bir tarihçi için geçerli değildir. şiirimi haksız bulan birçok tarihçi tarihçiler çıkabilir. Bunlar burada kendilerini eleştiriyorum zannedebilir, fakat bu gerçekleri değiştirmez. Atasözü yarası olan gocunur der.

    Tarihçi Bozuntuları

    Ataputun nutkunu almış diplomalı mahlukat eline
    Mânevi torunları Atları Atay'ları dolamış dikenli diline
    Resmi sahte evrakla süslemişki yazdığı gerçek biline
    Çok güzel salata yapar, ekşili, sirkeli tarihçi bozuntusu

    Ne gerek var dağlara, kıra, bayıra, yağmura, çamura
    Seyahat edersin meselâ güzel manzaralı bir Anamura
    Yerleşirsin bir odaya, gönderir kaynakları, söylersin memura
    Başlarsın ciltlerce tarih yazmaya Batı kültürü kuruntusu

    Koyunlar cahildir, kenelerin ısırığıyla boğuşur, pistir
    insanı iğrendirir, muhataplık hayâli bile kötü bir histir
    Bilgili cam sarayından bakınca bulanık dumanlı sistir
    Kaçarsın köşe bucak, kırk taklalı târih cambazı kırıntısı

    Batı zihniyetli toplum mühendisliğini öve öve bitiremez
    Karşı çıkan biçare zavallı insancığı gebertse öfkesini dindiremez
    Nasıl olurda isyân eder sahte medeniyete, bir türlü kestiremez
    Hâyâ, ahlak, ânâne, Osmanlı yabancısı târihçi kırpıntısı

    Ulu önderin, Ataputun söylediği her laf senin için âyettir
    Karşı çıkarsan aforoz ederler, düşüncesi bile ihanettir
    ingiliz parmağı bit yeniğini sakın düşünme, Türklüğe husûmettir
    Beyni hipotekli, hipnotizli, târihçi ünvanlı, âlim süprüntüsü

    Koskocaman insanlığı, Osmanlıyı sığdırır bir ceviz kabuğuna
    Bir dalaşmayı göklere sığdıramaz, konar Yunan harbi yamuğuna
    Çelenk koyma âyininde öndedir, mozole tapınağı konuğuna
    Ataputun askerlerinin önde gidenidir tarihçi akıl sıkıntısı

    Rahatsız olmuş, küçük görmüş haşmetli kahvehane sohbetlerini
    Cahil koyunlar eşeleniyorlarmış, tozutuyorlarmış heybetlerini
    Çamurluyormuşlar o güzelim yaldızlı, şaheser kitabetlerini
    Geçmişi tekellerine bağlamış Kemalist târihçi tozuntusu 1)

    Celladına âşık insancıklar kazımışlar deccalı arabalarına
    Resmi dükkanın her köşesinde, ismini yazmışlar dubalarına
    Neredeyse dövmesini yaptıracaklar nârin kıç kabalarına
    Bundan memnun, zevkten dört köşe olan târihçi kıçıntısı 1)

    Zihnini Batıya satan insanların geçmişi çok çok eskidir
    Ataput, ırkçı, Batıcı bir Türk yaratmanın toplum mühendisidir
    Kendisini onun torunu zannedenler devletin âciz kurbanıdır
    Tapınılacak sunnî deha çıkarma yarışı yapan târihçi bıkkıntısı

    Anaokulunda başlar Ataput çocuğun zihnine kazılmaya
    Okullarda devam eder zorunlu dersle peygamberleşmeye
    işyerinde asılan resmiyle öbür dünyadan gözetlerki yolundan ayrılmaya
    Bunu görüp susan, sahtekâr, rûhen hastalıklı, târihçi takıntısı

    Her zulme şahit olan, ezilen bir Osmanlı nesli yok oldu, susturuldu
    Her türlü muhalif sindirildi, devletin dipçiğiyle pusturuldu
    Torunları bile dedelerinin asılmasına sevindi, kinleri kusturuldu
    Buna âlet olan kanlı sivilce, çıban başı târihçi çıkıntısı

    Neyse bu kadar yeter.
    Dipnot 1): tozuntu ve kıçıntı diye bir kelime yoktur. Benim tarafından uydurulmuş kelimelerdir. Mânâsı ve kullanımı bana aittir. Aynı Türk Dilini Mahvetme Kurumunun uydurduğu gibi uyduruk kelimelerdir. Eğer şiirde başka anlayamadığınız kelime bulupta sözlükte bulamadığınız kelimeler varsa bu sınıfa girer. Her hakkı bana aittir. Anlayamadığınız kelimeler üzerinden de beni şikayet falan etmeyiniz.

    Profesörün bir başka ifadesi Stalinle Ataput karşılaştırılamazmış. Hadi ordan.