• Konular – 
  • Kurtuluş Savaşının gerçek kahramanlarının bazılarının hazin sonu

    Tarih 17.02.2021

    internette gerçek tarihin peşinde araştırmalar yaparken gazeteci ve yazar Mehmet Alperenin bir videosuna rastladım. Videonun başlığı Atatürk olmasaydı idi. Gazeteci Maraşlı birisi ve Kurtuluş Savaşında Maraş halkının ayaklanmasını ve Arslan Beyin Maraşın kurtuluşundaki katkısını anlatıyor. Atatürk daha düzenli ordu kurmadan önce Güneydoğunun kendini düşmandan(Fransızlardan) nasıl kurtardığını ve Atatürkün bu kurtuluştan haksız yere kendini kahramanlaştırdığını fakat gerçek kahramanların Arslan Bey vesaire nasıl ezildiğini, unutturulduğunu anlatıyor. Işte videonun Arslan Beyle ilgili olan kısmı.

    Kahramanmaraşta 1952 yılında yayınlanan bir dergi var. Kahramanmaraşın Edik dergisi. Yılda bir kere 12 şubatta yayınlanır. Bu yaklaşık 1940lı yıllardan beri yapılır. Artık gelenekselleşmiştir. Içinizde Maraşlı varsa bilir. Edik dergisi Eding, Edem, 12 şubat isimleri altında, değişik isimler altında çıkar. Fakat bunun hepsi yıllık Kahramanmaraş kurtuluşunu anlatırlar. Işte bu dergilerden bir tanesi 1952 yılında Maraş Kuvva reisi Aslan Beyle yapılan bir röportaj benim ilgimi çekti. Çok ilgimi çekti . Peki Aslan bey kimdi onu size kısaca anlatayım. Aslan Bey bir başkomiser. Serkomiser diye geçer o dönemde. Yani şimdiki ifadeyle başkomiser. Yani polis. Bu işgal sırasında şimdiki Lübnanda polis kolejinden müdür. Tabii bizim elimizde oradalar (Lübnan , o tarihte), orda müdür(lük görevini yapıyor). Anadolu işgali başlayınca istifasını veriyor, Maraşa geliyor. Serkomiser Aslan Bey, Aslan Toguzata(Toğuzata). 1962mi 1963mü yılında rahmetli oldu. Ben onu bir kere gördüm, o da 12 şubattaki kurtuluş bayramında, resmi geçitte. Çok iriyarı bir adamdı. Kurtuluş Savaşı sırasında 35 yaşındaydı. 1.90m boyunda, 90kilo ağırlığındaydı. Aslan Bey palabıyıklıydı. Yani yiğit, babayiğit bir adamdı. Bu adam aynı zamanda Mustafa Kemale falan bağlı değildi. Istanbula bağlıydı, çünkü polis kolejinin müdürüydü hâlende.1919 yılında hükümet falan yoktu Ankarada. Daha açıkcası: 1914de Enver Paşanın kurduğu istihbarat teşkilatına mensup bir adam. Peki bunun özelliği ne? Dünya tarihinde bir ilk ve tek. Bir şehrin kurtuluşunda komutanlık eden polis göremezsiniz dünya tarihinde. Komutanlık eden Kuvvanın başında silahıyla cepheden cepheye koşan ve Fransızları yenen, yenilmesi için Maraşı organize eden bir polistir ve dünya tarihinde bir polisin bu şekilde savaş kazandığı görülmemiştir. Aslan beyin emrinde 350 silahlı olan (insan vardı). Ki bu silahların çoğu ağızdan doldurulma barutlu silahlar. Yani böyle mavzer falan değil. O günün modern silahları değil yani. Sadece 350sinde silah bulunan - silahsız da biraz var- bir kuvvete sahip. Karşısında ise 5bin kişilik Fransız ordusu ve bir o kadarda onları destekleyen Ermeni lejyonerler var. Bu rakamı iyi düşünün. Ve bu bir gerçek tarih. Hikaye, masal falan değil. Bu bir gerçek tarih. 1924 yılımıydı Mustafa Kemal bizzat Maraşa (Maraş şehrine) kahramanlık ünvanını vermiş. Yani o bile şaşmıştır bu işe. Aslan Beyin hatıratında 1919un 1920lerin başları işte. Biliyorsunuz Ocak, şubat savaşla geçti. Sivasa telgraf çekiyor. Diyorki Sivastaki kongre heyetine: Fransızlar rahat durmuyorlar, millete sarkıntılık ediyorlar. Ermeni lejyonerler sarkıntılık ediyorlar. Burda savaşa başlayacağız diyor. Mustafa Kemalin Kahramanmaraşlı Yalçın Özalp (isminde) yardımcı doçent var, Onun madalyalı şehir isimli kitabında belgesi var. Işte size belgenin adresini veriyorum. Meraklısı varsa Yalçın Özalp araştırın. Maraşın Sütcü Imam üniversitesinden. Onun madalyalı şehir Kahramanmaraş diye 1970 yılında yayınlanan kitabı var. Ve bu kitapta bu iki telgrafın metni var. Aslı da var. Iki telgraf kime ait? Birisi Aslan Beye ait. Pardon 3 telgraf. Ikisi Aslan Beye ait, birisi Mustafa Kemale ait. karşılıklı yazışmadan bahsediyorum. Aslan Sivasa(Sivas kongresine) çektiği telgrafta diyorki: Savaşa başlamak zorundayım. Biz mecburuz artık diyor. Mustafa Kemalin telgrafı sükûneti muhafaza edin, savaşa meydan vermeyin. Aynen böyle açın okuyun. Hani benden belge istiyorlar belge bu. (Belge) çok aklıma geldikce söylerim ben. Üçüncü belge Aslan Beyin karşı cevabı: Allahın emri peygamberin ruhaniyeti ile savaş başlamıştır. Ne zaman bu 20 Ocak 1920. oturun tarihleri karşılaştırın bakalım. Mustafa Kemal savaşa başlayın emri vermiyor. Ama Aslan Bey bu emri de dinlemiyor ve Fransızlarla 22 gün 22 gece süren eksi 40 derecede(soğukta) süren savaşın sonunda Allahın izniyle Kahramanmaraşlılar Fransızları sokağa atıyorlar. Ve Ermenilerin de ileri gelenlerini öldürüyorlar. Çoğuda Fransızlarla beraber kaçıyorlar. şimdi 1952 yılındaki röportajda bir şey dikkatimi çekti. Aslan Beyin kendi ağzından. Bir şey daha var: Röportajı yapan benim en büyük abim. Nusret Alperen. Bende o güne kadar bilmiyordum. Maraş harbiyle ilgili araştırma yaparken kütüphanede. Yani eski dergileri falan. Bu dergi elıme geçti. araştırıken. Açtım Aslan Beyle bir röportaj var. Ve baktım röportajı yapan ortaokul öğrencisi, 1952 yılında abim ortaokul öğrencisi. Benim en büyük abim. Nusret Alperen tarafından yapılmış. Hani okulda müdür (öğrenciden, abimden) istemiş, "Aslan Beye git röportaj yap" demişler. Abimde gitmiş röportaj yapmış. Bu röportajda Aslan Beyin söylediği ilginç bir şey var. Savaş bitti diyoruz. Antebe 50, 60 kişilik bir müfreze destek gönderdik diyor. Daha sonra Mustafa Kemalden 1922 yılında Ankarada hükümet kurulduktan sonra, 1922 yılında, bana Ankaradan davet geldi. (Aslan Bey)Kuvvanın reisi ya. Hani birde meclis kuruluyor Meclise temsilci seçiyorlar. Ordan Aslan Beyi düşünmüşler Meclise, Maraşı temsil etsin diye. Aslan Bey diyor: "yanımda Molla Mehmedi aldım" diyor. Molla Mehmedin oğluda benim arkadaşım. Onu da söyleyeceğim. "Yanıma Molla Mehmedi aldım". Molla Mehmet dediğimiz Maraşın merkez bölgesindeki Kabasakal köyünden. Çetebaşkanı orda. şehre geldiği zaman Aslan Beyle arkadaş oluyorlar samimi oluyorlar. "Onu da yanıma aldım (esas adı) Molla Gökçe Mehmet. Onunla beraber Ankaraya gittim" diyor. Sanırım Mustafa Kemalin oturduğu evi göstermişler "işte burada" demişler mihmandarlar. Gitmiş. "Gittik diyor. Masada ufak tefek bir adam oturuyordu" diyor. Aynen ifade böyle. şimdi Mustafa kemale ufak tefek adam demesinin sebebi şu olabilir: Kendi iriyarı olduğu için Mustafa Kemali o gözle gördü." Masada ufak tefek bir adam oturuyordu" diyor. "Selam verdim" diyor. "Ben Kahramanmaraş tan Aslan Bey dedim" diyor. Soyadı yoktu o dönemde. (Mustafa Kemal)Demişki: Önce tebrik falan etmiş tabii. "Maraşta Fransızlardan ele geçirdiğiniz tüm silahları mazbata eşliğinde hazırlayın benim göndereceğim adamlara teslim edin" demiş. "Bir mazbata karşılığında teslim edin. şu kadar cephane, şu kadar silah, işte şu kadar Fransızlardan ele geçirilen toplar, falan." "şaşırttım" diyor. Bu röportaj, bunu ben uydurmuyorum. "şaşırttım" diyor, "sen kimsinki ben bu silahları sana vereyim. Sen hangi yetkiyle bu silahları istiyorsun?" Böyle demiş. Orda biraz leymunileşmişler(araları bozulmuş). Bunun üzerine "ben, diyor, çektim geldim. Aradan zaman geçti beni Ankaraya almadılar." Bir iki zengin (başka) kişiyi almışlar Ankaraya temsilci olarak. Aradan bir kaç yıl daha geçiyor Aslan Bey gözaltına alınıyor. Ne zamana kadar biliyormusunuz? 1960 yılına kadar. Böyleydi. Maraştaki bütün gazeteciler çok iyi bilirlar bunu. Aslan Beyin gözaltında yaşadığını çok iyi bilirler. Maraşın 90 kilometre kuzeyindeki Göksun ilçesinde Aslanbey çiftliği vardır. O çiftlikte yaşamak zorunda bıraktılar. Adam yıllarca Maraşa gelemedi.Ergün Göze 'nin, (kendisi) gazeteci, rahmetli oldu, bu konuyla ilgili yazdığı bir yazı var. Ne diyor biliyormusun? Maraş valisi Ibrahim Öztürk 1961 yılı ben bayramda gördüm zannedersem son gelişi o. Veya 30 seneden beri ilk gelişi diyelim. Vali diyorki, protokol hazırlanırken: "Yav Aslan Bey nerde?" diyor. (Cevap:)"Efendim Aslan Bey çiftlikte" diyorlar. (Vali Ibrahim Öztürk) "Niye gelmiyor?". (Cevap:)"Işte gelmiyor orda gözaltında." (Vali) "O (gözaltı) kalktı" diyor. Gözetimi de Adnan Menderes kaldırmış. Ama Aslan Bey küsmüş devlete. Küstüğü için gelmiyor. Birde mâli yönden yıkılmış adam. Birisi diyorki "Efendim biraz küskün, birde mâli yönden çok kötü durumda. elbisesi yok" diyor. Düşünebiliyormusunuz Aslan Beyin elbisesi yok. Bunu Ergün Göze yazdı. Bunun üzerine Maraş vâlisi o dönemde Ibrahim Öztürk hemen bir terzi gönderiyor (şöyle tâlimat veriyor:) "Derhal bayrama kadar hazır elbise alın götürün (giydirin)." Diyorlarki "Efendim onun eni boyu biraz geniş özel dikilmesi lazım." (Vali) Terzi gönderiyor, ona elbise diktiriyor ve bayrama ısrar ederek rica ederek bayrama (Aslan Beyi) getirtiyor. Ve o gelişi son gelişi oluyor ondan sonra hakkın rahmetine kavuşuyor.

    Burada Atatürkün Kasım 1919dan sonra Sivastan Ankaraya hareket edişi ve telgrafların doğrundan Atatürkün imzasıyla fakat Heyeti temsiliye adına çekildiği ve cevaplandırıldığı unutulmamalıdır. Mehmet Alperen, Aslan Bey Atatürke Fransızlarla savaşmak isteğini bildirmek için telgrafı Sivasa çekiyor diyor. Yani burada kasdedilen ve telgrafın alıcısı Heyeti Temsiliyedir. Başkanı da Atatürktür(Mustafa Kemal). Sivasa çekilen telgraf Ankaraya yani Heyeti temsiliye sayesinde Ankaraya, Atatürke ulaştırılmıştır.

    Mehmet Alperenin Sivasa savaşmak için telgraf çekildiğini fakat "savaşmayın" mânâsında cevap geldiğini Arslan Beyin hatıralarından okumak veya tespit edip doğrulamak mümkün. Maraş aktif internet sayfasında Arslan beyin hatıraları yayınladı. Bu yazı dizisinde şöyle denmektedir: Arslan Bey'in Milli Mücadele Hatıraları 6. bölüm yayınlanan tarih 05 şubat 2018 Savaştan 3 gün önce 20 Ocak 1920 de hatıralarda: Fransız general Keretin savaş hazırlıkları yapması hakkında: Durum Sivas'a yazıldı. Alınan cevapta " Vaziyeti iyi idare etmek lazımdır. Harp durumunda tehlike vardır. Kuvvet ve askeri malzeme yetiştirilmesine imkân yoktur. Ona göre önlem alınması konusunda dikkat ve özen gösterilmesi…" emrediliyordu. Tabi bu emre uyulacaktı. Mehmet Alperen gelen bu telgrafı savaşmayın henüz, duruma göre idare edin diye yorumluyor. Daha sonra 23 Ocak 1920de Ankaranın yani Temsili Heyetiyenin iznini almadan: Aslan bey Maraşlılara savaş bildirisini dağıtıyor. "Arkadaşlar! Harp başlamıştır. Allah'ın inayeti ( Lütuf ve iyiliği ), Peygamberimizin ruhaniyeti (ruh kuvveti), Din kardeşlerimizin fedakârlığı (özverisi) ile her şey göze alınmıştır. Vatanımız bir ferdimiz kalmayıncaya kadar düşmana teslim olmayacaktır. Gayret (çaba) bizden, Tevfik (yardım) Allah'tan." (23 Ocak 1920 )

    Bazı internet sayfalarında Arslan Beyin siyasi görüşleri dolayısıyla hükümetle görüş ayrılıkları içinde olduğunu ve bu yüzden biraz eziyet çektiği yazılmıştır. Bazı internet sayfaları ise Arslan Beyin inzivaya çekilmesinin sebebinin çiftçiliği sevdiğini ve bu yüzden halkla ilişki içine girmediğini yazmıştır. Resmi internet sayfaları ise Arslan Beyin bırakın cezalandırılmasını hâzin sonundan hiç bahsetmemiştir. Hatta bir yüksek okul mezunu insan, yüksek üniversite makâmı sahibi bir kişi Maraşın kurtulmasında Atatürkün katkısının basında ve tarihte çok az olduğundan bahsetmiş ve bundan şikayet etmiştir. Yani Atatürkün Maraşın kurtulmasında neden ilahlaştırılmadığından Maraşın kurtulmasında neden Atatürkün geri planda bırakılmasından yakınmıştır. Arslan Beyin gerçek kahraman olarak bahsedilmesinden rahatsızlanan Kemalistler mutlaka vardır. Benim için gerçek tarih Mehmet Alperenin anlattıklarıdır. Çünkü kendisi Maraşlıdır ve akrabaları doğrundan Arslan Beyin ailesiyle, akrabasıyla ve yakınlarıyla temas içinde olmuştur. Yani birebir tarihin şahitleriyle irtibat halindedir. Mehmet Alperenin tespitleri yani Mustafa Kemalin hazıra konması doğrudur, Maraşı, halk kendisi yani Maraşlılar düşmandan temizlemiştir. Halk zaten milli mücadeleyi (Kuvvayı Milliye) başlatmıştır Atatürk ortaya çıkmadan önce. Atatürke Maraştan pay çıkartmak isteyenler lütfen avuçlarını yalasınlar.

    Atatürkün Arslan Toğuzata Beyi safdışı bırakması sadece tek bir olay değildir. Atatürk kendisiyle münakaşa yapan, kendisine ters düşen muhalefet yapan herkesi istisnasız ve acımasız ya öldürtmüşdür, ya sürgüne göndermiştir, ya polis takibine koymuştur, ya hapsettirmiştir vesaire. Musulun Kurtuluş savaşından sonra Ingilizlere verilmesinde Tayyar Paşanın Atatürke muhalaefet etmesi ve bertaraf edilmesi başka bir konudur. Mehmet Alperen buna video konuşmasında da değinmektedir.

    Burada belirtmem gereken şey şu. şimdiki zamanda insanların unuttukları bir gerçek var. O da Kurtuluş Savaşında insanların düzenli ordu olmadan kadınıyla, erkeğiyle, halkın bütün meslek gruplarından önce hacı ve hocaları imamları, din adamları öncülüğünde neden savaştığının sebebidir. Insanlar Kurtuluş Savaşında ümmet oldukları bilincindelerdi ve Islamı korumak için savaşmışlardır. Islamı korumak ve vatanı korumak Kurtuluş Savaşı sırasında aynı şeylerdir. Türkler, Çerkezler,Lazlar ve Kürtler Islamı korumak için Kurtuluş Savaşına katılmıştır. Türkler Kurtuluş Savaşını bir cihad olarak yürütmüşlerdir. Yani Kurtuluş Savaşı bir din savaşıdır. Nitekim Maraşın kurtulması bir çarşaflı kadının peçesinin bir Fransız askerinin açmasıyla ve tecavüzle başlamıştır. Bazı internet sayfalarında hatta kominist sayfalarında ve Kemalist sayfalarda Maraş ayaklanmasını sanki emperyalizme karşı bir sosyalist halk ayaklanışı, veya Kemalistlerce Türklerin ve Türk ırkının ayaklanması olarak gösterilirki büsbütün yanlıştır ve propagandadan başka hiçbir şey değildir. Maraş ve Güneydoğu şehirlerinin kendilerini düşmandan kurtarması tamamen halkın Islamı koruma harekatıdır ve cihaddır. Aksini iddia edenler tarihi saptırma peşindedir. Aynen nasıl Atatürke Maraştan pay çıkartmak isteyen kişiler gibi Kemalistler(özellikle Türk ırkını yüceltmek isteyenler ve Arabı kötüleyenler), koministler, sosyalistler, ateistlerde lütfen burada avuçlarını yalasınlar. Burada hani bizim Kemalistlerin fesli delisi vardıya. Aslında gerçek tarihi anlatan bu merhum şahıs Sarıklı Mücahitler kitabında bu hususta bir çok gerçek tespitler yazmıştır. Fakat buna sonra geliyoruz.

    Mehmet Alperen videosunda Arslan beyin Mustafa Kemale ufak tefek bir adam demesini belirtiyor. Evet Mustafa Kemal gerçektende ufak tefek bir adamdır. Tarihci Ahmet Anapalı Atatürkün 1metre 68santimetre boy uzunluğunda olduğunu iddia eder, fakat doğru değildir. Ahmet Anapalı bunu 2 şeye dayandırarak yapar. Birincisi olarak Çanakkale anıtının yüksekliğini öne sürer. Aslında Atatürk 1metre 68santimetreden daha kısadır. Bunun delilleri şunlardır. Bunu kemalistleri fena halde kızdıran ve itibarsızlaştırmak için fesli deli lakabı yapıştırdıkları şahıs bir ünlü başka şahsın hatırasında anlatır. "Karşıma çıkan ufak boyda bir adamdı." Ikincisi ise diğer şahıslarla yanyana çekilen fotoğraflara bakılarak ve boy hizasını karşılaştırarak gerçek boyu bulunur. Atatürk Rauf Orbayla aynı boydadır. Kazım Karabekirde neredeyse Atatürkün boyundadır. Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve Ataputumuzun (pardon Atatürkün) aralarında 1 veya en fazla 2 santimetre boy farkı vardır. Bunu her insan bu kişilerin yanyana ve ayakta, aynı hizâda durdukları resimlere bakarak tespit edebilir. Kundura ökçesinin yüksekliğini burada gözardı edelim.

    Arslan Beyin hayatının sonunun nasıl olduğunu öğrendikten sonra merak ettim. Ataputumuz bunca kişiyi bertaraf ettikten sonra öbür Maraş kahramanlarına dokunmadımı acaba dedim kendi kendime. Internette biraz araştırdıktan sonra ünlü Sütcü Imamı buldum..Ne varki yahut Allaha şükür ki Ataputun (pardon Atatürkün) zulmüne uğrayamadan kaza sonucu 1922de Ataput devleti ele geçirmeden önce ölmüş. Senem Ayşenin siyasete karışmaması yüzünden (kadın olduğu için) hayatı üzerinde fazla bilgi yok.

    Ali Sezai Kurtaran bir zaviyenin başında olduğu için, Hatuniye Dergâhını yürüttüğü için, piyango ona çıkmış, hapse atılmış ve hapisten çıktıktan kısa süre sonra da ölmüştür. Erol Usta yüksek lisans tezinde Ali Sezai Kurtaranın hayatını ele almıştır. Maraşın kurtuluşundan sonraki hayatını şöyle anlatır tezinde:

    Atama ile göreve getirilen, zamanın belediye başkanı Hasan Sükuti Tükel, aslı vakıf olan, şeyh Adil mezarlığındaki- sahiplerinin kendi harcamalarıyla, ölülerinin başına diktirmiş oldukları- üzerinde manevi nitelik taşıyan yazıların yer aldığı mezar taşlarını, balyozlarla kırdırıp, taşıtarak, şehrin açıktan akan, lağımları üzerine döşetmekte idi. Bu durumu tenkit eden Ali Sezai Efendi, belediye Reisi tarafından uyarılmışsa da tenkitinden geri durmamıştır. Bu belediye Reisine, Ali Sezai (Kurtaran)Efendi'nin, vaktiyle kendisi için hazırlatmış olduğu mezara rastlandığı bilgisi ulaştırılmıştı. Bunu vesile bilerek, harf inkılâbı aleyhine, halkı irticai bir ayaklanmaya sürüklemek amacıyla, Arap harfleriyle kendi adına mezar taşı diktirmiş olduğu gerekçesiyle, hakkında kovuşturma yapılması için, savcılığa yazılı ihbarda bulunmuştu. Bu girişim üzerine, emniyete sorgulanması için çağrıldı. Ancak, bu sıralarda Ali Sezai Efendi, kalbinden rahatsız olarak yatmakta bulunduğu için, bu çağrıya gitmesinin mümkün olmadığı, ailesi tarafından açıklanmıştı. O zamanın hükümet tabipliğine, halkın Aliko adını verdiği belediye doktoru, muayenesine gönderilerek, emniyete götürülmesinde sakınca bulunmadığına dair rapor tanzim etti. Bunun üzerine, kendisi valiliğin makam aracı gönderilerek emniyete götürülmüş, akşam da bırakılmayarak, yatağı da emniyete taşınmıştı. Bir kamyonla, evine gönderilen polisler de Ali Sezai Efendiye ait, bütün evrak ve kitapları çuvala doldurup, kamyona yükleyerek, bunları emniyete taşımışlardır. Bu arada, mezar taşı da sökülerek emniyete taşınmış bulunuyordu. Taşın üzerinde "Allahumme edhilne'l cennete bi hurmeti lailahe illallah" ibaresi yer almaktaydı. Taşın her halinden, eskiden yazılı olduğu belli olmakta idi. Yani harf inkılâbından yıllar önce (ifadeye göre 1918 de) yapıldığı halde, tasarlanan kovuşturma sürdürülmüştür. Ali Sezai Efendi günlerce sorgulanmasına devam edilmiştir. Bir ara Ali Sezai, sorgu amirine: "Bu ne hal? Her gün aynı soruyu soruyor, aynı cevabı alıyorsunuz. Yoksa ben Türkçe konuşmuyor muyum?" demesine karşılık olarak, sorgu amiri. "Efendi size böyle davranmaktan hayâ ediyorum. Ne çare ki yukarıdan aldığım emir gereği, iki elim yağlı kara, size bulaştırmakta zorlanıyorum. Maraş'ta, harf inkılâbına karşı, yapay bir irtica ayaklanması oluşturmakta olduğunu ortaya çıkarmak ve bu ayaklanmaya sizi lider olarak görevlendirmekle, görevlendirilmiş bulunuyorum." demesine karşılık, o halde, devam et cevabını vermiştir.

    Bu arada, Kayseri'ye atanan vali Adli Bayman, emniyete gelerek, kendisinden özür dileyip, bağışlaması dileğinde bulunmuş, ona karşı Ali Sezai Efendi: "Bağışlamak Allaha mahsustur. Benim memlekete yaptığım hizmetin karşılığı, bu haksız iftiranın reva görülerek, ödenmek istendiği meydandadır. Allah büyüktür, Aziz ve intikam sahibidir. şu yaşımda kimseye minnetim yoktur. Sen yoluna devam et." cevabını vermişti. Daha sonra, bir sorgu hâkiminin önüne çıkarılarak tutuklanmasına karar verilir. Yalnız yaşı ve hastalığı sebebiyle, hapishanenin çocuk bölümüne yollanır. Bu arada Maraş'a yeni atanmış olan, Ağır ceza hâkimi Cemil Bey, odasının penceresinden dışarıyı gözetlemekte iken, Ali Sezai Efendi'nin, hapishaneye götürülüşü dikkatini çeker. Hemen savcıyı arayıp: "Biraz önce yaşlı ve muhterem simalı bir zatın, hapishaneye konulduğuna şahit oldum, bu yaşta ve simadaki bir adam, hangi suçtan tutuklanmış olabilir? Merak ettim, hemen dosyasını bana getirin." talimatını verir.Geç olduğundan dolayı, dosyayı evine götürür. Dosyayı inceleyip ertesi gün mahkemeye gelerek, Ali Sezai Efendi'yi çağırır, birkaç soru sorar ve hemen salıverilmesine karar verir. Kaynaklar : ÇOğALAN Celal- KURTARAN Halit, Her Yönüyle Maraş, Istanbul, 1963. Halit Kurtaran, "Türk Istiklal Savaşında Maraş Milli Mücadelesine Ait Tarihçe", Hizmet Gazetesi 22 Mayıs, 1957. Yaşar Alpaslan- Serdar Yakar, Istiklal Savaşında Maraş, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, 2008, s. 105.

    Tarihte gezinirken Allaha şükür internet sayesinde birazcık bilgi edinebiliyorsunuz. Nezihi Ertörer meşhur Maraşlı Vezir Hocanın torunuymuş ve bir Maraşlı internet sayfasında Maraş kahramanlarının unutturulmaya çalışıldığını söylemiştir. Burada güyâ Fesli Deliye âtıf yapıldığı için Sarıklı mücahitler kitabını inceleyerek okumak gereğini hissettim. Sarıklı Mücahitler kitabını okurken kitabın 149.sayfasında şu kelimelere rastladım

    "Trabzon'dan "Sivas Kongresi" ni protesto eden bir telgraf çeken Ali şükrü ve Eyubzâde izzet Beyler bu hatâlarını (!) bilâhare hayatları ile ödemişlerdir." Ali şükrü Bey tanınmış bir kişi. Mustafa Kemalin Ali şükrü Beyi temizlettiğini biliyordum fakat Eyubzâde izzet Bey neden öldürüldü veya Mustafa Kemale nasıl muhâlefet yaptığını bilmiyordum. Fesli Deli durduk yere böyle beyanlarda bulunmaz. Mehmet izzet Eyuboğlunun hayatına mal olan hataları neymiş merak ettim, biraz interneti araştırdım.

    Mehmet izzet Eyuboğlu Trabzon Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Kuruculuğu, Erzurum Kongresi Trabzon Temsilciliği, TBMM ı.Dönem Trabzon Milletvekilliği yapmıştır. Evli ve dört çocuk babasıdır. Meclise katılmak üzere Ankara'ya giderken 6 Mayıs 1920'de yolda eşkiyalar tarafından öldürülmüştür. Ankara'daki Birinci Meclis için,1 Mayıs 1920'de ise Trabzon'dan en çok (293) oy alarak, Milletvekili seçilmişti. Seçilen milletvekilleri (Faik, Recai, Gümüşhane Milletvekili Vaysel Rıza, Ziya, Hasan Fehmi (Ataç) ve Mehmet şükrü Beylerle birlikte) açılacak yeni Millet Meclisine katılmak için Ankara'ya gitmek üzere, özel atlı arabalarla Çarşamba Samsun arasındaki ormanlıktan geçerken, 6 Mayıs 1920 Pazar tarihinde pusuya düşürülerek silâhlı saldırıda Trabzon Milletvekili Mehmed Izzet Eyüboğlu ve Gümüşhane Milletvekili Alemdâr-zâde Ziya Bey şehit edilirken, bilinmeyen bir sebeple kafileden başka kimseye dokunulmadı.

    Emre Eken yüksek lisans tezinde Eyüboğlu ailesini incelemiş ve şunları yazmış:

    "Gazeteci Ömer Fevzi Eyüboğlu, akrabası Izzet Bez(Mehmet Izzet Eyuboğlu) ve Servet Bey, genel mânâda pâdişaha ve hilâfete bağlı kalınması gerektiğini düşünmektedir. Ömer Fevzi, yukarıda değindiğimiz üzere, Erzurum Kongresinden sonra Mustafa Kemal'in maksadını bilmediği için halkı pâdişahın destekçisi olmaya çağırmıştı. Kaldı ki Goloğlu, Ömer Fevzi'nin pâdişaha sadâkati konusunu "…bu konuda o kadar aşırı bir inanç içinde idi ki, âdeta pâdişahsız bir devlet tasarlayamıyordu…" şeklinde ifâde etmektedir. Izzet ve Servet Beyler de Ömer Fevzi'yle benzer şekilde Mustafa Kemal'in amacını bilmedikleri için Sivas'ta yeni bir kongre toplanmadan evvel pâdişahın durumdan haberdar edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden Mustafa Kemal kendilerini Sivas'ta toplanacak kongre için bizzat davet ettiğinde yapılan tüm ısrarlara rağmen her ikisi de önce sessiz kalmış; hatta Mustafa Kemal'in kendilerine gönderdiği telgrafa da cevap vermemişlerdir. Âkabinde, 14 Eylül 1919 tarihinde "Sivas'ta Anadolu Vilâyatı şarkiyesi Hey'et-i Temsiliyesine" adıyla gönderdikleri telgrafta toplanan kongreye karşı düşüncelerini ve davete neden iştirak etmek istemediklerini bildirmişlerdir. Servet ve Izzet Bey'in üzerinde durduğu konular: Sivas Kongresi'nin gerekli olup olmadığı, Mustafa Kemal'in şahsi duygularla hareket edip etmediği ve padişahla irtibatın kesilmesi meselesidir. Ayrıca kaymakam Halit Bey, Trabzon delegelerinin kongreye katılan şahıs miktarı, Sivas'ta seçilecek heyet-i temsiliye azalığına(üyeliğine) gerekli şartları yerine getirmeyenlerin atandığı, kongrenin Sivas'a ait yerel bir kongre olması gerekirken şahsa ait hâle getirilmeye çalışıldığı gibi meseleler yüzünden Sivas'ta bir kongrenin toplanmasına karşı çıktıklarını dile getirmektedir. "Çarşamba Vakası" olarak literatüre geçen bu hâdisenin ardından Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey mecliste yaptığı konuşmada olay esnasında Izzet Bey ile Ziya Bey şehit düştükten sonra kafiledeki diğer vekillerin eşkıyalara mebus olduklarını ve Ankara'ya gittiklerini anlattıklarını, eşkıyaların bunu öğrendikten sonra paralarını bile almadan kendilerini salıverdiğini söylemiştir. Zabıt Ceridesi 7 Ağustos 1336 (7 Ağustos 1920) (Ankara: TBMM Basımevi), c. ııı, 108. Diğer verilen kaynaklara burada değinmiyorum.

    Bunu okuduktan sonra biraz şaşırdım. Hani derler ya gerçek, hakikat her zaman teferruatta saklıdır. Eşkiya denilen insanlar 1900lü yılların başında para toplar ve bu yüzden gerekirse insan öldürürlerdi. Fakat bahsedilen eşkiyalara bakarmısınız. Insan seçerek öldürüyorlar ve para da almıyorlar, yani insanları soymuyorlar, gasp etmiyorlar. Iki mebusu(milletvekilini) insan seçerek öldürdükten sonra öbür milletvekillerine dokunmuyorlar ve paralarını da almıyorlar, bırakıyorlar, salıveriyorlar. Yaani bu demektirki: Bu eşkiyalar eşkiya değil kiralık katillerdir. Başka bir türlü bu olay açıklanamaz, aksisini iddia edenler insan mantığıyla alay ediyor demektir. Gerçekten eşkiya olsalardı paralarını alırlardı. Eşkiyalar hele hele karşılaştıkları insanların milletvekili olduklarını öğrenince zengin olduklarını tahmin etmeleri ve bu sağ kalan milletvekillerine daha fazla baskı yapıp ölümle tehdit edip paralarını almaları lazımdı. Öbür milletvekillerini sorguya çekmeleri, kim olduklarını sormaları doğru kişiyi öldürmelerinden emin olmak içindir. Bu teferruat aynen Abdülazizin iki kolunun ikisinide kılıçla kendisi kesip intihar ettiği şeklindeki tarihi yalana benzemektedir. Bir insan kendi kendine iki kolunu kılıçla kesemez. Mantık ve fiziki kurallar bunu kabul etmez. Insan kendi kendine sadece bir kolunu kılıçla keser. Bir kolunu kestikten sonra öbür kolunu kesecek kolu olmaz. Eşkiya da insan seçerek adam öldürmez. Dikkat edilirse raporda seyahat eden milletvekillerinin direnç gösterdiği yahut bir çatışma olduğundan da bahsedilmez. Yani bu olay siyasi cinayettir. Bu kiralık katilleri bu insanlara düşmanlık besleyen o zamânın iktidar ihtirası olan tek kişi tutabilir. Ankarada daha yeni kendi diktatörlüğünü kurmakta olan Ataput. Ataput için o zamanki muhalefet işte Ömer Fevzi Eyüboğlu, Mehmet Izzet Eyuboğlu gibi ünlü saygıdeğer nüfuz sahibi insanlardıki, temizletilmesi lazımdı. Faili meçhul olduğu yâni kâtilin yakalanmadığı için kimse tabiiki Ataputtan (pardon Atatürkten) şüphe etmemiştir. Fakat cinayetin işleniş şekli Ataputun komitacı(gizli çeteci) geleneğini iyi bildiğini ve uyguladığını ispatlar. Diğer bahsettiğim temizletilme olaylarıyla örtüştüğü için kim kim bellidir.Güya Fesli Delinin bu cinayeti böyle değerlendirmesi ve 1960lı yıllarda bunu neşretmesi nasıl bir büyük gerçek tarihci olduğunu ispatlar. Kendisinin olayları araştırarak bu sonuca varmasından ötürü takdire lâyık bir araştırmacı olduğunu göstermiştir ve benim takdirimi şu içinde bulunduğumuz yılda bir kez daha, 2021de, kazanmıştır. Fesli Delinin ideolojisi ve inancı ne olursa olsun gerçek târihi bulma konusunda 1960lı yıllardaki baskıcı ve cuntacı idareden ve imkansızlıklardan yılmamışlığı takdire şâyândır. Dikkat ederseniz ben Fesli Deliden hiçbir zaman gerçek ismiyle bahsetmemişimdir. Bu büyük tarihciye uydurdukları itibarsızlaştırma lakâbıyla aslında Kemalistler kendilerini küçük düşürmektedirler. Dikkat edilirse Kemalistlere göre Ali Rıza Nur da delidir yahut akli dengesi düzgün değildir. Ataputumuza muhalefet yapan bütün insanlar ya deli, ya akli dengesi yerinde değildir. Yurtdışına hayatından endişe ettiği için kaçtıysa vatan haini, kaçmadıysa gerici ve yobaz, vesairedir. Fesli Deli, Kemalistleri delillerle, kitaplarıyla, hakikatle yendiğinden ve Fesli Delinin sözlerini, yazılarını aksisini ispat edemediklerinden dolayı Kemalistler, sadece âcizlikten, îtibarsızlaştırma yoluna gidebilmişlerdir, o da işte sadece Fesli Deli lâkabından ibaret kalmıştır. Benim Fesli Deli ismini kullanmam aslında Kemalistlerin acizliğini anlatmak isteğimdir. Kemalistlerin millete yutturulmak istenen Ataput yalanlarının Fesli Deli tarafından nasıl bertaraf edildiğini, Kemalistlerin kudurduklarını fakat hiç bir şey yapamadıklarını hatırlatmak içindir.

    Meçhul olan şey olayın faillerinin neden sonra araştırılmaması değilmi? Hadi diyelim Kurtuluş Savaşı sırasında her yer çeteyle ve eşkiyayla doluydu, asayiş düzenli olmadığı için kol kuvvetleri bu görevlerini o zaman yerine getiremedi. Fakat savaş bittikten sonra devlet ve hükümet kurulduktan sonra, hadi diyelim Istiklâl mahkemeleri de bittikten sonra neden 2 milletvekilin katilleri aranmadı? Çünkü Ataput milleti güya muassır medeniyete ulaştırmak için -bırakın 2, 3 milletvekilini- bütün halkı karşısına aldı. Ataput eline polis, jandarma, asker imkânlarını geçirdikten sonra tam diktatörlüğünü kurdu ve milleti inim inim inletti. Ki kendisi yaptırmamış olsa bile artık mühim olmayan 2 milletvekilin ölüsünün peşine düşsün.

    Emre Eken aynı tezinde Mehmet Izzet Eyuboğlunun akrabası Ömer Fevzi Eyüboğlunun da bir tür biyografisini çıkarmıştır. "Mustafa Kemal, Cumhuriyet Halk Partisi'nin ikinci kongresinde okunan, Nutuk'unda kongre başkanlığına muhalefet eden diğer delegeler ile Ömer Fevzi'yi ayrı kefelere koymuştur. Başkan olmasına tereddüt gösteren bazı delegelerin iyi niyet ve samimiyetine güvendiğini belirtmiş ancak bazılarının melûnca bir maksat peşinde koştuklarını söylemiştir. Mustafa Kemal'e göre kötü niyet sahibi olanlardan bir tanesi "düşman casusu" Ömer Fevzi'ydi ve "hernasılsa" kendisini Trabzon'dan delege seçtirerek kongreye dâhil olmuştu. Oysa Ömer Fevzi, Mustafa Kemal'in düşündüğü gibi rastgele kongreye dâhil olmuş bir delege değil; aksine kongrenin toplanmasına öncülük eden iki cemiyetten birisi olan Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin kurucuları ve merkez heyeti üyeleri arasında yer alan bir delegedir. Ayrıca yıllarca Maçka'nın idaresinde ve Trabzon bürokrasisinde önemli görevler üstlenmiş, bölgenin köklü ayan ve eşraf ailelerinden "Eyüboğlu" ailesine mensuptur. Yani, kanaatimizce, tesadüf eseri olarak kongreye delege seçilmiş değildir. Nutuk'ta vurgulanan "düşman casusu" hükmü ise Ömer Fevzi'nin kongrenin son günü sunduğu öneri ve kongre akabinde Milli Mücadele ile Mustafa Kemal'e karşı takındığı sert tavırdan kaynaklanmaktadır. Zaten Mustafa Kemal, Ömer Fevzi'nin kongreden sonraki hareketleriyle bunu kanıtladığını özellikle belirtmiştir. Hakikaten Ömer Fevzi, Erzurum Kongresi'nin ardından Selâmet gazetesinde "Erzurum Kongresi'nin Mukarrerâtı" adıyla yayımladığı yazı dizisinde muhalefetini eski Ittihatçıların" yanına Mustafa Kemal ile Rauf Orbay'ı da katarak yeniden başlatmıştır. Yazı dizisinin ilkinde, Mustafa Kemal ve Rauf Orbay'ı işaret ederek, Erzurum Kongresinin kimsenin kişisel etkisi ya da isteğiyle toplanmadığını; kongrenin Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile Vilâyet-i şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin talepleri neticesinde toplandığına vurgu yapmış, siyasi bir amaç için askeriyeden istifa eden Mustafa Kemal'in eski ittihatçılar gibi şahsi çıkarlar peşinde koştuğunu savunmuştur. Mustafa Kemal'in sayılan ve sevilen bir kişi olabileceğini ancak Erzurum Kongresi'nin Mustafa Kemal ve Rauf Bey gibi Doğu Anadolu halkından olmayan kişiler tarafından yönetilmiş olmasının aleyhimize yeni bir cephe açabileceğini dile getirmiştir. Bunun gibi sebeplerden dolayı, amacı belli olmayan Sivas Kongresi'nin merkezi hükümet tarafından milli çıkara aykırı kabul edilmesinin gayet normal olduğunu belirtmiştir. Ayrıca yazı dizisinin üçüncüsünde, kongrede kabul edilen Istanbul Hükümeti'nin vatanın bütünlüğünü sağlayamadığı ve şarkî vilayetlerinin düşmana terk etme korkusuyla karşı karşıya kalındığı durumda geçici bir hükümet kurulacağını ihtiva eden dördüncü maddenin içeriğinin iyi anlaşılması gerektiğini dile getirmiş; özellikle maddeyi uygulama gerekliliği ortaya çıktığında birtakım belirsizliklerin oluşabileceğini vurgulamıştır. Ömer Fevzi'ye göre "bir hükümet vücuda getirmek yeniden bir idare-i hükümet tesis eylemek ve böyle bir hükümete lüzum göstermek o idare dahilinde bulunacak her ferdin rıza ve muvafakatını meydana çıkaracak bir meclis-i müessisanın intihabıyla mümkün olabilir." Ömer Fevzi'nin kaleme aldığı bu yazılarla bölgede alevlendirdiği muhalefetin Sivas Kongresi'nin toplanmasına engel teşkil edebileceği düşüncesiyle hakkında bir karar verilmesi için 3. Fırka Komutanlığı tarafından talepte bulunulmuştur. Bunun üzerine Ömer Fevzi Balıkesir'e geçmiştir. Buradan Istanbul'a giderek yurtta daha fazla kalamayacağını anlamış ve Fransa'ya iltica etmiştir. Yurtdışına gittikten sonra Resmi Gazete'nin 11 Cemâziyelâhır 1342 (7 Ocak 1925) tarihli 81. sayısında yayımlanan 150'likler listesi içerisinde "Balıkesir'de Irşad gazetesi sahiplerinden Trabzonlu Ömer Fevzi" sıfatıyla 107. sırada yer almış ve yurda dönmesi yasaklanmıştır. 150'likler listesine eklenmesinin ardından, 15 Nisan 1925 tarihinde Marsilya'dan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir yazı (müdâfaanâme) göndererek vatan haini olmadığını ifade etmeye çalışmışsa da, 28 Mayıs 1927 tarihli ve 1064 no'lu yasa ile 150'liklerle beraber Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. Böylece yıllarca yurda gelememiştir. Yurtdışında iken Rehber-i Inkılâp adında bir gazete neşretmiş ve hükümeti eleştirdiği gerekçesiyle Dâhiliye Nezareti (Içişleri bakanlığı) tarafından yapılan teklif neticesinde gazetenin yurda sokulması 23 şubat 1930 tarihli bir kararnameyle yasaklanmıştır. 20 Eylül 1930 tarihli bir mektubunda "sekiz seneden beri kendini saklamaya çalışan diktatör Hıyulâs…" diye hitap ettiği Mustafa Kemal'e karşı Erzurum Kongresi'nden sonra takındığı muhalif tavrı, başka bir boyuta ve üsluba taşımıştır. Aynı mektupta kendisinin mürteci' sıfatına layık bir kişi olduğunu Rehber-i Inkılâp gazetesi aracılığıyla kanıtlayacağını dile getirmiştir. Bu süreçte bir taraftan yurtdışındaki siyasi faaliyetlerine ve yayıncılık hayatına devam etmeye çalışırken diğer taraftan Mustafa Kemal'i eleştirmeyi de sürdürmüştür. 1 Kasım 1930 tarihli bir mektubunda Mustafa Kemal'e karşı diktatör söylemini devam ettirmiş ve onu bugünkü konumuna taşıyan unsurları kendi kararlarına bağlamakla suçlamıştır. Ömer Fevzi'nin Mustafa Kemal'e karşı muhalefeti Erzurum Kongresini müteakip devamlı sürmüş, 1938 yılında çıkarılan 3527 Sayılı Af Kanunu'nun ardından 14 Eylül 1938 tarihinde Istanbul'a; akabinde hemen Trabzon'a gitmiştir. Bu süreçte Trabzon'dan başka Istanbul, Ankara ve Bursa'da ikamet etmiş, 1950 Genel Seçimlerinde Trabzon'dan namzet olmuş ve kendisine sadece 22 oy çıkmıştır. Ömer Fevzi, bazı araştırmacılara göre 1951 yılında; bazı araştırmacılara göre ise 1952 yılında vefat etmiştir.

    Bir şey ilave etmeme gerek görmüyorum. Ömer Fevzi Eyuboğlu kendisine yakalatma emri çıktıktan sonra Sivas kongresi yapılrken büyük bir ihtimalle 1919da veya 1920de yurdışına çıkmıştir. 1924de Ataput (pardon Atatürk) Trabzonu ziyaretinde Ömer Fevzi Eyuboğlunun akrabası olan yayıncı Esad Ömer Eyyubinin Kahkaha dergisinin kapatılması için içişleri bakanlığına telgraf çekmiştir. Tarihle ilgilenen bazı insanlar isim benzerliğinden dolayı Ömer Fevzi Eyuboğluyla Esad Ömer Eyyubiyi karıştırmışlardır. Yayıncı Esad Ömer Eyyubinin ve Kahkaha dergisinin başına neler geldi bilmiyorum. Fakat başına iyi şeyler geldiğini hiç tahmin etmiyorum. Çünkü bütün muhalefet basın 1923den itibaren susturulmuştur. 1924den sonra ise kendi kendine kurduğu kukla ve mason parlamentosuyla kendisini cumhurbaşkanı ilan eden Ataput, devlet mekanizmasını çalıştırarak, tam bir baskı yönetimi kurarak, meşhur Stalin gibi devleti yönetmiştir. Dikkat edilirse 1938den sonra yani Ataput öldükten sonra onun yerine gelen biraz ılımlı ikinci diktatör "Antenli" af kanunu çıkarmış, yurtdışına çil yavrusu gibi kaçıp dağılan muhalefet yurda geri dönebilmiştir.

    Hoca Ismail şükrü Çelikalay, Afyonda halkın ayaklanmasında önder olmuş sarıklı mücahitlerden(savaşanlardan) önde gelenidir. Çete savaşlarıyla Yunan ordusunu oyalamış ve Yunanların Anadolunun iç bölgelerine ilerlemesini engellemiştir. . Ismail şükrü Çelikalay herhalde Damat Ferit Paşanın ilkesiz veya baskı altında verdiği kararlardan dolayı saltanatın kaldırılmasına Millet meclisinde muhalefet etmemiştir. Daha doğrusu bu doğrultuda zabıt yoktur . (Damat Ferit Paşanın başbakanlığını yaptığı Istanbuldaki Millet Meclisinin baskı altında bulunduğunu Fevzi Çakmak Paşa Anadoludaki Millet Meclisinde yaptığı konuşmada Istanbuldaki Meclisin baskı altında bulunduğunu ve Meclise Ingilizlerin silah zoruyla karar aldırdığını anlatmıştır. Meclis tutanaklarında mevcuttur.) Fakat Çelikalay halifeliğe bağlılığını ifade etmiş ve halifeliğin önemi hakkında mecliste Ataputla ve birinci grup milletvekilleriyle hep tartışmıştır. Kurtuluş Savaşı bittikten sonra hilafetin kaldırılmasına şiddetle karşı çıkmış ve meclisteki muhalefet grubunun başkanı Trabzonlu Ali şükrü Beyin gazetesinde 15 Ocak 1923 tarihinde Hilâfet-I ıslamiye ve Millet meclisi adında, bilinen hilafeti koruma yazısını yazmıştır. Yazı, halifeliğin korunması hakkında öylesine çok fazla tepki meydana getirmiştirki , Ataputun önderliğinde diğer milletvekilleri Ataputun kendine ait gazetelerinde karşı yönde yani halifeliği kötüleyen yazılar yazmıştır.Kurtuluş Savaşından henüz yeni çıkmış memlekette basın hürdür. Bu hürriyet yukarıda okuduğunuz Kahkaha dergisi gibi 1924ün ortalarından sonra ortadan kaldırılmıştır.Muhalefetin susturulması Ali şükrü Beyin temizlenmesiyle (1923 başları) ve cumhuriyetin ilanından sonra (29 Ekim 1923) başlamış ve ülke mecliste tek ve mason CHP partisiyle yönetilmeye başladıktan sonra Ataput büsbütün diktatörlük rejimini kurmuştur. Basının tümden susuturulması 1924de devam etmiştir. Tahminimce muhalefet basın 1925 başında tümden ortadan kaldırılmıştır. Hal böyleyken anlamadığım şey Hoca Ismail şükrü Çelikalay gibi dindar bir kişinin hatta mecliste Ataputumuzun bizzat kendisi tarafından durmadan susturmak zorunda kaldığı bu muhafazakar insanın neden polis tarafından gözaltında alındığına dair veya mahkemede dava açıldığına dair herhangi bir bilgiye ulaşamadığım. Hoca Ismail şükrü Çelikalay hatta yurtdışına da gitmemiş.Kemalistler burada kaçmamış derlerdi. Ataputumuzun tam bir sinsi diktatör olduğunu biliyoruz, fakat Çelikalaya neden dokunmamış. Çelikalayın kendine ait çiftliği var deniliyor ve burada vaktini geçirdiği söyleniyor. Maraşlı Aslan Bey gibi inzivaya mı çekildi yoksa çektirildimi? Akrabalarının hatıraları da henüz yayınlanmamış. Hatta öylesine haberler okudumki Yunan ordusununu neredeyse tek başına yenen dindar hoca Çelikalayın doğru dürüst bir mezarı bile yokmuş, kaybolmaya başlamış. şimdi bazı insanlar hani nerede Kahkaha dergisi susturulmuşmu diyebilir -özellikle tarih okumayan bazı Kemalistler. Lütfen kendiniz okuyunuz ve at gözlüğünü çıkarınız ve Kemalistlerin vatan haini yaftasını bir kenara bırakınız. Özellikle ulu önder Atatürk diye başlayan yazılara itibar göstermeyiniz. Çünkü ulu önder diye yazan bir yazar Ataputu kötüleyemez, tarafsız olamaz, kendi gördüğü gerçeği de saklamak zorundadır ve cumhuriyet tarihinde gördüğü en ufak bir şüpheyi bile gizler veya buna değinmez. Yani Kemalistlerden Ulu Öndercilerden tarihci çıkmaz, bolca saptırılmış yazılar çıkar. Burada kapatılan başka dergi ve gazetelere girmiyorum konu çok dağılır. Takdir edilmesi gereken şeyse Çelikalayın 1950lerde Türkiyeye biraz demokrasi geldikten sonra şebiülresad ve Büyük Doğuda dindar mâhiyetli yazı yazmasıdır. Denizlili Ahmet Hulusi Efendi Egede Yunanlılarla savaşan diğer bir din adamı. Islam dinini tehlike altında görüp insanları cihada yani mübarek din savaşına çağırmıştır ve iç Ege yöresinde direnişi kıvılcımlayan bir müftü olmuştur. Ilerlemiş yaşına rağmen halkı direnmeye başlatan Ahmet Hulusi Kurtuluş Savaşından sonra siyasete katılmak istememiş. Ahmet hulusi hakkında teferruatlı hayat hikayesini yazan tek bir yazar var. H.Zekai Yiğitler ve bir dergide yayınlanan ailesinin yakınları tarafından çıkarılan makale.Tahminimce müftü Ahmet Hulusi yeni hükümete karşı çıkmadığı ve sesini çıkarmadığı için rahat bırakmışlar. Zaten Ataputun Batı devrimlerinin tam ortasında vefat etmiş. Yani hayatının sonu hazin bir şekilde geçmemiş, yine tekrarlayım tahminimce.

    Burada Demirci Mehmet Efenin Ataputun adamı olmasından dolayı korunmasını geçmeden edemeyeceğim. Ataputun eşkiyaları ve çeteleri düzenli ordu kurulmasında kullanması ve sonra bu insanları cezalandırması veya hain ilan etmesi ise ikiyüzlülüktür ve sahtekarlıktır. Ataputumuz sonradan kaldıracağı tarikatları ve zaviyeleride kullanmıştır onlardan yardım istemiştir. Fakat şunu unutmamak gerekir. Ataputumuz istesede istemesede zaten bütün millet Islamı dini kurtarmak için harekete geçmiştir. Ataputumuz milletin kendi başına savaşmalarından ziyade ordu halinde savaşmalarını, orduya katılmalarını istemiştir. Fakat çete halinde veya çete olmadan savaşan ayaklanan halk desteklenseydi Yunanları yenmek belki daha çabuk ve daha kolay olacaktı. Beraberce savaşmak yerine Ataput çeteleri orduya katmak isteyince ve çetelerin ve yerel halkın orduya katılmamak istemesi üzerine Yunan savaşı uzamış, Ankara ordusuyla çeteler birbirine girmiştir. Burada örnek olarak Maraş halkını ve Fransızları tutarsak Fransızların ordusunun Yunanlarla aynı kuvvette olduğunu görürüz. Maraş savunması ve kurtulması 1 ay sürmüştür, Yunan savaşı ise 2,5 sene sürmüştür. Demirci Mehmet Efenin Ankara ordusuna katılması ve iknası için aylar geçmiştir. Bu kaybedilen zaman zarfında Yunanlılar Egede daha iyi yerleşmişler, yer ve zaman kazanmışlardır. Unutmamak zorunda olduğumuz bir başka şeyse Ataputun hakimiyet kazanmak için Yunanı bir kenara bırakarak siyaset kavgaları yapmasıdır. istanbul hükümetine paralel bir Ankara hükümetinin tek amacı düşmanı Anadoludan temizlemek olması gerekirken çeşitli siyaset kavgaları ve olayların peşinden gidilmiştir. Zaten Ankarada siyaset yapan hükümet ve millet meclisi yüzünden Yunanlarla savaş uzamıştır. Düşünce hep şudur ordu kuralım sonra savaşalım. Halkın ayaklanmasını desteklemek ve elde olan ordu kuvvetleriyle beraber savaşmak yerine halkı orduya dahil etmek yolu seçilmiştir. Ataputu tenkit edenlerin çoğu zaten şöyle derler: bir kıçı kırık Yunanları 2,5senede ancak yenebildiler. Yunan savaşını da en büyük zafer Ataputuda en büyük komutan diye propagandayla ilahlaştırdılar. Bu eleştiri çok doğrudur. Demirci Mehmet Efe Ataputun yakın tanıdığı olduğu için Ataputa katılmıştır. Demirci Mehmet Efenin yaptığı cinayetler yöre halkının kanaatince affedilmemeliydi. Fakat eğer Ataput tanıdığınız olunca akan sular duruyor ve affediliyorsunuz.

    Çal müftüsü Ahmet Izzet Çalgüner, Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi gibi hareket etmiş halkı atıyla köy köy dolaşmış adam toplamış ve hatta Yunanlılara karşı cephe bile kurmuş savaşmıştır. Hayatının sonunda bir ceza gördüğü yahut yeni hükümete ve devrimlere ters düştüğü hiç bir yerde geçmiyor. Hatta bir Kemalist sayfada kendisinden çağdaş müftü diye bahsedilir. Ahmet Izzet Efendinin yeni devire ayak uydurduğunu dinin yani Islamın bir evrim geçirmek zorunda olduğunu ve Ahmet Izzet Çalgünerin örnek din adamı olduğundan ve çağdaşlığından bahseder. Kemalist insanların çoğu 1923den sonra din adamlarına uygulanan baskıyı çok normal modernleşmek yani Batılılaşmak olarak anlar. Buna karşı geleni ise yobazlıkla suçlar. Din adamlarının 1923den sonra 2 seçeneği vardı. Yeni baskıcı düzene ayak uydurmak yahut uymazsa cezasını çekmek, cezayı göze almak. Baskıcı ateist düzene ayak uyduran insanlar dini mükellefliklerini gizlice yerine getirmişlerdir. Çal müftüsü Ahmet Izzet Çalgüner, başında fötr (hükümetin mecbur giydirttiği şapka) giyerek resim çektirmiş. Fakat islamın gerektirdiği servetini fakirler uğrunda harcama kaidesini yerine getirmiştir. Allaha şükür ki Kemalizm ve Ataput yardım etmeyi yasaklamamış. Ahmet Izzet Çalgüner cihad yani Islamı kurtarma savaşı için harekete geçmiştir. şimdiki Kemalistlerin, sosyalistlerin, koministlerin, halkcıların, cumhuriyetcilerin vesaire Batı kopyacılarının bu gibi islamcı şahısları kendi amaçlarına alet etmeleri ise şerefsizlik, adilik, sahtekarlık, aşağılık, yalancılık, namussuzluk, aklınıza ne gelirse kötü ahlak sıfatlarının hepsidir. Kurtuluş Savaşının hiç bir savaşan kahramanı bu ideolojilerin peşinde değildi. Bu din insanları sadece ve sadece din ve vatan kurtarma peşindeydiler. Bütün izmle biten kelimeler bu insanlarla eş tutulamaz. Benim kanaatim Ahmet Izzet Çalgünerin başka din adamlarının yaptığı gibi kendisini Batı devrimleri taraftarı gibi göstererek gizlice islamı yaşadığıdır.

    tarih 26.02.2021
    Anadoludaki Ermeni halkının Kurtuluş Savaşı sırasındaki tutumu değişiktir. Bazı yörelerde Fransızları desteklemişler hatta Ingilizlerin teşvikiyle işgalci kuvvetlere öncülük yapmışlar ve beraber savaşmışlardır. Aynı yörelerde hiç bir müdaheleye karışmayan ve muharebeye katılmayan Ermenilerde vardır. Fakat müslüman halkın yanında savaşa katılmamışlardır. Tarafsız kalan Ermeniler vardır, işgalci kuvvetleri desteklemeyip savaşa katılmayan ve işgalcileri kınayan Ermenilerde vardır. Hatta bunların içinde işgali kınayan ve Ermenilerin huzurunu bozarak Anadoluda kargaşa çıkarmak isteyenleri reddeden Ortodoks papazlar ve din adamları bile vardır. Illa örnek vermek gerekirse okuduğum Ankarada Ermeni çete lideri Hamparsun Efendi olayı, Ingilizlerin Ankarada Ermeni çetelerini teşvik etmeleri, Ankarada camilere dinamit yerleştirilmesi meselesidir. Bazı Ermeni ailelerin Ermeni çetelerine karşı çıktıkları için öldürüldükleri, kaçanların müslüman komşularına sığındıkları zamanın şahitleri tarafından anlatılmaktadır. Ermeni çetelerinin ve kandırılan Ermeni insanlarının yaptıkları savaştan yahut katliamlardan dolayı Kurtuluş Savaşı sırasındaki bütün Ermeni halkını sorumlu tutmamak gerekir. Bu durum Egede de aynıdır, Doğuda da. Fransızların işgalinden dolayı sevinen Ermeni komşusuna şahit olan Maraşlı vardır, fakat bu Ermeni sadece sevinmekle yetinmiş eline silah alıp Fransızlarla beraber olmamıştır. Nitekim Maraştaki Ermeni kilisesini gözetleme kulesi gibi kullanan Ermenilerde Ermeni çetecileridir veya çetecileri fiilen destekleyenlerdir,işbirlikçilerdir. Anadoludaki bütün Ermeni halkını zan altında bırakmamak gerekir. Burada suçlu olan Ingilizlerle işbirliği içinde olan Ermeni liderleri, kandırılan Ermeni zenginleri, çoğu Ermeni din adamlarıdır ve aşırı ayırımcı Ermeni milliyetçiler ve bunun uğrunda eline silah alan insanlardır ve bu insanları fiilen destekleyenlerdir. şimdi Ermeni halkının yüzde kaçı işbirlikçiydi diye bir tespit yapmak mümkün değildir. Bu tespit Kurtuluş Savaşı zamanında da yapılamazdı şimdi de yapılamaz.

    tarih 27.02.2021
    Bediüzzaman Said Nursiyi çoğu kişiler duymuşdur, şuradan buradan bir şeyler okumuştur mutlaka. şimdi yine sıra okumaya geliyorya. Sizin hangi dergileri kitapları okuduğunuza bağlı edindiğiniz bilgiler. Eğer okuduğunuz kelimeler bir Kemalistin süzgecinden geçmişse Said Nursiyi ya gerici, yobaz, ya hain, işe yaramaz insan olarak gösterir. Bir yazarın yazdığı yazılar Kemalist ideolojiyi adeta bir saplantı şeklinde sunuyorsa, ki bunu en kolay şekilde şöyle anlarsınız: En büyük ulu önder, Yüce Gazimiz, kurtarıcı, çağın lideri, gibi sözlerle karşınıza çıkıyorsa bu bir beyin yıkama usulüdür. Gerçekci yazar veya tarihci, bir kişiyi tarihin gelmiş geçmiş en büyük adamı olarak tanıtmaz. Böyle bir üslupla gerçekleştirilmeye çalışılan şey Kemalizmin kurucusunu yüceltme propagandasını tarihci olarak yapmakla beraber, hem kendini devleti elinde tutan Kemalist vesayete yarandırmak ve kendisinin Kemalist olduğunu göstererek taraf belirtmek ve "ben Kemalizmi savunuyorum, ben sizin adamınızım, benim ideolojimde zaten Kemalizm" demektir. Fesli deli yazdığı kitaplardan dolayı ne devletten para almıştır, nede Kemalizmden yararlanmıştır.Hatta hayatını ve servetini yalan tarihi çürütmek için harcamıştır. Fesli delinin ideolojisi şeriattır, fakat şeriat yakın cumhuriyet tarihinin de gerçeği olduğu için Fesli deliye bu yüzden bir şey söylenemez, çünkü yakın tarihin insanları şeriata göre yaşamışlar, şeriat uğrunda ölmüşlerdir, yani bu insanların ideolojiside şeriattır. Fesli delinin şeriatı savunması aynı zamanda yakın cumhuriyet tarihinde yaşamış insanların da savunması anlamındadır. Siz, okuyucuma, eğer siz Kemalistseniz, inandığınız Ataputunuz şeriata uyup imam nikahı kıydırdığını söylesem inanmazsınız. Sene 1923dür. . Ataputunuz Izmirdedir. Latife Hanımla Ataputun nikahı kıyılır. Latife Hanımla Ataputun arasında kıyılan nikah hangi nikahtır? şimdiki tabirle sorayım: Ataputunuzun nikahı resmi nikahmı yoksa imam nikahımıdır? Biraz durup düşünürsünüz değilmi? Hatta ne idüğü belirsiz çağdaşlık kelimesiyle beyinleri yıkanmış insanlar derki: " Ataputumuzun ne alâkası var imam nikâhıyla, dinle, islamla, tabiiki ulu önderimiz resmi nikahla evlendi!" derler.Peki medenî kanunun yani imam nikahı olmadan evlenme türünün 1923den sonra yani Atatürkün Latife hanımla evlendikten sonra çıktığını söylersen ne derler? "Aaa öylemi bilmiyordum. Zaten Atamız bu yüzden işte dini yasakladı, birden fazla kadınla evlenmeyi yasakladı" derler. "Peki" diye sorsanız "mâdem öyle Ataputunuz neden beklemedi, bu medeni kanun çıktıktan sonra evlenseydi, neden imam nikahıyla evlendi? " diye sorsanız (Aslında neresi medeniyse sadece ve sadece batı kanunları olduğu için bu kanunlar Avrupadan getirildi, kanunların içine bile bakılmadı, muhteviyatı nedir ne değildir araştırılmadı, Ataput emretti: getirin ne pahasına olursa olsun tercüme edin, biz Batılılaşacağız diye bu kanunlar getirildi.) "Ataputunuz neden beklemedi" sorusuna sizce en isabetli Kemalist cevap sizce ne olur? Neyse ben bazı Atatürkü şiddetlice eleştiren insanların bir cevabını aktarayım. Dikkat, bu cevap benim cevabım değildir. Bu cevapta insanın içgüdüsüyle ilişkilidir. Ne demek istediğim çoğu tarihle uğraşan kişilerce anlaşılmışıtr. Farkına varmışsınızdır ben biraz alay ediyorum böylesi çağdaş, uygar, medeni insanlarla, daha doğrusu Atatürk üzerinden kendini uygar, medeni, çağdaş, münevver sananlarla. Bu imam nikahı meselesini burada değinmemin sebebini az sonra anlayacaksınız. Maraşlı meşhur Vezir Hocanın sözlerini önce hatırlatayım: Camiide namaz kılmak vatanı olan müslümanlar için farzdır, eğer vatanınız yoksa camiide namaz kılmak mecburiyetinde değilsiniz. Artik bundan sonra namaz kıldırmıyorum. Ne zaman düşman burayı terkeder o zaman tekrar camiide namaz farz olur. demiştir. Ve Maraşlılar düşmanı Maraştan atmışlardır. Bu demektirki Islam için vatan gereklidir. Yani Kurtuluş Savaşında insanlar Islamı korumuşlardır, islam için savaşmışlardır, vatan islamdan sonradır, ikinci plandadır. Vatan islamın yaşanması için bir araçtır. Maraştaki çarşaf olayının başlamasına bir Maraşlı kadının çarşafına bir Fransız askerinin el uzatması yetmiştir. Izmirli müftü Rahmetullah Çelebi efendi Izmirin işgali başlaması sırasında yaptığı şeylerden biriside izmirdeki bütün camilerde sela okutturmasıdır. Bu sela protesto amaçlıdır, halkı islamı korumaya çağırmıştır. Rahmetullah Efendinin yaptığı diğer hizmetlerini yahut diğer gerçek kahramanların yaptıklarını burada sıralarsam kitapları doldurur. Zaten yeterli kadar kitap dergi mecmua günlük gazete vesaire yayınlanmıştır. sadece bir eseri burada belirtsem yeter. Yazar Recep Çelik in doktora tezi, yayın tarihi, 1998 Milli mücadelede din adamlarının rolü. Sela okunması derken 15 Temmuz 2016 tarihindeki Kemalist darbesi gecesindeki sela okuyan imamların CHPliler tarafından dövülmesi aklıma geldi. Fethullah darbesi değil Kemalist darbesi. Fethullah Gülen sadece maşaydı. Neyse bunu başka yazımda anlattım. Rahmetullah Çelebi efendi 15 Temmuzu yaşasaydı, sela okuyan imamları dövenleri öğrenseydi herhalde şöyle derdi: "Heyhat! Fuzuli yere emek sarfetmişim. Mukavemet gösterdiğim Yunan düşmanı meğer Kemalistlerden, CHPden daha insaflıymış. Yunan işgal etti, imamlara söyledim sela verdiler fakat Yunanlılar imamları 15 temmuzda dövüldükleri gibi dövmediler." Bu sözlerim size Kemalistlerin Fesli deliye hain gözüyle bakmalarının sebebini hatırlatmadımı? Ne demişti Fesli: "Keşke Yunan bizi yönetseydi, Yunanlılar bu kadar Islamı yoketmezlerdi, tarihimizi, geleneklerimizi bu kadar yasaklayamazlardı." 1919da Izmirde düşmandan kurtulmak için sela okutuluyor, 2016da aynı sebepten dolayı okunan selaya tepki vererek imam dövülüyor. Fesli delimi haklı, Kemalistlermi haklı? imamı dövenlermi, Yunanlımı? Dini, geleneği, Osmanlıyı, tarihi, harfi, kılık kıyafeti, ölçüyü, tartıyı, yasaklayan Yunanlımıydı?Neyse bırakalım bu Kemalizm propagandasını. şimdi gelelim Ataputun nikahını kıyan imama. Hangi imamdı bu? izmirde sela okutan izmirli müftü Rahmetullah çelebei efendi. şaşırdınız biraz, fakat olsun.

    Kemalizm propagandası derken durmadan önümüze pişirilip pişirilip getirilip, ısıtılıp ısıtılıp getirilen meşhur Kemalizm propagandası aklıma geldi. şöyleki: Kemalistler her zaman iddia ederler: Atatürk olmasaydı annen belli olurdu, fakat baban belli olmazdı. Yani Yunanlar Türk kadınlarına tecavüz edeceklermiş, babası belli olmayan bir nesil meydana gelecekmiş, eğer Atatürk olmasaymış. şimdi bu propagandacılar tarihle âlâkası olmayan kişiler. Yahutda bilerek kasden böyle propaganda yapıyorlar. Ataputunuzun doğrudan cephede savaştığı tek Kurtuluş Savaşı cephesi yok. En önde savaşan Fevzi Çakmak vardır. Ataput tek kurşun atmamıştır doğrudan Yunanlılara. Kurtuluş Savaşında tek ordu yoktur, bir çok ordu vardır, kumandanları da değişiktir.Tek Ataputunuz kumandanlık yapmamıştır, diğer paşalarda kumandanlık yapmıştır. Halk ordudan bağımsız da düşmanla savaşmıştır. Başka bir şey söyleyeyim: Yunanlılar zaten Egeyi işgal etti 2,5 sene boyunca. Eğer tecavüz ettiyse zaten etmiştir, bunada zamanları ve güçleride vardı. Yani babası belli olmayan bir Ege nesili zaten şimdi meydanda olması gerekmiyormu? Ataputunuz Yunan işgalini hemen bir günde bertaraf etmediki, babası belli olmayan çocuk nesli edebiyatı yapıyorsunuz. Alay ettiğiniz Fesli deli Yunan mezalimi kitabında kadınlara yapılan tecavüzleri anlatmıştır. şöyle söylerseniz haklıydınız: Ataputumuz geldi tek başına milli mücadeleyi başlattı, kadınlara tecavüze fırsat vermeden atıyorum 2 ay 5 ay içinde Yunanı gebertti. Bütün halkı ayaklandırdı. Hayır, tersini yaptı, ayaklananları önce durdurdu, "gel benim orduya katıl, sonra savaşalım" dedi.

    Babasız çocuk deyince aklıma Atatürk zamanında CHPli Doktor Abdullah Cevdetin Atatürke teklifi geldi, hani 'damızlık erkek' geyiği derler. Sol kesim böyle bir şey yok der. Cevdetin önerisi şudur:
    -------Alıntının başı----------
    ...diğer bir olumlu tedbir, kanımıza kan ilave etmektir. Türkiye içine bir göç sistemi oluşturmalıdır. Ben bu sistemi inceliyorum. Sonucu Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na sunacağım. Bunun ana çizgileri, Italya, Almanya gibi müthiş derecede artan ve taşan milletler vardır... Bunları Türkleştirmek şartıyla arazi veririz. Sosyal durumları layık olan bu adamlar Türklerle evlenerek sıhriyyet [akrabalık] ve karşılıklı ilişkiler kurarak, Türk ırkı içinde kaynar, diğer şart da Anadolu içine gelecek ve kanlarını kanlarımıza katacak bu göçmenlerin ziraat ve ziraat sanayiinde bilgili olmaları ve bir miktar sermayeye sahip bulunmaları gerekir.
    ------- Alıntının sonu----------
    Dikkat ediniz yabancı Avrupa ailesi gelsin, denilmiyor, adamlardan yani erkeklerden bahsediliyor, kanımıza kan ilave etmekten bahsediliyor ve zengin çiftci olmaları şartı getiriliyor. Siz bunu nasıl anlarsınız? hani yukarıda Atatürk olmasaydı annen belli olurdu fakat baban belli olmazdı lafını söylemiştim. Bu öneri herhalde annesi belli babası da belli olan çocuk nesli oluyor herhalde. Ya peki mecliste Islamı bırakıp halkı hıristiyanlaştırma tartışmalarına ne diyeceğiz?

    Bediüzzamandan bahsetmiştim. Neyle Said Nursiyi yaftalıyorlar? Gerici, yobaz Kürt, çağdaşlığı benimsemeyen, halife meraklısı, falan. Mahkemelik olup ceza yemesinin sebebi ise Ataputumuzu kurtuluş savaşının tek kahramanı olarak tanımaması. Mahkemede kendisini müdaafa ederken Ataputun kurtuluş savaşının tek kahramanı olamayacağını şu 3 sebeple açıklamış: Bir savaşı tek kişi kazanamaz, savaşan bütün askerlerin emeğidir. Tek bir komutan veya asker bu yüzden mutlak tek kahraman olamaz. Said Nursi kendisine Ataputun teklif ettiği doğu vilayetleri din işleri müdürlüğünü reddeder. Çünkü daha önceden yaptığı hadis tefsirlerinde kıyamet zamanlarında bir kişinin başa geçeceği ve bu kişinin dini yıkacağından bahsedilmektedir. Said Nursi bu kişinin Atatürk olduğunu zanneder. Atatürkün Kurtuluş Savaşındaki bütün kahramanlıkların kendisinde toplamasını ve diğer bütün savaşan kahramanlarının ordunun unutturulmaya çalışıldığını Ataputun kendisini putlaştırmaya çalıştığını görür. Bu yüzden Ankarayı terkeder, memleketine döner. Bu Bediüzzaman Said Nursinin meşhur Emirdağ lâhikasıdır.
    -------Alıntının başı----------
    "M. Kemal Paşa heykelini yaptırmaya ilk teşebbüs ettiği sıralarda, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ona hitaben uzun bir mektup yazdı ve Paşa'nın yaverine verdi, M. Kemal Paşa'ya vermesini söyledi. O mektubu ben de görmüş, çok korkmuştum. Hatırımda kalan bir kaç cümlesi şöyle idi: "Nasıl ki insanın avret yeri mestûr olduğu zaman, sair insan ve mahlûkat görmezler. Amma eğer bir insan, bilerek ve kasten avret yerini açar, dolaşırsa; o zaman herkese maskara olur. Aynen öyle de, bu sanem ve heykel dahi, Âlem-i Islâm'ın bin seneden beri bayraktarlığını yapmış olan bu milleti temsil etmediği gibi, gayet ahmak ve divane birisinin avret yerini açarak halka teşhir eder misüllü bir hamakat ve maskaralıktır. Bu millet için yapılacak heykel; yol, köprü, mektep vesaire gibi hizmetlerdir.
    ------- Alıntının sonu----------
    Evet Ataputumuz daha hayattayken kendi heykellerini(pardon putlarını) diktirmişti. Çeşitli şehirlerde tam 16 heykel yaptırmıştı. Bunların hepsi Avrupadaki heykeltraşlar tarafından yaptırılmıştır. Bediüzzaman Said Nursi cezalandırılır.Hayatı hep sürgünlerle geçer. Said Nursi irticai hareketler bahane edilerek Ataput imzalı kararla sürgünde bulunduğu Vandan ıspartaya(Barlaya) sonra Kastamonuya nakledilmiştir(sürülmüştür). Bu kararnameyi internete koyup koymamak için çok düşündüm. Prensip olarak bütün rastladığım vesikaları sayfama yüklesem sayfam çok büyüyecek. Fakat koymasam araştırmayan, Ataputa tapan, her zaman belge isteyen Kemalistler bana inanmayacaklar. Orta yolu bulup en azından bir kaç belge koymam gereğini düşündüm. Işte Said Nursinin sürgün belgesinin biri. Said Nursinin Kurtuluş Savaşındaki hizmetleri için birazda bu yazıyı okuyanlar kendiniz araştırın.

    said nursinin sürgün kararı

    tarih 28.02.2021
    Ataput basını susturmadı demokrat bir adamdı diye kendi dünyalarında pembe tablolar çizen Kemalistler için sadece Sebahattin Aliyle ilgili bir alıntı yayınlayayım dedim. Alın size bir Sebahattin Ali şiiri.

    hey vatanından ayrılmayanlar
    bulanık dereler durulmuş mudur?
    dinmiş mi olukla akan o kanlar?
    büyük hedeflere varılmış mıdır?

    asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
    mebus yaparlarmı her şaklabanı?
    köylünün elinde varmı sabanı?
    sıska öküzleri dirilmiş midir?

    cümlesi beli der enelhak dese
    hâlâ taparlarmı koca terese?
    ismet girmedi mi hâlâ kodese?
    kel alinin boynu vurulmuş mudur?

    şiiri anlamakta zorluk çekiyorsanız Ataputunuza şikayet edin. Türk Dili katliam Kurumu uyduruk kelimeler türettiği için anlayamıyorsunuz. Neyse sizin için biraz tercüme yapalım:

    cümlesi beli der enelhak dese:
    hâlâ taparlarmı koca terese?
    anlami:
    hepsi evet der ben tanrıyım dese.
    halen taparlarmı büyük pe...ke.
    kasdedilen tabiiki Ataputtur.

    Bir kominist olan sebahattin ali bu şiirinden dolayı Atatürk döneminde öğretmenlik mesleğinden atılmış ve cezaevine atılmıştır. Atatürk döneminde böyle bir şiir yazan sebahattin aliyi cesaretinden dolayı kutlayıp tebrik etmek lazım. Daha sonra dergi çıkaran sebahattin alinin dergiside kapatılmıştır. Daha sonra yurtdışına kaçmaya çalışırken suiskaste kurban gitmiştir. Kim öldürdü(öldürttü) acaba?

    tarih 03.03.2021
    Manisa müftüsü hocazade Alim Efendi şeyhülislamın işgale karşı çıkılmamasına dair çıkarılan fetvaya karşı 9 değişik müftülerin yardımıyla bir fetva yayınlamış. şahsen Kuvvayı milliye yardımı olduğu gibi, el altından çok hizmetler yürütmüş. Hayatı 1929da sona erdiği için tahminimce Batı devrimleriyle bir ilgisi olmamış. Hayatını anlatan Nejdet Bilginin kitabı sadece ücret karşılığında satın alınabilip okunabileceği için cumhuriyetten sonra hükümete nasıl bir tavır aldığını öğrenemedim. Daha fazla araştırma imkânım olmadığı için Hocazade Alim Efendiyi bıraktım

    Bu arada belirtmem gereken, ingiliz muhripler cemiyetinin halk arasında teveccüh görmesinin sebebi ve Anadolu isyanlarının sebebinin ne olduğudur. Anadolu isyanlarının sebebi sadece ingilizlerin kışkırtması yahud ingiliz propagandası değildir. Ataput Sakarya savaşından sonra eskiden gizlediği hilafet ve saltanat düşmanlığını yavaş yavaş ortaya çıkarmıştır. Iradeyi ele geçirince ve Kuvvayı Milliyeci çetelerin (yarısını diyelim) Ankara ordusuna geçirince padişah, din ve halifelik hakkında olumsuz açıklamalar yapmıştır. Anadoludaki isyanların çıkmasının bir sebebide budur. şunuda her zaman unutmamak gerekirki, Milli mücadeleye karşı verilen fetvalar ve kararların çoğu ingiliz askerinin silahıyla ve zorlamasıyla verilmiştir. ingilizler bir ülkeyi işgal ederken ve sömürge yaparken, her zaman o devletin içerisinde kendi düşüncesinde, kendi siyasetinde bir sınıf oluşturmuş ve o devletteki milli halkı kendisine bağlı kukla azınlık sınıfıyla ya yönetmiş yahut çarpıştırmıştır. Çanakkale savaşını şimdilik bırakalım. Kurtuluş savaşında istanbul hükümetini ve saltanatı bir gönüllü sömürge yapmak istemişsede, bunu başaramamış ve ancak silah zoruyla Kuvvayı Milliye karşı îdam kararları ve fetvalar çıkartarak Osmanlı halkını birbirine düşürmeye çalışmıştır. Fevzi Çakmak istanbul millet meclisinden gelerek Ankara Millet meclisinde bu silah zoruyla alınan kararları ve fetvaları anlatmıştır. Meclis zabıtlarında mevcuttur. Bu sıralarda hem Istanbul millet meclisi hemde ankara millet meclisi kararlar vermekte ve toplanmaktadırlar. Dikkat ederseniz Ingilizler Anadoluda asker ve kurşun harcamamıştır. Hani Ataputumuzun bilinen bir lafı vardır. istanbulu işgale gelen ingiliz askerlerine "Geldikleri gibi giderler" demiştir. Bu lafa karşılık Churcillin lafını burada verelim. Hangisi yeni kurulan Türkiyede daha çok geçerliymiş, siz karar verin: 1. Dünya savaşında Churchill savaş bittikten sonra ve ingiliz askerleri, ingiltereye, vatanlarına geri döndükten sonra Churchille bir sual sorulur. Sual şöyledir : "Madem ingiliz ordusu müstemlekelerden(sömürgelerden) geri çekilecekti, öyleyse neden dünya kadar para harcadınız, milyonlarca sterlinin kaybına sebep oldunuz?" diye sorulur. Churchilin cevabı şudur : "Biz aptal değiliz, o kadar para harcayıpda, geri çekilelim. Biz gittiğimiz her yerde bize itaat eden kukla devletler ve hükümdarlar geride bıraktık. Onlar sayesinde biz hâlen onları yönetiyoruz." Acaba Churchill bu lafını Türkiye içinde söyledimi diye bir sual soruyorum kendime? Ben her zaman olduğu gibi karar ve cevap vermiyorum, yorumu size bırakıyorum. Churchillmi haklı, Atatürkmü haklı? Acaba ingilizler geldiği gibi gittilermi? Istanbul işgal altındayken istanbul ordusu komutanı Selahattin Paşanın hatıralarını okursak sanki ingilizler düşman değilde bir dost, bir misafir gibi ağırlanmış ve sanki bir dost ve misafir gibi ingiltereye uğurlanmıştır. ingilizler acaba neden Selahattin Paşayı öldürmediler? Silahsızlandırılmış Istanbuldaki Osmanlı askerlerini öldürmemelerini anlıyoruz, fakat silahlı olarak istanbula gelen Ankara ordusu komutanı Selahattin paşa ve askerlerini neden öldürmediler veya silahlarını bırakmalarını istemediler?

    Ingiliz muhipler cemiyetinin çıkarttığı söylenen ve aslında ingilizlerin propagandasının bir parçası olan ve uçaklardan halka dağıtılan bildirilerde şöyle metinler vardı. "Ingilizler hilafeti ve padişahı koruyacaktır, Kuvvayı Milliye veya Ankara hükümeti ise hilafeti kaldıracaktır. Buna müsaade etmeyin ve direnin. Ankara hükümetine başkaldırın." Halk bu bildirileri okuyunca ve Ankaradan millet meclisinden gelen hilafet tartışmalarını duyunca tabiiki başkaldırdı. Ankara hükümeti daha Yunanlarla savaşılırken hilafet ve din saltanat tartışmaları yapmaya başlamıştı ve Osmanlı halkı bu tatışmalardan haberdar olmuştu. Osmanlı halkı hilafetten ve saltanattan yanaydı. Bu yüzden Anadolunun çeşitli yerlerinde isyan başlattı. Resmi tarih bu Anadolu isyanlarını irtica, mürteci, isyan, eşkiya ve çete hareketi olarak gördü. Ankara hükümeti topladığı Kuvvayı Milliye askerlerini bu halkın isyanlarını bastırmak için kullandı. Halbuki Erzurum kongresinde Ataputumuz hilafeti korumaya imza atmıştı, bildiriler yayınlamıştı. şimdi sevgili okuyucum düşün: Ataput sahtekarlık yapmadımı? Hem 1,5 yıl önce hilafeti korumaya yemin et, 1,5yıl sonra ise, eline iktidar geçince, hilafeti ve dini, saltanatı kaldırmaya kalkış, sonra buna karşı çıkan halka kardeş kanı döktür. Kardeş kanı döküldüğü gibi bu şehirleri, insanları vatan haini diye yaftala. Fakat aslında şöyle olması gerekmezmiydi? Önce rejim ve din tartışması yapma, savaşı bir an önce başlat, sonra savaşı kazandıktan sonra halka git ve sor: "hilafeti istiyormusunuz istemiyormusunuz, saltanatı istiyormusunuz, yoksa kalksınmı?" Kemalistler hemen atlarlar. "Efendim zaten millet meclisi bütün kararları verdi. Ataput kendi başına karar vermedi." Işte sahtekarlık buradan başlıyor. Hayır, tek parti olan CHP her şeye kendisi karar verdi ve tek partinin milletvekillerini de Ataputumuz kendisine muhalif olmayan mason, ateist insanlardan seçti. Milletvekillerinin çoğu kendisine bağlı kişilerdir. En az 5 veya 10 okul arkadaşları vardır milletvekillerinin içlerinde. Diğerleri yakından tanıdığı kişilerdir. CHP kurulmadan öncede CHP çizgisinde ittihat ve terakki partisi ve başında Ataputumuz vardı ve türlü hilelerle mecliste azınlık oylarıyla dediğini arkadaşları milletvekillerine yaptırmıştır. Yani adını koymak gerekirse CHP kurulmadan önce yarı diktatötörlük, CHP kurulduktan sonra mutlak diktatörlük kurulmuştur. idarenin cumhuriyetle falan hiçbir ilişkisi yoktur. Dikkat edilirse bütün kitaplarda bütün zabıtlarda, bütün hatıralarda şöyle geçer: Atatürk emretti, Atatürk buyurdu, Atatürk hazretleri, ulu önder, en büyük düşünür, yüksek ve âlâ ve âlâ teşriflerini bizim gibi aklı cılız kullarına nail etti. Biz düşünemiyorduk, aklımız yoktu veeeeeee en büyük devrimci bir geldi, pir geldi Atatürk devrim yaptı, Atatürk Osmanlıyı, hilafeti kaldırdı, bizde en yüksek medeniyete en yüksek askerliğe, en yüksek uygarlığa, en yüksek demokrasiye birdenbire ulaştık. Maşaallah demek geliyor içimden. Tabiiki bunlar kemalist, gerizekalı söylentiler. Hatta daha ileri giden akla ziyan Kemalist saçmalıklarda varda. Herkes biliyor zaten. Burada şimdi o Ataputu tanrılaştıran laflara değinmek bilime, mantığa, tarihe küfür olur. Onları Kemalistlere bırakalım. Fakat şöyle geçmez. Işte falan belediye başkanının veya vâlinin veya encümenin tavsiyesi diğer kurul üyelerinin kararı ile kabul olundu uygulandı. Hayır demokrasi diye bir şey yoktur. Ataputun diktatörlüğü vardır. Ankara Millet Meclisi göstermelik bir kukla topluluğudur. Ataputun her dediği harfi harfine yapılmıştır. Yani Anadolu isyanlarının ve dökülen kardeş kanının sorumlusu Ataput ve Batı yanlısı arkadaşları, milletvekilleridir. Kardeş kanı döküldüğü şurada dursun birde bu insanlara hain damgası vurulmuşturki, hâlen bu vurulan damga yerinde duruyordur. Devlet, aynen nasıl Dersim katliamları yüzünden Tuncelilerden özür dilemişse, bu Anadolu isyanlarında başkaldıran insanlardanda özür dilemesi gerekiyor. Hâlen bazı yazılara rastlıyorum. Hilâfetin kaldırılmasına başkaldırdıkları için asılan insanların torunları bile hâlen kendilerinde bir suç, bir vatan hainliği duygusu hissediyorlar. Böyle bir sahtekârlık, böyle bir ihânet, böyle bir kendi vatandaşını, milletini sindirme, korkutma olabilirmi? Gelmiş geçmiş en büyük, en kanlı, en sert diktatör Stalin bile böylesi işler yapmadı. Fakat bizim yurdumuzda bunları sahtekârlıkla yapan diktatörlük hâlen el üstünde tutuluyor, en büyük tanrı olarak senelerdir kutlanıyor. Okullarda hâlen merasimler düzenleniyor. Her yıl her 10Kasımda insanlar putlaşmış gibi saygı duruşunda duruyor. 10 Kasımda insanlar beyinlerini durduruyorlar, düşünmüyorlar. Ya buradan en azından ateistlere sesleniyorum. Ateist insanlar mesela Allahı sorgularlar. Her şeyde bir delil ararlar. Allahı gözle göremedekleri için ispat edemiyoruz o yüzden Allahı reddediyoruz derler. Peki 10Kasımda neden saygı duruşunda bulunuyorsunuz? Ataput ateizmi getirdi diyemi? Atatürk ne yaptı? Dehamıdır? Nedir, ne değildir? Yaptıklarını normal bir insan yapamazmı? Geçmişi nedir? Nasıl bir insandır? Ateist insan başka insana tapamaz, insan olduğu için sadece saygı gösterir ve herşeyi sorgular. Fakat bakıyorsunuz Türkiyede ateist insanlar neredeyse Ataputa tapıyorlar, sorgulamıyorlar. Ateist bir bakıma başkaldıran, sorgulayan demektir, öyleyse neden Ataputu araştırmıyorsunuz? Onu eleştiren kişilere kulak vermiyorsunuz? Aklınızmı tutuluyor her 10 Kasımda? Allahı ve Kuranı sorguladığınız kadar birde ölmüş gitmiş putunuzu sorgulayın. Ya peki Allaha inanan insanların hâli ateistlerden daha korkunç. Zeka seviyesi yüksek olandan tutun, normal ikokulu zorla bitiren insanına kadar Ataputu sorgulamayan ve peygamber seviyesine yükseltenler var. Bu da yetmezmiş gibi Yeşil Kemalistler türedi, sayılarıda ordular kadar çok. Neyse konumuz Anadolu isyanlarına dönelim. Gidin Konyaya, Boluya, Kırşehire, vesaire. Mahkûm edilen veya asılan, hilafet için başkaldıran insanların torunlarına sorun. Bu zâlimlik değilmidir? Nedir sizce? Tarihimizde bu isyanlar yüzünden yıllar boyunca toptan cezalandırılan şehirler vardır.

    Neyse gelelim Bediüzzaman Said Nursiye. Said Nursinin sürgün kararının altında Ataputumuzun imzası var. Sürgün edilişinin sebebi aslında Said Nursinin yazdığı yazılardır. Kararnamede şeyh Sait isyanıyla ilişiği olduğu iddia edilmekte. Ilişiği ise herkes tarafından bilinen yeni devrimlere yazılarıyla karşı çıkmasıdır. 32 yıl sürgünde geçirmiş ve 1951 yılına kadar kapısında jandarma beklemiştir, 32 yıldır çektiği işkenceler üstüne caba, hapishanede zehirlenmiştir. Saidi Nursinin önceki adı Saidi Kurdi sonraları Bediüzzaman Saidi Nursidir. Nur tarikatının kurucusudur. Risalei Nurla meşhur olmuştur.

    şimdi size birebir Said Nursiyle ilgili 2 hâtırayı aktaracağım. Birincisi Fesli Delinin bir şâhitten Said Nursi hakkındaki hâtırası, ikincisi ise Said Nursinin sürgünde kaldığı Barla kazasındaki kapı komşusu bir kadının çocukluk yıllları. Kadın şahidin evi ısparta, Barla kasabası Said Nursinin kaldığı eve çok yakın. Bu yüzden Said Nursiyle ilgili olan olaylara kendi gözüyle şahitlik yapmış birisi. Olayları birebir kendisi yaşamış. Bundan daha fazla gerçek, hakikat bulamazsınız.

    Önce Fesli delinin konuşması:

    ---------------Alıntının başı------------------
    Hüsrev Efendi (Ahmet Hüsrev Altınbaşak) benimle beraber hapishanedeyken bana anlattı.... Hüsrev Efendi bir kahramandır ....Said Nursinin, Risalei Nurda "o istediği değişikliği yapar" dediği Hüsrev Efendinin bana hapiste anlattıklarıdır. O sözü yazdığım yerdede bu kaynağı zikrettim. (Said Nursi Sultan Reşaddan aldığı altınlarla) hayatı boyunca geçindi. Harbi umumi çıktı(1çDünya savaşı)., bu işi yapamadı (Vanda Darülfünun kuramadı), Hamidiye alaylarıyla Ermenilerle savaştı, benim (kitabım)Ermeni Meselesinde resmi var, esir düştü, rusyada esarette kaldı, Türkiyeye döndü, Mustafa Kemal devrini idrak etti,buraları kısa geçeyim, Mustafa Kemalle münakaşa etti Ankarada, Erek dağına çekildi, anladıki, ha burda bir şey söyleyeyim. Bu da gene Hüsrev Efendiden nakil. Ankaraya bunu(Said Nursiyi) çağırdılar. Yunan harbi sırasında. Buna mecliste (Ankara Millet Meclisinde)hoşamedi yaptılar. Zabıtlarda vardır. şark ulemai muteberesinden molla Sait Efendi teşrif etmiştir. Kendisine hoşgeldin diyoruz. Bitlis milletvekili olan iki kişinin takririyle(önerisiyle) Mecliste kendisine hoşamedi yaptılar(Hoşgeldin karşılaması.) Bu baktıki mecliste çoğu hoca olan o milletvekilleri namaz kılmıyor. Bunları ikaz için bir beyanname neşrettti. Siz burda mehmetçiğe emrediyorsunuz, böyle namazsız olursanız ahirettte mehmetçikten o istimdadı nur edersiniz dedi. Milletvekillerinin namazsızlığını tenkit etti. Bunun üzerine bunu Mustafa kemal çağırdı. Ya biz seni çağırdık bize yardımcı olasın diye, sen geldin burda milletin namazıyla ziyanıyla uğraşıyorsun. Aralarında çetin bir münakaşa geçti. Saidi Nursi -ben bunu sarıklı mücahitlerde kısmen yazdım, bu beyannameyi de yayınladım, Ali şükrü matbaasında basılmıştır bu da, bir broşür şeklinde- Ali şükrü beyin Ankarada matbaası vardı o zaman. Tan diye bir gazete çıkarıyordu-. Saidi Nursi karar verdiki ben bu Mustafa Kemali öldüreyim. Işte gerçek suikast budur. Mustafa Kemal hakkındaki çoğu suikastler uydurmadır (kendisine) muhalifleri tasviye için. Sait Nursinin Hüsrev Efendiye(Ahmet Hüsrev Altınbaşak a) anlattığına göre, Hüsrev Efendinin de bana anlattığına göre Ulusta arkasından Mustafa kemale yetişir. şimdiki heykelin olduğu yerde. Mecliste hemen ordadır. Eski ittihat Terakki klübü, şimdi müze. O meclise giderken orda arkadan yetişti. Kamasını(belindeki kemerinden) çıkardı. Mustafa Kemale 1 metre mesafede. Diyorki devrin kutbunu gördüm. (Devrin Kutbu o zamanın tasavvufta en yüksek makama ulaşmış kişisi demektir.) Yapma dedi. Bunu Hüsrev Efendi -Said Nursinin eserinde methettiği bir insan- bana anlattı, Eskişehir cezaevinde. Yapma. Anladımki bu millet bunun zulmüne müstehak olmuş(hak etmiş), bu âhır zaman fitnesidir. Kamamı yerine koydum. şarka gittim inzivâya çekildim. şeyh Sait Efendi isyan edince bu(Said Nursi) isyana dâhil olurda diyerek korkusundan onu inzivadan çıkardılar. Zerek(Erek) Dağında bir inzivâya çekilmişti. Batıya naklettiler, ondan sonra sürgün hayatı başladı. Risalei Nurlar safhası başladı. ---------------Alıntının sonu------------------

    şimdi Barladaki yaşlı bir kadının sözleri. Bu yaşlı kadından(Zehra Teyze) çok özür diliyorum, belki memnun olmaz söylediklerini aktardığım için, lütfen kusura kalmasın. Fakat gerçekler adına ne pahasına olursun yayınlamam gerek. Bazı yerlerde imlâyı, kelimeleri mahsustan yöre şivesine göre değiştirdim. Yanlışlık değildir, kelimelerini birebir vermek istedim.

    -----------Alıntının başı----------------------
    -Benimi çekiyorsunuz?
    -Teyze video çeksek mesele olurmu?
    Üstad (Bediüzzaman Said Nursi) hakkında bir video hazırlayacağız...için.
    -Oğlum beni hapise götürürlermi??
    -Yok, Yok. öyle bir şey kalmadı elhamdülillah.
    -Ihtiyarladım gayrı süründürmeyin beni.
    -Yok teyzeciğim. Teyzeciğim bizim dersanemiz var, genç kardeşlerin gelip gittiği.
    -Nirde duruyon sen?
    -Bizim dersanemiz.......de........ içkinin uyuşturucunun çok olduğu bir yer.Deniz var açıklık saçıklık çok fazla.
    -Bizim buradada türedi o. Bu deniz oldukça bizim buraya geliyolar.
    -Eğirdiredemi geliyorlar?
    -Geliyolar.Bizim burayada gelmeğe başladıla. Barla çok iyi, gine iyide. Gün günden beter geliyorla. Âhir zamandayız yavrum, âhır zamandayız. Ne yapalım, Allah yardım etsin.
    -1932 doğumluyum.
    -Üstad(Said Nursi) Barlaya 1926da gelmişti değilmi?
    -Onu bilemeyrum, ben o zaman çoh ufağmışım. Biz burdan(elini kaldırarak), hoca geliveriyo dirlerdi. Ufağıdık. şöyle giderdik. ufak değilmiyiz, giderdik, ayaklarına sarılırdık, Hoca hoşgeldin, hoşgeldin, hoşgeldin. O da bizi okşardı, böyle, böyle(ellerini kafasına götürerek işaret ederek).başımızı okşardı. Ordanda (sokaktan) öyle giderdi evine çıkardı. Bizde çıkaadık arkasından bakarak. Viran bir evi vardı. Viranıdı. Odasıda virandı yavrum. Odasına girerdi. Bizde döner gelirdik. Jandarma bekliyordu.
    -Evin önündemi bekliyordu(jandarma)?
    -Buralar evler kiremitlikler hepsi toprak damdı. Taşlan yuvarlarladı.Yokluk. Jandarma bekleerdi. Yasak. Kimseynen konuşturtturmazlardı.Kimseyi koymazlardı yanına. Yanına girenleri hapse götürürlerdi. Alır giderlerdi hapse atarlardı. Yasak, o zaman yasağıdı. Ondan sonra, ordan indirirlerdi(odasından Said Nursiyi). sabah olunca, hayvana bindirirlerdi. Deniz kenarına indiriğlerdi. Deniz kenarından kayığa bindirirledi.Gayıktanda Eğirdirin istasyonuna indirirledi. Istasyonda trene bindirirleğdi. Trenlen Denizliye giderdi. O zaman araba mı var ya. Trenle gider geliyirıh Denizliye. Orda mahkemesi olurdu, ne mahkemesi bilmeyrum.Orda mahkeme olur, tekrar jandarma geri getiriydi aynı oraya indiriydi. Hayvan giderdi burdan, hayvana bindirir geliirlerdi burya.Tekrar evine girerdi. Öyle, öyle, öyle. Günü öyle geçiyordu. Kimse girmezdi yanına, yasağdı.Ezanla okunmeyo. Allahuekber demezlerdi. Camilerde denmiyo. Tanrı uludur derleğdi. O onbeş sene sürdü tanrı uludur burda. Tam on beş sene bu camide okunduğunu bilirim. şimdi ondan sonra biz azcık büyüdük(eliyle ne kadar boylarının olduğunu göstererek) gayrı altı yedi yaşına girdik. Biz kör galdık tabii. Yasak okumak, eski yazı okumak yasak, kuran okumak. Hepsi yasak oldu. O yanda (mahallenin o tarafında) Bediüzzamanın talebesi var.Talebesininde bir kızı vardı.Hafız. Biz oraya saklı saklı okumaya gidiyoruk.Ahmet Hocanın kızı, bu caminin hocasıydı. Oraya saklı saklı gidiyorduk biz okumaya. Ordada bizi şikayet edivermişler. Yakaladılar bizi orda. Ben 7 yaşındaydım o zaman. Mehmet Kervancı 6 yaşındaydı. Biraz arkadaşlar var. 8 çocuktuk biz. Orda yakalandık biz. Ondan sonra candarma bizi aldı garagola götürdü. Ya yavrum. Gar, tûfan,tipi. Kar öldürecek bizi. Gece saat ikiydi, galhtıla.Jandarmalar geldi dediki: Dokuzda yetişeceğsiniz mahkemeye. Nasıl yetişeceğen eşeğnen, hayvannan. At yoh, araba yoh. Nasıl yetişeceğsiniz dedileğ. Gece kalhtıh düştük yola. Gar, tipi. Gidiyoruz hayvanlarla. Eşeklerin üstüne bindiriyorlar bizi, eşeğin üstünde donuyoruz. Kar, tipi suratımıza çarpıyor. Ondan sonra. Ağlayış, çığırış Bedir Ovasına vardık. Bedir ovasında bir ışık gördük. Bu kimki acaba? Babam dediki: Zehra dur bakalım bizden evvel giden var.Bu kim? Hepimiz ayrı ayrı çıkmışız yola. Sonra vardık. Kervancı Mehmet ve onun babasıymış. Ateş yakmış çocuğa(ısınması için). Mehmet abinin babası Süleyman abi. Risalei Nurda Sıddık Süleyman Kervancı diye geçer. Yakmışlar ateşi amma çocuk ağlıyor. sızlıyor. Kemikleri sızılamış çocuğun(soğuktan). Aman yaklaştırmayın. Çocuk ölüyor. Çocuklar ölecek, çocuklar ölecek. Ateşe yaklaştırmayın. Yürütüyorlar bizi gayrı bunlar ölecek diyorlar. Yürün ha, yürüyün ha, yürün ha. Kâh eşşeğe bindiryorlar, kâh indiriyorla.Öyle, öyle güneş doğarken Eğirdire geldik. Bir hana koydular bizi. Bir goca cübbeli adam geldi, heybetli şöyle. O da avukatımış hapishaneye girenlerin avukatıymış.Bizi okutanların. Bize hep yalancı şahitlik öğretti orda. Biri dediki içinden: iyi amma efendiler dediler bu çocuklar yemin edecekler tamam bunlar ufak neyse. Biz nasıl yemin edceğz. Bile bile. Biz çocuklarımızı yolladık okumaya. Yemin edcehsiniz dedi. Bunların çoluğu çocuğu irezil kepaze dedi. it, bit içinde, aç susuz. Bunlara günah değilmi dedi. Yemin edin dedi. Günahınız vebalınız varsa benim boynuma dedi. Yemin edcehsiniz. Gettiler, adam yemini gabul etti. Ordan bizi adliyeye götürdüler. Handan aldılar, adliyeye vardık. Dizdiler bizi(sıraya). Sekiz çocuğuz. babalarımıznan 16(kişi). şahitlik veriyoruz, yalancı şahitlik veriyoruz orada. hep yalancı şahitlik. Verdik, verdik, verdik. Kervancı Mehmet geldi gayrı. O çocuğum benim hiç yalan söylemez. Hakim aldı yanına bir sandalyeye koydular.Çocuğu aldı okşuyor. Sen yalan söylemezsin Mehmet. Söylemem deyiyor. Doğru söylersin. Doğruyu söylerim. Oğlum siz hu çektinizmi? Çektik deyiyor. Oğlum siz şöyle Allah dedinizmi? Dedik deyiyor. Bunu ettinizmi. Ettik deyiyor. Siz o kuyruklu kürdün yanında durdunuzmu. Durduk deyiyor. Oysa biz hiç Bediüzzamanın yanına gitmedikki. Sade evimiz yahındı görüyoruz. Evine zaten çoluk çocuk girmezdiki. Çocuk korkmuş. Korktu çocuk. Efendim çocuk korktu dediler. Yok hayır dedi çocuk doğru söylüyor, siz hep yalan şahitsiniz dedi. Bu (çocuk) doğruyu söylüyor dedi. Ama o çocukda korkusundan söylüyor öyle. O çocuk zaten gitmedi oraya(eliyle yukarıya Said Nursinin evini işaret ederek). Neyse. Sıra büyüklere geldi. Onlar yemin ettiler. Ordan benim babam vardı, sıra ona geldi. Hadi bakalım yemin et. Hâkim Bey ben yemin etmem. Ben kötü laf ağzıma almadım. Ben yemin etmem ama çocuğumu göndermeyecem. Tamam dedi. Söz dedi, göndermeyecem. Sen öyle mi söylüyon? Götürün bunu. kapayın hapise. O deliğe sokun bunu. Aldılar gittiler, götürüyorlar. Bende ağlıyorum arkasından. E, orda nerde kalacam, soğuk, zaten geberiyoruk. Ağladığımı görünce (hâkim) çağrın, çağrın gelsin. Geri getirdiler babamı. Hâkim Bey: Yemin etcekmisin?. Hâkim Bey ben yemin etmem.Beni îdam etsende ben yemin etmem. Ama sözüm söz ben çocuğumu göndermeyeceğem tamam.Hâkim: Allah Allah bu nasıl adam dedi.Beraat ettiler de çok şükür kurtulduk. Geldik amma bizi okutanlar hapisteler hep. Gösterdiler onları: şu deliği(Hapishane hücresini) görüyormusun? Bu deliğe sokacaz sizi. Bi gidin bi daha okumaya, burdan hiç çıkarmayacağız sizi dediler. Kuran okursanız diye.Geldik ordan yavrum bıraktık geldik. Burdada hep evleri jandarma bastı. Kuran arıyorlar. Kuranları, eski yazılari onlarin hepsini derlediler Hocayıda almışlar. O gün biz orda kapalıyız. O gün hapihaneye götürdüler gayrı hocayı.Ondan sonra 13 14 sene kapalı kaldı hapishanede.Ondan sonra bu menderes çıktı. Menderes iktidara geldi. Hoca Efendi o gün çıktı geldi burdan. O gün çıktı. 3 senemi 4 senemi durdu. Bediüzzaman istediğ yeri gezdi o zaman. Gayri serbest idi. Ezanlar Allauekber dedi. Allahaşükür dünyaya yeni geldik gibi sevindi büyükler küçükler. Kucaklaştılar, ağlaştılar. Ezan geri döndü diye. Hocayı yine aldılar gittiler yavrum. Urafaya götürmüşler ben Urafaya gideceğim demiş. Urfaya götürmüşler. Anakaraya istemişler. Ankaralılar isteyince Urfalılar karşı çıkmışlar. Biz vermeyeceğiz demişler bu sefer. Anakaraya vermeyeceğiz. Götüreceğiz, götürmeyeceğiz münakaşa etmişler. Ondan sonra (üstad) hastalanıyor. Doktor getiriyor Doktor bakıyor, sanan ümit yok deyiyor. Ankaradan nideceksizniz bu ölü adamı diyorlar sıkıştıryorlar Urfalıları. Tamam vermeyeceğiz diyorlar bu sefer ölüsüde bizim diriside. Ondan sonra hastalanmış, yatıyormuş. Doktor bakmış ümit yok demiş. Talebesinin biri demişki: üstadım dünyalık ne isteyyon demiş. Barla demiş barlayı isteyyom demiş. Götürelim seni. nasıl gideceğim çok hastayım demiş. o zaman arabası varmış gayrı arabasının içine yatak yapmışlar. Getirdiler buraya. şurda (eliyle göstererek) araba durdu. Üstad gelmiş. Üstad geldi dediler. Bir baktık içinde yatıyor. Bir sürü delikanlılar ellerini şöyle ettiler oraya oturdular. Onlara(delikanlılara) sarıldı elleriyle ordan aldılar evine çıkardılar. Yarım saat mı durdu bir saat mı durdurdular orda. Ordan indirdiler tekrar geri arabaya. yatırdılar, oturamıyor. Çok hastalanmış eyvah üstad bu sefer gitti. Bir daha da gelmez dedik gayrı. Ölecek. Sekiz gün sonra ölü haberi geldi. Allah rahmet eylsein....Buraya iki, üç sene evvel bir adam geldi. ihtiyarlamış. şuraya oturdu. Teyze dedi. Ben buraya neye geldim dedi. Be bilem neye geldiğini ha ziyarete gelmişindir dedim ben. Yok dedi. ziyarete değil dedi. Ya neye geldin dedim. Eğrimi söyleyeyim doğrumu söyleyeyim dedi. Söyleyecesen doğruyu söyle dedim. Doğruyu söylecesem teyze dedi. Ben filan hocanın filan tarihinde ıspartada çavuştum. Ben buraya görevli geldim. Bediüzzamanın sıkıntılı zamanında. Eee dedim. Köylüye biraz eziyyet ettik dedi. Ben buraya hellallığa geldim dedi. Beni jeton düştü o zaman. Sen bizi götüren gavursun dedim o zaman içimden. Eee dedim nasıl eziyet ettin. Biraz eziyet ettik teyze dedi yalanmı söyleyeceğim dedi. Doğru söyle dedim yalan söyleme dedim. Sen elinde bir tüfek ucundaki ışıl ışıl bıçakla alnımıza dürten sen miydin dedim. Bendim dedi. Yazıklar olsun sana dedim. Sen türk askerimisin. Türk askeriyim. Biz Türk çocuğuna niye eziyet ettin dedim. Teyze dedi emir demiri kesti dedi. Ne yapalım biz o zaman vazifeliydik. Çaresiz çocuklar kaçıyor diye dedi. Biraz eziyet ettik dedi. kapadınmı(çocukları) akşama kadar. kapadım dedi. Akşam olunca kovuyormuydun. Kovuyordum. Ne diye sana helal edceğiz dedim. Helale gelmiş buraya helalleşmeye. Tamam nasıl helal edceğiz biz dedim. Ama Bediüzzaman o kadar işkenceye rağmen helal etti siz niye helal etmiyormusunuz. Ben dedim iki satır kuran. Emir cüzü bitirdim, fergabı bitirdim, Elifbayı bitirdim sonra Kurana çıktım dedim. Kurana çıktım sen bana bir satır okutmadın. ben sana helalmi ederim hiç dedim. Ee ne yapalım etmezseniz dedi. Etmeyiz dedim defol git dedim. Hangi yoldan geldiysen defol git o yoldan git dedim. Aaah bir genç olaydım ben sana yapcağımı bilirdim dedim. Ne varki ihtiyarladım dedim. Hadi git sen geldiğin yoldan git dedim. kalktı gitti. Helal etmediniz diye üzülerek gitti. Ne helal edceğem ben ona.. Sen beni Eğridir yollarına döktün o kadar çoluğu çocuğu. kerkepaze ettin. Bizim mahalle eziyet çekti Bediüzzaman burada olduğundan. Halbuki hiç alakamız yok. Kendisini görüyoruz ama. Herif kendi işinde kendi dersinde. kendi vazifesinde. Zaten yasak. jandarma bekliyor. Eziyet ettiler biraz köylüye. Benim dayım 3 defa hapse girdi burada ezan okudu diye. 3 sefer götürdüler. Hoca efendi demiş beni hapse götürüyorlar, yalanmı söyleyeyim doğrumu söyleyeyim nasıl söyleyeyim demiş. Okudunmu okumadınmı diye sormuş. şemi, demiş, doğru söyle oraya varınca demiş. Hapse götürüyorlar, jandarmalar ezan okudu diye. Oraya varıyor hakimin karşısına çıkıyor. Oğlum deyor sen eski ezan okudunmu deyor. okudum efendim deyor. Allah Allah adam yalan da söylemiyor diyorlar orda. Okudum efendim niye yalan söyleyeyim diyor. Hadi sen beraat diyorlar. Bediüzzamanın sözüne gittiya gayrı. şemmi demiş doğru söyleceksin demiş oraya varınca. Ondan sonra 2 defa 3 defa daha götürdüler. Yine beraat almadı yattı. 8 gün yatardı, çıkarıverirlerdi. Buraya gelirdi. Yanlışlıkla tanrı uludur diyeceğine Allahuekber deyiverirmiş, burda jandarmalar bekliyor tabi, alıp götürüyorlar. Burda çok yatanlar oldu. şamlı hoca kaç sefer gitti yattı, onun yazarıydı. Risalei Nur el yazısısıdr. Sonra Menderes çıktı serbestledi, matbaalar bastı. şu kadarcıktan (eliyle herhalde kendi boyunu göstererek) (beridir) ben ölesiye gördüm. Ölmeden önce 8 gün kala yine (Said Nursiyi) gördüm. Senin kaleminden kan damlıyor dermiş şamlı hocaya. Azıcık sapıtıyormuş (şamlı hoca) yazarken. Git keçileri bir kişkişle gel, bir sigara iç de gel dermiş. şamlı Hoca sigara içerdi. O da dışarı çıkar sigara içip geri gelirmiş. Rahmetlik nur içinde yatsın.

    -------------alıntının sonu---------------------

    Tarih 10.09.2021

    internette gezinirken bir videoya rastladım, moral FMin tarihçe programında Yavuz Bahadiroglunun bir programını dinledim.
    Videonun adı Tarihi sevdiren adam ustad Yavuz Bahadıroğlu'ndan muthiş bir tarih sohbeti.
    Videonun 23.dakika 45.saniyesinden sonraki sözleri Kurtuluş Savaşı zamanının 1.Dönem milletvekillerinden Rasih Kaplan ve Antalya Müftüsüne ait. Rasih Kaplan istiklal mahkemesi üyelerinden, ittihat terakkili, hint Müslümanlarının Kurtuluş Savaşımız için 124.000 Ingiliz Lirasını ataputa teslim eden kişi. Rasih Kaplan kuvvayı milliyeyi Antalyada kuranlardan birisi. Rasih Kaplan eğitimi itibariyle dindar bir kişi olması ve kalması gerekirken CHPnin çizgisine kaymış bir kişidir. Rasih Kaplan, CHPnin Türkiyeyi batılılaşma ve devşirmesine ayak uydurmuştur. Fakat Arapça ezan okumanın cezalandırılmasına muhalefet eden meclisteki tek kişi olmuştur. Rasih Kaplan biraz insaflı bir hukukçu olacak ki, "Arkadaşlar bu konu, ceza mevzuu değildir. Binaenaleyh lâiksek karışmamamız lâzım" demişti. (Demek ki laikliği, kendi aralarında çoktan başlatmışlardı.) 1923de, 1.Mecliste, Afyon milletvekili şükrü çelikalay Hoca halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkarak, "Hilafet-i Islâmiye ve Büyük Millet Meclisi" adında bir broşür yayınladı. Rasih Kaplan, bunun üzerine "ilâkiniyet-i Milliye ve Hilâfet-i islâmiye" adıyla karşı cevap broşürünü yayınlayan kişilerden biri. Yani halifeliğin kaldırılması için aşırı derecede taraftar olan bir kişi. 1941de, halifelik kaldırıldıktan 20 yıl sonra toplumun bu kadar tam bir Batı kültürü ve hayatı yönünde değiştiğini görünce nasıl olduysa insafa gelmiş ve Millet Meclisinde tek kişi olarak Arapça ezan okunmasının cezalandırılmasına karşı çıkmış. Rasih Kaplan, Said Nursiyi Ankaraya çağırıp onu Millet Meclisinde karşılayan milletvekilidir. Said Nursinin çağırılmasının sebebi, Said Nursiyi Ankara hükümeti tarafına çekip, dindar halka Said Nursi üzerinden hitap edilmesi ve Ankara hükümetinin daha fazla nüfuz kazanmasıdır. Rasih Kaplanın din görüşü bakımından büyük bir ihtimal vardır. Kendisi müderrisdir. Dindarken ve din eğitimi almışken tam bir değişim geçirmiş ve dinden uzaklaşmıştır, laikliğe dönmüştür. Yani kendisi dine mesafeli ve dünya görüşlü, laiklikten yanadır.
    Yavuz Bahadıroğlunun videodaki ve kendi kitabındaki sözleri şunlar:

    "Böyle bir ortamda Antalya milletvekili Mehmet Rasih Kaplan anlatıyor. 1933lerde falan oluyor. "Yav" diyor, "ben Antalyadaydım". Savcının yanında müftüyü gördüm. Ziyaretine gittim. Ifadesi alınıyor. Yav diyor çok hayret ettim diyor. Çünkü bu müftü milli mücadelede çok çalışmış bir insan. Karakterli bir arkadadaşımız. Yani istiklal savaşı kahramanı. Bu milli mücadeleyi örgütleyenlerden biri. Hani sarıklı mücahitler vardırya. Yav diyor o gitti diyor ifadesini verdi. Neden sorgulandığını sordum. Çünkü bir şey çıkaramamıştım diyor. Acaip bir şeydi. Savcı dediki birisi imam olmak istemiş. Fakat polis kaydında uyuşturucu madde kullandığı tespit edilmiş. Müftüde ona imam olamayacağını söylemiş. Adam müftüye kızıyor ve savcıya bir ihbarda bulunuyor diyorki: Dün öğle namazında camiye gitmiştim. Müftü camideydi, dudakları kıpırdıyordu, farzdan önce. Belliki Arapca kamet getiriyordu. Bak dudak okuma. Bende bunun üzerine soruşturma açtım. Takibata başlamak zorunda kaldım."
    Antalya milletvekili bu sözleri Millet Meclisi kürsüsünden 1941de Arapça ezan okuyanın cezalandırılmasıhakkındaki kanun görüşmelerinde söylemiş.

    Bahdıroğlunun kaynağı:
    Kaynak: Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi (tutanakları), I,55, 23-5-1941, c. 1, s. 144.

    Mehmet Rasih Kaplanın sözünü ettiği yakından tanıdığı hemşerisi beraber kurdukları Antalya kuvayı milliyenin kurucularından olan Antalya müftüsüdür. Sözü geçen müftünün eski Antalya müftüsü Yusuf Talat Okutanmı yoksa yeni Antalya Müftüsü Ahmed Hamdi Okur'mu bulamadım. Çünkü bu iki müftüde Kuvayı milliye kurucularından. Eski Antalya müftüsü Yusuf Talat Okutanın doğumu 1851 ölümü 2.9.1944 mezar kitabesinde yazılıdır. Yani bu olay meydana geldiğinde iki müftünün ikiside hayattadır. Büyük bir ihtimalle bu olay yeni müftü Ahmed Hamdi Okurla ilgilidir. Çünkü eski müftünün olay sırasında sağlık şikayetleri vardır ve ölümüne 3 yıl vardır.

    Bahadıroğlunun bu kanuna tepkisi şu sözlerden anlaşılıyor. Gerçi siz okuyucum olayın vehametini anlayamadınız, çünkü satır aralarını normal bir okuyucu anlayamaz. Fakat ataput devletinin dini nasıl yıktığına dair, dine karşı nasıl bir savaş açtığına dair delil olarak dehşet veren bir misaldir bu. Savcı, müftü dudağını kıpırdattı ve büyük bir ihtimal Arapça ezan okudu şüphesiyle müftünün ifadesini almıştır. Dudak kıpırtdatmaktan ceza alıyorsunuz Bahdıroğlu nun ifadeleri buna yaklaşık.

    -------------------internetten alıntıdır-------------------
    Yakın tarihimizin ismi meçhul hakikat kahramanlarından bir mübarek şahsiyetin lâkabı: Çil Müftü. Asıl ismi ise. Antalya Müftüsü Ahmed Hamdi Okur. Bu faziletli zat hakkında Antalya`nın demokrat gazetesi Ileri`de, eski Antalya Müftüsü Hafız Osman Çandır Efendi, 20 Ağustos 1953`de Kurban Bayramının birinci günü, Islâm dünyasında tekbir sadâlarının başladığı bir zamanda vefat eden, Çil Müftü`yle alakâlı bir yazıda şöyle demektedir: "Çil Müftümüz çok hareketli, dışa açık, yüksek ilmî cesaret ve kariyere malik, binlerce cemaate hitap etmesini bilen, binlerce cemaati arkasından sürükleme maharetini gösteren, memleketin sosyal hizmetlerinde canla-başla çalışan ve koşan hocamızdı. "Merhum hocamız Birinci Cihan Harbi boyunca Antalya müftülüğünde bulunmuş, bir şeyhülislâm gibi etrafa fayda dağıtarak hayat sürmüştü. "Hilâl-i Ahmer, yani Kızılay reisi bulunduğu Millî Mücadele yıllarında Antalya`mıza yaptığı değerli hizmetlerini doğrusu şükranla anmaktayız." Müftü Ahmed Hamdi Efendi bu kıymetli hizmetlerinden dolayı, Osmanlı sultanları tarafından fermanlarla ve ilmî rütbelerle taltif edilmişti. Garipliklerle ve acı hadiselerle dolu 1935 senesi, Eskişehir mahkemesine, Bediüzzaman sadece bir selâm gönderdiği için, Antalya`nın bu asîl müftüsünü de hapsederek götürdüler. Bu heybetli ve pehlivan endamlı zatın ellerine vuracak kelepçe bulamamışlardı. Bağlamak istedikleri kelepçeler hep dar geliyor, ellerini bağlayamıyorlardı. Kendisini seyreden ehl-i imânın gözyaşları arasında, vazifelilere şöyle diyordu: "Bu eller, bu devlete çok hizmet etti. şimdi biraz da kelepçesini vurun!" Sonra Jandarmalar Çil Ahmed Efendinin ellerini çamaşır ipiyle bağlamışlardı. Eskişehir hapsinde bir rüya gören Çil Müftü Ahmed Hamdi Efendi sevinçlerle uyanmış, gökyüzünde "Said" yazılı olduğunu müjdelemişti. Hapishanede Üstad Bediüzzaman`la görüşmenin ve konuşmanın sevincini ve bahtiyarlığını iftiharla anlatırdı. Eskişehir`de üç ay hapis yattıktan sonra, Çil Müftüyü serbest bırakmışlardı. Antalya`ya dündüğü zaman Müftü Efendi, "Gittiğimiz yer hapishaneye benzemiyordu. Orada Bediüzzaman`la görüşmek, konuşmak benim için bir şeref oldu" diye anlatıyordu. Eskişehir hapsinde, fıkhî meselelerde, Üstad Bediüzzaman`a sual sordukları zaman, Üstad, Çil Müftü`yü eliyle göstererek "Içinizde Müftü Efendi var; o varken fetva vermek bana düşmez," diye tevazu ile ahmed Hamdi Efendiye iltifat ederdi. Üstad Bediüzzaman`ın namaza duruşundaki heybetini ve ihtişamını da muhabbet ve merakla anlatan Çil Mütftü, 1936 yılının Temmuz başlarında men-i muhakeme kararıyla serbest bırakılıp Antalya`ya dönmüştü.,
    -------------------alıntının sonu-------------------

    Târih 02.10.2021
    Güneydoğuda Fransızların Osmanlıya karşı savaşmak için müslüman sömürgelerinden toplayıp getirdiği askerler karşılarında kendileri gibi müslüman olduğunu farkedince savaşmayıp sağa sola ateş ettikleri bilinir. Bu askerler çoğunlukla Fas, Tunus ve Cezayirden gelmektedirler. Hatta kesin sayıları bilinmemekle beraber ellerindeki silahla Osmanlı tarafına geçip yani o zaman kendini savunan yöre halkına Çukurovalılara, Maraşlılara, Anteplilere karışıp Fransızlara karşı savaşmışlardır. Büyük bir ihtimalle Fransızlarla yapılan anlaşma gereği bu askerler Fransızlara geri teslim edildiler. Fransızlar bu Kuzey Afrikalı askerleri asker kaçağı olarak yargıladı ve kurşuna dizerek infaz ettiler.

    CHP Adana milletvekili Sinan Tekelioğlu 18 Aralık 1939 tarihli bir raporundaki kelimelerden aktarma: Kuzey Afrikadan gelen askerler silah ve cephaneyle firar edip, milli kuvvetlere katılmışlardı ve hizmetleri hiçbir zamanda unutulamazdı.Oysa bu mültecilerden bir kısmı halihazırda Izmirde Fransız sefirliğine(konsolosluğuna) iade edilmiş ve Fransaya gönderilen bu kişiler idam edilmişlerdi. Yurtta siyasi mülteci durumunda kalabilenler ise hakları olmasına rağmen iskân edilmemişlerdi. kendilerine hiçbir yardımda bulunulmamıştı. Değişik yerlere dağılmışlardı ve perişan bir hayat sürüyorlardı. Bu kişilerin refaha kavuşturulması gerekiyordu.

    Kaynak: Başbakanlık(Cumhurbaşkanlığı) Cumhuriyet Arşivi, CHP kataloğu, No. 4901/7033951

    Toplanamayıp, bulunamayan ve Fransızlara geri teslim edilemeyen ve Türkiyede kalan Kuzey Afrikalı insanların durumunu ise aynı CHP Adana milletvekili Sinan Tekelioğlu 1940 tarihli başka bir raporunda izah ediyor. Milletvekilinin raporunun aktarma kelimeler: Bu kişilerin (Fransaya geri verilmeyip, Türkiyede kalan Kuzey Afrikalı askerler) refaha kavuşturulması gerekiyor. Bu kişilerin ülkelerinden ailelerinide getirmiş oldukları, ve hiçbir yardım görmedikleri içinde hammallık ve çobanlıkla geçinmeye çalışıyorlar. Milli harekâta büyük bir fedakârlıkla ishar edip, hâlen çok feci vaziyetlerde imrar-ı hayat eden birçok kahramanlara tesadüf edilmekteydi. Ve bunların yürek yakıcı vaziyetleri herkesi haklı ızdırap eleme sevketmekteydi.

    Kaynak: Başbakanlık(Cumhurbaşkanlığı) Cumhuriyet Arşivi, CHP kataloğu, No. 4901/7043971

    Yorum yok. Sadece Boraltan köprüsü olayının bir benzeri diyeyim. Fakat başta inönü değilde Ataput var.

    Lozan görüşmelerinde Fransız delegesi Bonpart savaş suçlularının affı hakkında çekincelerini ileri sürmüştür ve affedilmelerini istememiştir. Yani Lozanda müzakere konusu olmuştur veya konuşulmuştur.

    Yani gerçek kahramanlar, Türk olmayan ve Kurtuluş Savaşında Türklerle beraber savaşan kuzey Afrikalı Arap ümmeti îdamla ve sefaletle mükafatlandırılmıştır. Eğer anlamakta zorlandınızsa bu adı geçen CHP milletvekilinin 2 raporunu tekrar tekrar okuyun.

    Târih 24.12.2021

    Mustafa Armağının bir yazısının bir kısmını burada veriyorum:

    Yazının adı: Nene Hatun'u dilenmek zorunda bırakanlar utansın. Yazının tarihi: 14 Kasım 2021.

    ..........................................................Alıntının başı...............................................

    (....)Lakin Cihan Harbinde üç çocuğunu ve kocasını kaybettikten sonra sefalete duçar olan Hüseyin kızı Nene (Nene öz ismiydi) çaresiz kalınca Cumhurbaşkanı Inönü'ye çektiği hazin telgrafla devrin idarecilerinin kahramanlara nasıl lakayt kaldıklarını gözler önüne sermişti. Osmanlı Devleti yıkılıp Cumhuriyet kurulmuş, bu arada yaşı 80'i devirmişti. Yine de ayaktaydı ya, ah bir de fakirlik olmasa. Sonunda dayanamadı, 1943 yılında Aziziye tabyasındaki "silah arkadaşı" Kadir kızı Name ile Cumhurbaşkanına mektup yazarak anlattı içinde bulunduğu acıklı vaziyeti. Bu bir devrin yüz karası mektubu aktarıyorum: "Bizler, 1293 Osmanlı-Rus harbinin Erzurum civarında Aziziye tabyasında vukû bulan meşhur savaşın kahramanıyız. O tarihî günde Türk kahramanlık ve hamasetinin sembolü olan bizler, bu çok eski düşmanımızı vatanın harim-i ismetinden sökerek atmış ve göklere kadar çıkan zafer dasitanı yaratmıştık. Bu ulu güne lâyıkı derecede kıymet ve ehemmiyet verildiği halde, maalesef biz canlı timsallerine gereken kadirşinaslık gösterilmiyor. Aziziye zaferi, tarihin pek az kaydettiği bir mucizedir. Bu mucizenin yarattığı varlık sayesindendir ki, vatanımızın en mühim parçası ve şarkın müstesna bir kilidi mesabesinde bulunan güzel Erzurum'u müstekreh düşmanın mülevves çizmesiyle çiğnenmesinden kurtarmış ve ahlâfa ebedî bir yadigâr bırakmıştır. Bu ölmez zaferin yadigârı bizler, her birerlerimiz 90'ar, 100'er yaşındayız. Hiçbir sığınacak yerimiz ve tutunacak hiçbir desteğimiz yoktur. Belediyenin ayda 4 lira maaştan başka bir şey görmüyoruz. Geçen sene birer meccanî (ücretsiz) ekmek veriyorlardı, bu sene o ekmeğimizi de kestiler. şimdi aç ve muhtaç bir vaziyetteyiz ve dileniyoruz da… Bizlere icab eden nakdî ve fiilî yardımın yapılarak bu çetin ve acıklı vaziyetten kurtarılmaklığımızı yüksek ve derin saygılarımızla diler ve arz ederiz." Dilekçe, Inönü tarafından incelenip Başbakanlığa havale edilmişti ama tahmin edileceği gibi bir sonuç çıkmamıştı. Bu sırada Inönü'nün, Ibrahim Çallı'ya 5 bin lira karşılığında yağlı boya tablosunu yaptırmak gibi "çok hayatî" meşguliyetleri vardı! Öte yandan bu yazışmadan altı yıl önce, 23 Kasım 1937'de Erzurum Milletvekili Pertev Demirhan'ın kaleme alıp CHP Genel Sekreterliği'ne sunduğu raporda aynen şöyle deniliyordu: "Bu ihtiyarların üçü de fakir ve sefalet içindedir. Yaşar 100 yaşına gelmiş olmasına rağmen hâlâ hamallık ederek geçinmektedir. (…) Diğer iki kadın da sakat oğullarıyla bugün çok yokluk içinde imişler. O kahramanlık vakasından bu güne kadar yaşayan bu üç canlı yadigâra hayatlarının şu son senelerinde olsun sefaletten kurtulmak için herhangi bir tertipten, kabilse birer parça maaş bağlanmasını yüksek partimizin mürüvvetinden beklerim. Bu Türk milleti için adeta bir vicdan borcu sayılmalıdır." 1937'den 1943'e kadar bağlanmayan maaşın sonradan bağlandığını sanıyorsanız aldanıyorsunuz. 1925 doğumlu merhum tarihçi Nejat Göyünç küçüklüğünde Nene Hatun'u Erzurum sokaklarında kışlık tezek yapmak için sırtında teneke ile dolaşıp hayvan pisliği toplarken gördüğünü anlatır. Sağ kalabilenlere ancak Demokrat Parti devrinde yardımcı olunacak ve Nene Hatun'un 1955 Mayısında ahirete intikaliyle tarihin parlak bir sayfası kapanırken bize de ağır bir dram miras kalacaktır. Peki, aziz vatan uğruna canlarını ortaya koyan kahramanlarımızı avuç açmak zorunda bırakıp yalvartmaktan utandınız mı? Benimki de laf. Kara Fatma'nın torunlarıyla beraber Galata'daki Rus manastırına sığınmaları gerçeğinin acılığını hatırlayınca bu milletin hakiki kahramanlarına nasıl bir sığıntı muamelesi yapıldığına hayret edilir mi? Yakın tarih insanı dert sahibi yapar velhasıl. ,

    ..........................................................Alıntının sonu...............................................

    Diyebilirsinizki 2.Dünya savaşı öncesinde ve sonrasında devlet zaten fakirdi. Devletin zirvesindeki milletvekillerinin ve yöneticilerinin nasıl sefa içinde yaşadıklarını araştıran mutlaka bilir. Yahudi dönme asıllı veya mason zengin zümre o zamanın zengin kısmını oluşturuyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında cephede savaşmayan bu zümre ve Selanikten mübadele sebebiyle getirilen Yahudiler devleti ele geçirip zengin olmuşlardır ve müslüman halk sefalet içinde yaşarken bu zengin zümre altın çağını yaşamıştır. Kemalistlerin bahsettiği altın çağ zaten bu zengin Yahudi veya mason insanlar için geçerlidir. Araştıran insanlar zaten bunun farkındadırlar. Ataputumuzun sadece ve sadece bir icraatından bahsederek devletin parasının nereye harcandığını öğrenerek çok az bir bilginiz olsun isterim:

    Bizim sosyalist geçinen kesimin mübarek olarak tanıdığı istanbul Taksimdeki Cumhuriyet heykelini herkes bilir. Bu heykele ait bir kaç bilgi edinin. şöyle: heykelin yapılış tarihi 1928, heykeltraşı italyan Canonica, yapılış süresi 3 yıl, mâliyeti 16.500 ingiliz sterlini. 1 Sterlinin 1926da 9 lira civarında olduğunu hesap edersek heykel 148.500TL tutarındadır. Bir karşılaştırma yapmak için 1926da devletin yıllık bütçesini verelim:190milyon TL. Bir memur maaşı ortalama 40Lira olduğu gözününde bulundurulursa 3800 memurun bir aylığına denk gelmektedir. Fakat heykelin giderleri sadece italyan heykeltraş caponicaya ödenen 16.500 Sterlin değildir tabiiki. Çalıştırılan işçiler, sadece bu heykelin parasıyla ilgilenen Türk memurları, heykelin görünüşüyle ilgili çalışmalar, komisyonlar, sanat insanları vesaire bunların giderlerinden kitaplarda gider çalışmasına ratlamazsınız. Halktan toplanan paralardan behsedilir. Sadece halktan bağış toplamak için görevlendirilen memurlardan bahis geçer. Nene Hatunla ilgili Erzurum Milletvekili Pertev Demirhan'ın kaleme aldığı 1937 senesinde durum farklımıydı dersiniz. Hayır heykel çılgınlığı son sürat devam eder. 1943 yılında Nene Hatunun bizzat kendisinin dilekçe yazdığı yılda bir şey değişmişmidir? Hayır! Heykel siyasetine son sürat devam, bu sefer antenli inönüyle yola devam. Ya peki CHP milletvekillerinin devleti kullanarak nasıl zengin olduklarını biliyormusunuz? Boğaziçini tutan Yahudi dönme zengin zümre ve mason yüksek hükümet memurları ve CHP mensupları içinse, evet, altın çağlarını yaşıyorlardı onlar. Bırakalım 1930ları daha henüz 2010lu yıllara kadar bu zengin zümre Türkiyenin sahibiydiler ve istedikleri gibi hükümet değiştiriyorlardı. Neyse bu başka konu.

    Bu yazdıklarımı okuyup biraz dehşete düşen ve acaba biz hep kandırıldıkmı diye kendine soru soran Kemalistlere cevabım: Siz gidin kendi mahallenizin yazarlarınızı okumaya devam edin. Ruh sağlığınız ve vicdanınız için böylesi sizin için daha iyi. Siz o pembe renkli, rüya dolu masallar Türkiyesi ülkesinde hayallendirin eski Türkiyeyi. Haydi terkedin benim sayfamı. Bir dahada benim sayfama gelmeyin.

    Kayserili Kızıklı Kasım Hoca 1930lara kadar Kayserinin tanınmış bilgin ve nüfuzlu ailelerinden biriymiş. Bazı yazılara göre ulemadan. Ataputun Sivas Kongresinden sonra Kayseriye ziyaretinde Kasım Hoca hastalığına rağmen onu karşılayanlar arasındaymış ve rivayete göre mavi gözlü birisinin geleceği ve vatanın kurtulacağına dair bir kehaneti/rüyası olduğunu Ataputa söylemiş. Ataput, 1919da yaptığı bu ziyaretten sonra Kayseriye dördüncü ziyaretini 1930da yapmış ve aynı hocayı ziyaret etmiş.

    Reisicumhurun Kayseri'ye 1930'daki ziyaretinde, imam-müezzin maaşlarının çok düşük olduğundan şikâyet eden müftü Kızıklı Kasım Hoca'ya, "Sizin peygamberiniz, namaz kıldırırdı, maaş mı alırdı?" diye sorduğunda, "Bizim peygamberimiz devlet idare ederdi; maaş mı alırdı?" diye cevap vermesi, infiale sebep olmuş; Kayseri kara listeye alınmıştır. Kayserililer, 4 sene sonraki gelişinde Atatürk'ün çok beğendiği bir heykel dikerek ve Anıtkabir'in taşlarını taşıyarak kendilerini affettirdiler. şehir, bez ve tayyare fabrikasına kavuştu.

    Peki Kızıklı Kasım Hocaya ne oldu? Nasıl öldü? Ben bilmiyorum, bilen varmı? Koca bir şehiri bir kişi yüzünden cezalandıran kudretli kendini ilah ilan eden Ataput minnacık bir insancık olan Kasım Hocaya bir şey yapmışmıdır dersiniz?

    Devamı sonraya................

    Mehmet Alperenin konuşmasının tam metnini merak edenler için aşağıdadır.

    videonun uzunluğu 1 saat 50dakika 19saniyedir. Yayın yılı 2017dir. Yayın mecrası www.youtube.com dur. Yayının başlığı Atatürk olmasaydı dır.

    Allahın rahmeti şefkati üzerinize olsun değerli arkadaşlar. Esasen dünkü sohbetimizde sıkıntıya sebep olan bazı kavramlar, bazı sıkıntılı sözlerimin tamamını toplayıp bugünkü başlığıda Kemalistlerin diline doladıkları "Mustafa Kemal olmasaydı" arkasından işte akıllarına ne gelirse sayıştırıyorlar. "Sen olmazdın, o olmazdı, bu olmazdı" falan gibi.. Dipten başa şirk ifade eden bir tavır alıyorlar. şimdi değerli arkadaşlar. Mümkün olduğu kadar olayı doğru gözle değerlendirmeye çalışalım ve bu işin temel anlayışına bir bakalım. Osmanlı yıkılıyor, kaçınılmaz bir şey. Osmanlıyı Mustafa Kemalde yıkmadı, Mustafa Kemalin gücüde yetmez zaten Osmanlıyı yıkmaya. Osmanlının yıkılış döneminde Mustafa Kemalde o kadar güçlü bir paşa değil zaten. âmiyane bir ifadeyle (Osmanlı) kaderini tamamlıyordu. Anadolu işgal edilmişti., 7 düvel işgal etmişti. Osmanlının derin devleti - her ne kadar padişahın yada Istanbuldaki hükümetin irâdesi yetmez olsada - 5. kol faaliyeti dediğimiz - bunun çoğu Yıldız istihbaratına bağlı elemeanlar - Anadoluda Kuvvayı hareketlendirdiler. Kuvva eski bir tâbir, çok duymuşsunuzdur. Çoğu ne mâanâya geldiğini bilmez. Kuvva halk gücü demektir, halkın gücü demektir. Yani halkın ayaklanmasına Kuvva denir. Kuvva harekete geçmişti, geçirilmişti. Fakat resmi tarihe intikal eden şöyle olaylar var: "Işte efendim bâzıları padişah taraftarlarının bâzıları mandacılık istiyorlardı". Yok "efendim savaşmak istemiyorlardı". Bu kuvvanın genel kahır ekseriyatını ilgilendiren ifade değil. Bu bazı kişilerin görüşleri, bazı grupların görüşleridir. Kurtuluş ruhunu zaten kazanmış olan bir millet başına kim gelirse gelsin - ha Kâzım Karabekir gelmiş, ha Rauf Orbay gelmiş, ha beriki gelmiş - hiç farketmez, halk zaten ayaklanmış, halk herşeyi göze almış zaten. Ne anlar mandacılıktan dağdaki (düşman işgaline başkaldıran) köylüler. Anadolunun kahır ekseriyatı ne anlar mandadan, mundandan. Onlar işgale karşı direnmeye başladılar. Bu direnişin başına başıbozuk bir direnişten ziyade bir organizasyon yapılması gerekiyordu. Işte Sivas kongreleri. Bir dizi kongrelerle Mustafa Kemal Kuvvanın başına getirıldi. Yâni zaten bir güç var, bu gücün başına getirildi. Olay bu. Bunun başka izahı yok fazla detaya gerek yok. Burada kalkıpda 80 seneden beri Kemalist rejim "Mustafa Kemal olmasaydı" cümlesini kuruyor. Arkasına aklına ne gelirse onuda ekliyerek: "Olmazdınız, olmazdı" gibi bir müslüman insanı tahrik edici, itikadımızı zedeleyici, îmanımızı zedeleyici bir tavır aldılar, yıllarca. şöyle söyleseler anlarsın: "Ya işte en kabiliyetli subay oydu, komutan o oldu, halkın başına geçti, kurtuluşa vesîle oldu". Bunu böyle söyleseler tahrik olmayız. Fakat böyle yapmadılar. âdeta bir tanrılaştırma iddiasına giriştiler, 80 seneden beri. Işte gördük okul kitaplarında. şurda heykellerin karşısında esas duruşlar, bilmem neler. Hatta ben size daha fazlasını söyleyeyim. (Atatürk) kafasının içerisine radyo koyup, küçük çanta radyosunu koyup Ankaradan yaptığı konuşmayı taa Maraştan millete dinlettıler, yani kafayı dinletiyor, kafa konuşuyor. Heykelin kafası. Bunu yaşayan insan bizzat bana anlattı. O kafayıda kendisi çocuk olduğu için kucağına vermişler, kendi tutmuş, o anlattı. Yani bir Atatürk heykelinin kafasının içine radyo koyuyorlar. Ankaradan yaptığı konuşmayı o kafadan dinletiyorlar. Bunlar o kadar putperestlikte ileri gittiler. Hani biz geçtiğimiz bir programda aynı Kemalist rejimin güneydoğudaki Kürt kardeşlerimize karşı takındığı ırkcı tavırı, ırkcı söylemleri nasıl eleştirmişsek, nasıl yanlış bulmuşsak bunu, aynı mantıkla "Musatafa Kemal olmasaydı" cümlesini kuranlarada aynı tepkiyi veriyoruz. Tabiiki artık burnumuzdan getirdilerde zaman zaman ağzımızdan böyle bize de yakışmayan eleştiriler çıkıyor. Ya bir insanı sıkıştırırsanız bu insan er geç içindekini kusar. Hiçkimsenin varlığına kayyum değildir, hiç bir olay. Bu olay gerçekleşecekse bunun başında ha Mustafa Kemal olmuş, ha başka birisi olmuş hiç farketmez. Kimki o sırada liderliği ele geçirirse kahraman o olur. Bunun için hiçbir müslüman imanlı bir insan bu kelimeyi kullanmaz. Bu kelimeyi kullanarak ideolojik bir savunma yapmaz. Kaldıki hiç bir müslüman beşeri bir ideolojiyi bir tabu gibi savunmaz aşırı şekilde. Elbette reel hayatın bir takım şartlarının getirdiği partizanlık, taraflık var. Yine, 80 seneden beri Islamı doğru anlamamanın getirdiği bir takım sıkıntılardan dolayı "hem müslümanız, hem solcuyuz", "hem müslümanız hem ülkücüyüz" , "hem müslümanız, hem milliyetciyiz" gibi mutlaka beşeri bir ideolojiyi dinimize yamadık. Bizim yanlışlarımız da oldu. Millet olarak komple 80 sene diyorum ama ben cumhuriyet tarihini kasdediyorum fakat daha önceye dayanan 150 senelik bir hastalığın sonucudur bu. Mesela demokrat parti iktidara gelirken CHPnin yaptığı yanlışları söylem yaparak -işte ezanın tekrar aslına döndürülmesi- şu bu dini terminolojiyi kullanarak, insanların hassasiyetini kullanarak Demokrat Parti ezici çoğunlukla iktidara gelmiştir. bunda şunu görüyoruz aslında: Mütedeyyin dediğimiz kahır ekseriyatı müslüman olan Anadolu insanı bu hassasiyete yönelik bir hadise olduğu zaman bir söylem olduğu zaman onun peşine düşüyor. Bugün Tayyip Erdoğan o saf samimi hali, saf demiyeyimde samimiyeti var, hani iftar açarken gidiyor vatandaşla oturuyor ki tarih boyunca hiç bir cumhurbaşkanın yapmadığı hareket hiç bir başbakanın yapmadığı hareketler, ayakkabısını çıkararak giriyor, bir gecekondu mahallesinde zeytin ekmek yiyor, 5 vakit namazını kılıyor, en azından biz öyle görüyoruz. Ondaki bu samimiyet 15 senedir şu dediğimizin, iktidarda kalmasının ispatıdır. Ne yaptığı yollarla, ne yaptığı yatırımlarla değil. Tayyib Erdoğanı devirmeyen yapı kendindeki samimiyettir. Yani yol yaptı diye oy almıyor. Yatırım yaptı diye oy almıyor. Bizim insanlarımız öyle yatırıma yatırıma gözü boyanmaz. Hatta Süleyman Demirel her seçimde belki içinizde onları yaşamadığınız için bilmezsiniz, çıkardı kürsüye, "işte şurda baraj yaptım şurda baraj yaptım" falan. Bir devlet adamı baraj yapmakla, yol yapmakla övünmez. Bu zaten görevin senin, bununla niye övünüyorsunki. Bir devlet adamı milletin refah seviyesini yükseltir, bununla övünür. Yaptığı yoldan banane, arabası olan gidiyor ordan..80 milyonun kaç milyonunun arabası var. şimdi Tayyib Erdoğanın yaptığı yatırımlar elbette işin dışa yansıyan görüntülü tarafı, fakat esas onu 15 yıldır iktidarda tutan güç bu müteddeyin kesimin anlayışından kaynaklanmaktadır. Hele hele şu 15 temmuz olayıda işin tuzu biberi olmuştur. Delikanlıca ölümüne demiştir. Havaalanına inip halkın önüne geçmiştir. Gidip başka bir yerde sâkince bekleyebilir, işte elindeki kuvvetleri kullanabilirdi. Işte ihtilale karışmayan darbeye karışmayan kuvvetleri sevkedebilirdi telefonla. Bir yere bir kriz masası kurar bir kaç günde ortaya çıkmayabilirdi. Ama öyle yapmadı. Darbe girişimi başlayalı 2, 3 saat oldu. Uçakla indi, cep telefonuyla mesaj verdi, herkesi meydana davet etti. Işte ilk söylediğimiz şey. Kuvva harekete geçtiği zaman bunun başındaki kişinin kim olduğu önemli değil. Ama kuvvayı harekete geçirecek lider de önemli. şimdi burada Mustafa kemal Kuvvayı harekete geçiren bir lider değil. Harekete geçmiş bir gücün başına getirilen bir adam. Oysa Tayyib Erdoğan Kuvvayı harekete geçiren adamdır. Bu mânâda Tayyib Erdoğan Mustafa Kemalden 10 kat daha üstündür benim gözümde. Çünkü Mustafa Kemalin içinde bulunduğu şartlar kendi için âdeta altın bir tas içinde sunulmuş bir pâyedir. Ama Erdoğanın 15 senedir verdiği mücadeleye bakarsanız bütün bu karmaşanın içerisinden bir güç peydahlamıştır. şimdi şunu kullanamayız: "Tayyib olmasaydı". Ben bunu kullanmam. Bu beni şirke götürür. Tayyib liderliğinin gereğini yaptı. Yani insan iradesinin tezahürü olan kader dediğimiz mevzûnun - küllü kaderden bahsetmiyoruz- mevzûyu aynen yaşattı Erdoğan. 15 seneden beri didim tırnak bütün tehlikelere karşı durarak bir güç oluşturdu. O gücün de 15 Temmuzda meyvesini gördü. Peki 1980 ihtilalinde Bülent Ecevit niye yapamadı bunu? Niye askerin karşısına dikilemedi? Başbakan oydu. Hani kahraman Karaoğlan (diye överek) atıp tutuyorlar. Niye çıkamadı CHP askerin karşısına? 28 şubatta rahmetli Erbakanı devirdiklerinde niye CHP ortaya çıkmadı? Niye tavır koymadı? Koymaz. Çünkü CHPnin misyonunda böyle bir (milli) dik duruş yoktur. Hayata darbelerle gelmiştir. Darbe olmadıktan sonrada bir iktidar yüzü görmemiştir. Işte 28 şubatta zamanın cumhurbaşkanı rahmetli Erbakanı indirince (onun yerine) kimi getirdi? En az oy alan Eceviti getirip azınlık hükümeti kurdurdu. Bunlar doğru analiz edilmesi gereken konular. Bir müslüman insan müslümanca(dininin gerektirdiği gibi) düşünür. Elbette müslümanca düşünmenin kaynağı Kuranı bilmektir. Kuranı bilmeyen adam müslümanca düşünemez. Bir şeyi bilmiyorsan o zâviyeden düşünemezsin. Bölük pörçük bilgilerle, yarım yamalak inançla inanç bilgileriyle, yarım yamalak fıkıh, Kuran bilgisiyle, işte içine de birazda beşeri ideolojiyi karıştırıp çorbaya çevirip savunma yapıyoruz, veya saldırı yapıyoruz. şimdi ben o arkadaşlarıma kızmıyorum. Kızdığım şey kendilerine dayatılan hayatı yaşamaya çalışıyorlar. Kardeşim sana dayatılan hayatı neden savunuyorsun? Neden avukatlığını yapıyorsun? Otur düşün bir kere. Sana söylettirilen o cümle seni nereye götürüyor bir düşünsene. "Atatürk olmasaydı ne olurdu"? Ne olurdu? şimdi ben bir adım geriye giderim. Abdulhamit Han olmasaydı ne olacaktı? Atatürk hiç olmayacaktı. Daha geriye git şu olmasaydı bu olmayacaktı. Böyle saçma bir iddia, saçma bir savunma olamaz. Kimsenin varlığına kaim değildir hadiseler. Kuvva zâten harekete geçmişse bu oradaki kişinin başarısı değil, Kuvvanın iradesidir. Eğer tekrar Tayyib Erdoğanla kıyaslama yaparsak 15 Temmuz gecesinde. Belki halk köprüye falan yürümeseydi, Tayyib bunları görmeseydi, Tayyibde cesaret edemezdi. Eğri oturup, doğru konuşacağız kimse benim babamın oğlu değil. Kimse benim liderimde değil. (Erdoğan) ülkemde bir cumhurbaşkanı, saygı duyarım, o kadar. Devlet adamıdır saygı duyarım. Ama meseleyi kıyaslarken, hadiseleri kıyaslarken falanı seviyorum diye savunarak onu böyle aşırı yücelterek kıyaslama yapmam. Işte Ertuğrul dizisini görüyorsunuz. Bir sürü fitnenin fesadın içerisisnde - ki, tarihi verilerde öyledir zaten- devlet kurmaya çabalıyorlar. Adamlarda bir fikir var bu fikiri uygulumak için bir yandan Moğollarla, bir yandan içerideki diğer aşiret beyleriyle, bir yandan Bizansla uğraşa uğraşa bir Osmanlı devletini kurdular. Devlet kurmak oyuncak değilki. Ama cumhuriyet o kadar zor kurulmadı. (Lozan Antlaşmasında) Bir çok yerden vazgeçtim. Diğer devletlerde dedilerki: "tamam sen bu yerlerden vazgeçtikten sonra bizde sana artık müdahele etmiyoruz. Ankarada bir hükümet kurabilirsin" dediler. Bu kadar basit yani. Niye kendimizi kandırıyoruz ki?. Onun için falan olmasaydı, filan olmasaydı gibi kişilere münhasır kılarak olayları sanki bütün kaderi onlar tayin etmiş gibi, bütün olaylar onların varlığıyla kainmiş gibi bir tavır almak şirke götürür kişiyi. şöyle söyleyebiliriz: "Osmanlı yıkılıyor, sıkıntı büyük, halk ayaklandı ama bir lider lazım. Organize edecek Kuvvayı düzenli bir ordu haline getirecek". Işte Ahmedin, Mehmetten haberi olacak. Işte Maraşın Antepten haberi olacak. Böyle organizasyonla mücadele gerektiğini düşün. "Işte Mustafa Kemal bunu başarmıştır" diyebilirsin. Bunu böyle demek şirke falan götürmez adamı. Ama daha Sivas kongresi yapılırken Maraş kendisini kurtardı, Atatürkle ne alakası var. Maraş kendi kendini kurtaran şehir diye tarihe geçti. Demekki birileri zaten mücadele ediyor. Anadolu zaten ayağa kalkmış. Kuvva dediğimiz bu halk gücü bu şuurla ayağa kalkmış. Hani şu olsaydı mesela Indira Gandiyi biliyorsunuz. Indira Gandi meşhur Ingiliz işgaline karşı ülkede (Hindistanda) bir yürüyüşe başladı. Ülkede milyonlarca adam arkasından yürüdü. Halk pısırık (olsa) otursada, Mustafa Kemal kapı kapı dolaşıp herkesi ayaklandırsaydı, bunu biraz anlardım. Ya öyle değil. Vakâlar öyle değil. Tarihte cereyan eden olaylar öyle değil. Yapmayın Allahaşkına. Ben bu programa özellikle "Mustafa Kemal olmasaydı" diye başlık attım. Niye yalan söyleyerek, niye gereksiz yere insanları rencide ederek, niye gereksiz yere Islam akaidine saldırarak birini savunma gereği duyuyorsunuz? Neyi savunuyorsunuz? Oldu bitti. Aradan şu kadar yıl geçti. Atatürkün bıraktığı hiçbir şey ortada kalmadı bile. Yapmayın.Efendim. Cumhuriyet onun fikriymiş. Yalan. Cumhuriyet tartışması 1914de (Osmanlı) mecliste yapıldı. Enver paşa, Talat Paşa şunlar bunlar yaptılar. Mustafa Kemal o zaman sıradan bir albaydı. (Mustafa Kemalin) haberi bile yoktu o tartışmalardan. Yapmayın ya. Yani 1914de darbe yapan Enver Paşa ve arkadaşları rejimle ilgili sıkıntılarını dile getirirken "cumhuriyetmi kuralım, meşrutiyetmi kuralım" diye çok tartıştılar. Ikincisi cumhuriyet fikri Atatürke ait değil. 1917de Lenin Rusyada kominist ihtilali gerçekleştirir gerçekleştirmez 1918, 1919, 1920li yıllarda Asya da 50den fazla cumhuriyet kurdurdu. Adı cumhuriyet. Ama kominist cumhuriyet. Biz bu kadar aptal değiliz. Bizim zekamızla oynamayın. Bizim zekamızla oynamanızın bir zararı yok, o sizin gerizekalılığınızı gösterirde, îmânımızla oynamaya kalkmayın. Bu tehlikelidir. Bu basit gibi görünür ama adamı cehenneme götürür. Atatürk olmasaydı sen olmazdın diyor. Edebsize bak. Sen şirke gidiyorsun ya. Bu putperestlerin tavrıdır. Heykelin içerisine teyp koyulması ve dinletilmesi olayını ben yaşayan kişiden duydum. Yaşayan derken 1925 senesinde cumhuriyet kutlamalarında çocuk olan kişiden duydum. "Elime, kucağıma Mustafa Kemalin bir heykelinin kafasını verdiler". Yani kafa büstünü. Içine radyo koymuşlar. (Atatürk) cumhuriyet konuşması yapıyor Ankarada. O çocuğun kucağındaki heykelin içindende ses ( geliyor) millet duyuyor meydanda. Hani çanta radyoları vardı eskiden. Küçük radyolar var. Bunu anlatan kişi ahirete gitti. Ben görmedim. Bunu bizzat yaşayan kişiyi anlatıyorum. Ya biz neler duyduk. Neler anlatıldı o dönemin insanları tarafından. 1920lerin gençleri, 1930ların gençleri. Ki başta benim babam. Benim babam kültürlü bir insandı. Babam ilkokul mezunu(ydu o zaman). Düşünün o dönemde ilkokul mezunu demek (şimdinin) profesörü olur. Çünkü (Latin) harfleri daha yeni çıkmış. (Milletin) yüzde 90ının okuma yazma bilmediği bir yerde babam okuma yazma bilen bir adam. Onun içinde belediyeden görev vermişler. şimdi babamın anlattıkları. Babamın birde siyasete yakın bir insan. Radyo dinler, haberleri tâkip eder. Radyo dinlemediği, haberleri takip etmediği bir gün bulamazsın. Öyle merakla tâkip ederdi . Babamın anlattıklarıni ben anlatacak olursam, tabiiki belgesi yok, öldü gitti Allah rahmet eylesin, gördüğünü anlattı. Babamın yalan söylemesi için hiçbir gerekçesi yok. Çünkü siyasette herhangi bir makam sahibi değildi. Siyaseti tâkip ederdi ama. Ne ilde ne ilçede hiçbir siyasi görevi yoktu babamın. Bir beklentiside yoktu siyasilerden. 1950de Adnan Menderesi desteklemiş. Sonra Demirelci olmuştu. Hatta bizimlede çok tartışırdı. "Türkeşin peşine gitmeyin" diye. şimdi bizim hassas noktamız şu: Bunu Fatih içinde söylerseniz aynı. Fatih olmasaydı diye başlarsa bir kelime işin tadı kaçar. Ertuğrul Gazi olmasaydı diye başlarsa işin tadı kaçar. Yanlış bir giriş bu. Bu koca bir hâdiseyi koca bir tarihi bir kişiye mal etmek olurki sanki bir kişi bu târihi yaratmış gibi tavır alıyorlar. Hayır öyle değil. Hiçbir dönemde târihi bir kişiye mal edemeyiz. (Hz.) Muhammed olmasaydı yine diyemeyiz. Onu görevlendiren biri var: Allah. Bunun dışında hiçkimseye münhasır değildir olaylar.....Bıktık, yıldık. Konuşsan bir türlü, sussan bin türlü.Adamlar dürüst olmuyorlar. Kemalizm ideolojisi tutturmuşlar. Hiçbir tutanağı olmayan, halka hiçbir şey sunmayan, halkın yüzde 80inin 90ının tanımadığı bir ideoloji. 80 senedir milletin tepesinde Kemalizm balyozu yaptılar, milletin yüzde 80i Kemalizmi bilmez. Ama yine yüzde 80 (kesim) Allahın dinini îtikatıyla bilir. Onun için 1923den önce 1920başlarına kadar hadiseleri iyi bilmek lazım. Hatta 1800lerin sonlarına doğru (19.Yüzyılın) son çeyreğini 1920lere kadar olan süreci çok iyi analiz ettiğimiz zaman kimin nerede, ne için göreve geldiğini. Yani düşünün Osmanlıyı (Ittihatci) paşalar batırdı. Fuat paşası, Mithat paşası. şimdi benim kafamı karıştıran bir şey var: Milliyetçi hareket partisinin bütün il binalarında Mithat Paşanın resmi olur. Ya bu masonun resmini niye koyuyorsunuz? Bu neyi ifâde ediyor ben anlamış değilim. Milliyetci hareket partili bir arkadaş çıkıp bunu izah etse bunu anlayacağım. Mithat Paşa bu ülkeye en büyük düşmanlık yapan bir masondur. Fuat Paşa gine öyle, Avni Paşa gine öyle. Yani bir şeyi, tarihin derinliklerine indiğiniz zaman, olayların arasındaki bağları kurmaya başladığınız zaman, manzara değişiyor. Resmi tarihte anlatılan hikayeler ortaya çıkıyor. Ayrıntılara baktığınız zaman. Işte biz bunları gördüğümüz zaman rahatsız olmaya başladık. Yoksa bizde bu (resmi) tarihle gurur duyuyorduk. Bundan 30, 35 sene öncesine kadar. 40 yıl öncesine kadar. Bizim bir problemimiz yoktu yani. Ne Mustafa Kemalle Ne Ahmetle ne Mehmetle. Tarih tamam, cumhuriyet kurulmuş bizim vatanımız burası, devletimiz var.Bitti. Bizim için böyle bir anlayış vardı. Ama daha sonra tarihin derinliğine girdiğim zaman, olaylara bakıyorsun, böyle bir ayrıntı gözüne çarpıyor. Allah Allah, resmi tarihte hiç görülmeyen bir olay. şimdi eğer hâlen duruyorsa - şartlı söylüyorum- Kahramanmaraşta 1952 yılında yayınlanan bir dergi var. Kahramanmaraşın Edik dergisi. Yılda bir kere 12 şubatta yayınlanır. Bu yaklaşık 1940lı yıllardan beri yapılır. Artık gelenekselleşmiştir. Içinizde Maraşlı varsa bilir. Edik dergisi Eding, Edem, 12 şubat isimleri altında, değişik isimler altında çıkar. Fakat bunun hepsi yıllık Kahramanmaraş kurtuluşunu anlatırlar. Işte bu dergilerden bir tanesi 1952 yılında Maraş Kuvva reisi Aslan Beyle yapılan bir röportaj benim ilgimi çekti. Çok ilgimi çekti . Peki Aslan bey kimdi onu size kısaca anlatayım. Aslan Bey bir başkomiser. Serkomiser diye geçer o dönemde. Yani şimdiki ifadeyle başkomiser. Yani polis. Bu işgal sırasında şimdiki Lübnanda polis kolejinden müdür. Tabii bizim elimizde oradalar (Lübnan , o tarihte), orda müdür(lük görevini yapıyor). Anadolu işgali başlayınca istifasını veriyor, Maraşa geliyor. Serkomiser Aslan Bey, Aslan Toguzata(Toğuzata). 1962mi 1963mü yılında rahmetli oldu. Ben onu bir kere gördüm, o da 12 şubattaki kurtuluş bayramında, resmi geçitte. Çok iriyarı bir adamdı. Kurtuluş Savaşı sırasında 35 yaşındaydı. 1.90m boyunda, 90kilo ağırlığındaydı. Aslan Bey palabıyıklıydı. Yani yiğit, babayiğit bir adamdı. Bu adam aynı zamanda Mustafa Kemale falan bağlı değildi. Istanbula bağlıydı, çünkü polis kolejinin müdürüydü halende.1919 yılında hükümet falan yoktu Ankarada. Daha açıkcası: 1914de Enver Paşanın kurduğu istihbarat teşkilatına mensup bir adam. Peki bunun özelliği ne? Dünya tarihinde bir ilk ve tek. Bir şehrin kurtuluşunda komutanlık eden polis göremezsiniz dünya tarihinde. Komutanlık eden Kuvvanın başında silahıyla cepheden cepheye koşan ve Fransızları yenen, yenilmesi için Maraşı organize eden bie polistir ve dünya tarihinde bir polisin bu şekilde savaş kazandığı görülmemiştir. Aslan beyin emrinde 350 silahlı olan (insan vardı). Ki bu silahların çoğu ağızdan doldurulma barutlu silahlar. Yani böyle mavzer falan değil. O günün modern silahları değil yani. Sadece 350sinde silah bulunan - silahsız da biraz var- bir kuvvete sahip. Karşısında ise 5bin kişilik Fransız ordusu ve bir o kadarda onları destekleyen Ermeni lejyonerler var. Bu rakamı iyi düşünün. Ve bu bir gerçek tarih. Hikaye, masal falan değil. Bu bir gerçek tarih. 1924 yılımıydı Mustafa Kemal bizzat Maraşa (Maraş şehrine) kahramanlık ünvanını vermiş. Yani o bile şaşmıştır bu işe. Aslan Beyin hatıratında 1919un 1920lerin başları işte. Biliyorsunuz Ocak, şubat savaşla geçti. Sivasa telgraf çekiyor. Diyorki Sivastaki kongre heyetine: Fransızlar rahat durmuyorlar, millete sarkıntılık ediyorlar. Ermeni lejyonerler sarkıntılık ediyorlar. Burda savaşa başlayacağız diyor. Mustafa Kemalin Kahramanmaraşlı Yalçın Özalp (isminde) yardımcı doçent var, Onun madalyalı şehir isimli kitabında belgesi var. Işte size belgenin adresini veriyorum. Meraklısı varsa Yalçın Özalp araştırın. Maraşın Sütcü Imam üniversitesinden. Onun madalyalı şehir Kahramanmaraş diye 1970 yılında yayınlanan kitabı var. Ve bu kitapta bu iki telgrafın metni var. Aslı da var. Iki telgraf kime ait? Birisi Aslan Beye ait. Pardon 3 telgraf. Ikisi Aslan Beye ait, birisi Mustafa Kemale ait. karşılıklı yazışmadan bahsediyorum. Aslan Sivasa(Sivas kongresine) çektiği telgrafta diyorki: Savaşa başlamak zorundayım. Biz mecburuz artık diyor. Mustafa Kemalin telgrafı sükuneti muhafaza edin, savaşa meydan vermeyin. Aynen böyle açın okuyun. Hani benden belge istiyorlar belge bu. (Belge) çok aklıma geldikce söylerim ben. Üçüncü belge Aslan Beyin karşı cevabı: Allahın emri peygamberin ruhaniyeti ile savaş başlamıştır. Ne zaman bu 20 Ocak 1920. oturun tarihleri karşılaştırın bakalım. Mustafa Kemal savaşa başlayın emri vermiyor. Ama Aslan Bey bu emri de dinlemiyor ve Fransızlarla 22 gün 22 gece süren eksi 40 derecede(soğukta) süren savaşın sonunda Allahın izniyle Kahramanmaraşlılar Fransızları sokağa atıyorlar. Ve Ermenilerin de ileri gelenlerini öldürüyorlar. Çoğuda Fransızlarla beraber kaçıyorlar. şimdi 1952 yılındaki röportajda bir şey dikkatimi çekti. Aslan Beyin kendi ağzından. Bir şey daha var: Röportajı yapan benim en büyük abim. Nusret Alperen. Bende o güne kadar bilmiyordum. Maraş harbiyle ilgili araştırma yaparken kütüphanede. Yani eski dergileri falan. Bu dergi elıme geçti. araştırıken. Açtım Aslan Beyle bir röportaj var. Ve baktım röportajı yapan ortaokul öğrencisi, 1952 yılında abim ortaokul öğrencisi. Benim en büyük abim. Nusret Alperen tarafından yapılmış. Hani okulda müdür (öğrenciden, abimden) istemiş, "Aslan Beye git röportaj yap" demişler. Abimde gitmiş röportaj yapmış. Bu röportajda Aslan Beyin söylediği ilginç bir şey var. Savaş bitti diyoruz. Antebe 50, 60 kişilik bir müfreze destek gönderdik diyor. Daha sonra Mustafa Kemalden 1922 yılında Ankarada hükümet kurulduktan sonra, 1922 yılında, bana Ankaradan davet geldi. Kuvvanın reisi ya. Hani birde meclis kuruluyor Meclise temsilci seçiyorlar. Ordan Aslan Beyi düşünmüşler Meclise, Maraşı temsil etsin diye. Aslan Bey diyor: "yanımda Molla Mehmedi aldım" diyor. Molla Mehmedin oğluda benim arkadaşım. Onu da söyleyeceğim. "Yanıma Molla Mehmedi aldım". Molla Mehmet dediğimiz Maraşın merkez bölgesindeki Kabasakal köyünden. Çetebaşkanı orda. şehre geldiği zaman Aslan Beyle arkadaş oluyorlar samimi oluyorlar. "Onu da yanıma aldım (esas adı) Molla Gökçe Mehmet. Onunla beraber Ankaraya gittim" diyor. Sanırım Mustafa Kemalin oturduğu evi göstermişler "işte burada" demişler mihmandarlar. Gitmiş. "Gittik diyor. Masada ufak tefek bir adam oturuyordu" diyor. Aynen ifade böyle. şimdi Mustafa kemale ufak tefek adam demesinin sebebi şu olabilir: Kendi iriyarı olduğu için Mustafa Kemali o gözle gördü." Masada ufak tefek bir adam oturuyordu" diyor. "Selam verdim" diyor. "Ben Kahramanmaraş tan Aslan Bey dedim" diyor. Soyadı yoktu o dönemde. (Mustafa Kemal)Demişki: Önce tebrik falan etmiş tabii. "Maraşta Fransızlardan ele geçirdiğiniz tüm silahları mazbata eşliğinde hazırlayın benim göndereceğim adamlara teslim edin" demiş. "Bir mazbata karşılığında teslim edin. şu kadar cephane, şu kadar silah, işte şu kadar Fransızlardan ele geçirilen toplar, falan." "şaşırttım" diyor. Bu röportaj, bunu ben uydurmuyorum. "şaşırttım" diyor, "sen kimsinki ben bu silahları sana vereyim. Sen hangi yetkiyle bu silahları istiyorsun?" Böyle demiş. Orda biraz leymunileşmişler(araları bozulmuş). Bunun üzerine "ben, diyor, çektim geldim. Aradan zaman geçti beni Ankaraya almadılar." Bir iki zengin (başka) kişiyi almışlar Ankaraya temsilci olarak. Aradan bir kaç yıl daha geçiyor Aslan Bey gözaltına alınıyor. Ne zamana kadar biliyormusunuz? 1960 yılına kadar. Böyleydi. Maraştaki bütün gazeteciler çok iyi bilirlar bunu. Aslan Beyin gözaltında yaşadığını çok iyi bilirler. Maraşın 90 kilometre kuzeyindeki Göksun ilçesinde Aslanbey çiftliği vardır. O çiftlikte yaşamak zorunda bıraktılar. Adam yıllarca Maraşa gelemedi.Ergün Göze 'nin, (kendisi) gazeteci, rahmetli oldu, bu konuyla ilgili yazdığı bir yazı var. Ne diyor biliyormusun? Maraş valisi Ibrahim Öztürk 1961 yılı ben bayramda gördüm zannedersem son gelişi o. Veya 30 seneden beri ilk gelişi diyelim. Vali diyorki, protokol hazırlanırken: "Yav Aslan Bey nerde?" diyor. (Cevap:)"Efendim Aslan Bey çiftlikte" diyorlar. (Vali Ibrahim Öztürk) "Niye gelmiyor?". (Cevap:)"Işte gelmiyor orda gözaltında." (Vali) "O kalktı" diyor. Gözetimi de Adnan Menderes kaldırmış. Ama Aslan Bey küsmüş devlete. Küstüğü için gelmiyor. Birde mali yönden yıkılmış adam. Birisi diyorki "Efendim biraz küskün, birde mali yönden çok kötü durumda. elbisesi yok" diyor. Düşünebiliyormusunuz Aslan Beyin elbisesi yok. Bunu Ergün Göze yazdı. Bunun üzerine Maraş valisi o dönemde Ibrahim Öztürk hemen bir terzi gönderiyor (şöyle talimat veriyor:) "Derhal bayrama kadar hazır elbise alın götürün (giydirin)." Diyorlarki "Efendim onun eni boyu biraz geniş özel dikilmesi lazım." (Vali) Terzi gönderiyor, ona elbise diktiriyor ve bayrama ısrar ederek rica ederek bayrama (Aslan Beyi) getirtiyor. Ve o gelişi son gelişi oluyor ondan sonra hakkın rahmetine kavuşuyor. Işte Aslan Bey böyle bir adam. Kuvvayı milliyenin başkanı ama acından ölecek nerdeyse. Onun bir oğlu vardı. O da yakın bir zamanda öldü. Bembeyaz saçları vardı. O kadar edepli, o kadar kibar insanlardıki bunlar. Babasının yaşadığı bu travmadan dolayı o da alkolik olmuştu ama alkol aldığını bilemezdiniz. Hiç belli etmezdi. Çok ilginç bir hatıra var. Tarihçi Yalçın Özalp bir gün hanımını arıyor. Diyorki: "Abla, sizinle bir röportaj yapalım ölüm var kalım var" diyor. Aslan Beyle ilgili. (Cevap:) "Tamam buyrun hocam" diyor. "Yanlız 3 gün sonra arayın." şaşırdım diyor (tarihci). "Tamam peki dedim" diyor. 3 gün sonra vardığında sormuş "niye bu 3 günü koydunuzki?". (Cevap:) "Oğlum sen geleceksin diye 3 gündür içki içmiyor. Utandığından. Hocam gelmeden önce ben bunu terkedeyim hocam farketmesin" demiş. Düşünebiliyormusunuz öyle bir aile Aslan ailesi. Ama böyle bir aileye reva görülen olaya bakın. Sebep ne? "Sen kimsinki sana silah teslim edeceğim" demiş.Bunun için arkadaşlar tarih o kadar ucuz değil. Iktidara gelenin keyfine göre yazacağı bir masal da değil. Tarihin hakikatleri ayrıntılarda olur. Bakın Kutül Amare savaşını yıllarca bizden gizlediler. Niye Ingilizler istedi diye. Kutül Amare savaşı bizim tarih kitaplarında yoktu. Niye Ingilizler istemediler. Türk çocuğu o tarihi okumasın. Kutül Amare savaşını ne zamandan beri duyuyorsunuz bir kaç yıldan beri. Tayyib Erdoğan ortaya çıkarttırdı. Niye Kutül Amare 1940 1950 1960lı yıların tarih kitaplarında yok?. Çanakkale savaşı kadar önemli bir savaş. Işte birilerinin işine gelmediği için. Ingilizlerin işine gelmedi. Ingilizler için çok büyük bir utanç. 10, 15 bin asker bunun içinde 2, 3bini zaten subay teslim oldular. Bu Ingilizler için utanç verici bir savaş. Bunun için Ankaraya baskı yaptılar, Kutül Amare savaşını tarih kitaplarına sokturmadılar. Siz bana neyi anlatıyorsunuz? Hangi kahramanlıklardan bahsediyorsunuz? Inönü savaşı dedikleri meydan savaşı dedikleri görende(duyanda) Malazgirt meydan savaşı falan zanneder. 150kişilik müfrezenin çatışmasını meydan savaşı yaptılar. Inönüye kahramanlık lâzım ya. Çünkü (Mustafa Kemal) Inönüyü yanında besliyorya. Onada bir kahramanlık payesi yazıldı tarih kitabına. Hani 1.Inönü savaşı öyle. Birde 2.(Inönü)yü uydurdular. ikinci Inönü savaşı diye bir şey yok ortada. Ama birde ikinciyi yaptılar. Niye yapmasınlar kahramanlık masal olduktan sonra, anlat gitsin. Anlat gitsin. Ama gerçek kahramanlar savaştan sonra dışa atıldı, dışlandı, Kazım Karabekir gözaltına alındı. Kimisi işte bilmem Medinenin müdaafasını yapan kahraman Fahrettin Paşa (savaştan sonra) Afganistana sözde elçi gibi gönderildi ama esas Ankaradan uzaklaştırıldı. "Kalkıp burnunu sokmasın her işe" diye. Yani biz aptal değiliz. Bizi aptal yerine koydu Kemalistler. Sonu neye malolursa olsun. Ben aptal değilim. Isteyen istediği kadar beni mahkemeye versin. Mahkemede de söyleyeceğim budur. Hiç olmazsa mahkemede tescillenir. Keşke mahkemeye verseler, veremezler. Ben 1986, 1987de yazdım bu konuşmanın bir kısmını ö dönemde. O dönemin şartlarında benden müdaafa istedi savcının bir tanesi. Mahkemeye veremedi. Hatta savcıya dedim. Adını da verdim(vereyim) adı Mustafa da soyadını kapatalım. Dedimki yüzüne karşı : "Beni mahkemeye ver. Ben belgeleri koyacağım. Bu iş tescillenecek" dedim. Beni mahkemeye veremedi. Bunlar mahkemeye falan veremezler. Benim Hatice romanım yayınlandı. Ben Türkiyedeydim. Bana kaçak diyor bir iki tane ağzı bozuk zibidi. "Almanyaya kaçtın" diyor. Kaçak falan değilim. Benim Hatice romanım 2005 yılında yayınlandı. Ben 2009 sonunda çıktım Istanbuldan. Ben 4 sene ordaydım(Istanbulda). Benim Hatice romanımda Mustafa Kemale hakaret varmış. Niye tutuklamadınız o zaman? Niye dava açmadınız? Evet var. Mustafa Kemale hakaret var benim Hatice romanımda. O bir ideolojik romandı. Haticenin en büyük özelliği şudur: Mütedeyyin müslüman kesim, Kemalist ve sosyalist, bu üçlünün çatışmasıdır Hatice romanı. Elbette burada Kemalizmi eleştiriyoruz. Ama işte bakın. Bir adamı niye mahkemeye vermezler biliyormusunuz? Mahkemede söyleyeceği sözler mahkeme kararına işler. Mahkeme de bu sözlere göre karar verir. O karar belgesi onları korkutur. Kadir Mısıroğlunu niye mahkemeye vermiyorlar? Verseler bile kaybediyorlar. O da konuşuyor. Ya bizim zekâmızla oyun oynadılar. Bu kadim milleti, bu tarihe şan ve şerefle iz bırakmış, tarihe devlet nedir diye öğretmiş bir milleti aptal yerine koydular 80 seneden beri. Bu neslin bu 80, 90 yıllık neslin zekâsıyla oynadılar. Hâlen daha bu zekânın ürünleri "Atatürk olmasaydı" diye lafa başlıyor. Okumuyorki. Müslümanım dese bile müslümanlığı da şinanay. Müslüman insan müslümanca bakar olaya. Ağzından çıkanın nereye gittiğine bakar yani. Adam "müslümanım" diyor bal gibi şirke gidiyor. Neren müslüman be adam senin? Değerli arkadaşlar. Resmi tarih uydurma bir masaldır. Inanan varsa bol bol okusun. (Kemalist) insanlar kudurmaktadır, bizse rahatız. Müslüman insan (dünyada) tek kalsa dahi kudurmaz.Müslümanlar için Allah vardır, gam yoktur. Kemalistlerin de putları vardır kudururlar. (Kemalist, Islama mesafeli ve tarihi sorgulayamayan, araştırmaktan çekinen) beş para etmeyen insanlar kuduruyorlar (resmi tarihten değişik bir şey söylendiği zaman, iddiâ belgelere dayansa bile). (Eski bir Kemalist slogan vardır. Atatürk öldükten sonra 1960lardan sonra Kemalist devlet propagandası sayesinde yaygınlaşarak halk arasında söylenmiştir, söylettirilmiştir. şöyledir ): "Atam(Atatürk) sen kalkta ben yatam". Eskiden çocukken söylettirirlerdi bunu bize. Söylerdik, bende söylediğimi hatırlıyorum. Ama şimdi ne kadar utanıyorum o söylediklerinden. Tarihin derinlikleri ayrıtılarla dolu. Tek açıdan değerlendirilemez. Dönemin şartları gözönünde bulundurulmalı. 1923 tarihinden sonra yazılan tarih tek gözlükle bakılarak yazıldı. Insanlara alternatif düşünceyi sunmadılar. tek gözle bakıldı (tek taraflı, Osmanlı düşmanı ve ateist, ideolojik gözle tarihe bakıldı) Batılı oryentalistlerde bunu desteklediler. Niye çünkü istedikleri hükümet kuruldu. Elbette onlarda bu lâik rejimi Kemalist rejimi destekledikleri için alternatifleri onlar bile gizlediler. Bir gün böyle araştırırken pat (diye) eline bir şey geçiyor. Cemal Paşanın hatırası. Biliyorsunuz Cemal Paşa şam ordularının komutanıydı. Karargah şamdaydı. Mustafa Kemal onun emrindeydi. Adam(Cemal Paşa) hatıralarının satır aralarında Mustafa Kemalle ilgili öyle güzel cümleler geçiyorki. Allah, Allah diyorsun. Allah, Allah diyorsun. Fahrettin Paşa mütareke imzalandıktan sonra 70küsür gün Medineyi savundu Ingilizlere karşı. Oysa mütarekenin imzalandığı gün Kanal Harekatını yapması gereken kolordu komutanı o kolorduyu yüzüstü bırakıp çekti gitti. Anında. Ama bakıyorsun aynı zamanda ırak bölgesinde Fuat Paşa ordusunu bırakıp gitmiyor hâlen daha çarpışıyor mütareke olmasına rağmen. Ama birileri mütarekenin olduğu gün orduyu bırakıp gidiyor. Ama bunu görmek istemez bu putperestler (Kemalistler). bunun ayrıntısını görmek istemezler. Sanki biz hiç asker görmedik, sanki biz hiç o dönemdeki subayları tanımıyoruz. O dönemde kahramanca savaşan subayları bilmiyoruz. Onların hiçbirisinin ismi geçmez.
    ......

    Bir kemalist zihniyetli izleyenin tenkidine cevap olarak şu sözleri söyler. Tenkit büyük bir ihtimalle bazı kişilerin Atatürk büstünü kırmaları ve Mehmet Alperenin bu kişilerle aynı zihniyette olması yönündedir. Gerizekalıya baksana yok "okullarda putların kafasını kıranlarla aynı zihniyettesin" diye bize slogan atıyor. Işte sizin (siz Kemalistlerin) zekanız putlaşmış. Biz işin fikri yanındayız put kırmanın yanında değiliz. Putun kırılacağı gün gelir. Hiç merak etmeyin o gün gelir. Onun için 2 tane soytarı provokasyon yaptı, CHP yaptırmıştır o provokasyonu. ..... şahsen bende demem git falan putun kafasını kır diye. O aptallık olur. Hiçbir şey günü gelmeden yapılmaz. Allahın resülu Medineyi fethedinceye kadar putlara dokundumu? Fethetti, geldi putların boynundan tuttu, indirdi. Biz provokasyonları çok iyi biliyoruz çok da yaşadık. (O okulların önündeki putları kıranlar Kemalistler tarafından provokasyona azmettirilen insanlardır.) (Kemalistlerin) amaçları put değildir. (Bana yazan) bu vatandaş (beni mutemelen) şimdi dinliyordur. Dinsiz bir güruh oldukları için bu ülkede mütedeyyin kesimin iktidarını hazmedemiyorlar. 80 sene lâikler ve kemalistler tarafından idare edildi, gördük. Ama 15 senede mütedeyyin kesimin idaresine geçti. şimdi de görüyoruz. Serseriler. Kimi kandırıyorsunuz.
    ......

    Benim 200 sayfalık Fahrettin Paşayla ilgili bir çalışmam var. Osmanlı arşivinden belgeler çıkararak, belgelere dayanarak yazdım ben onu.
    ......

    Bir izleyicinin katkısı: Tayyar Paşa Musulun Ingilizlere verilmesine karşı çıktığı için hem azledildi hemde idamla yargılandı. Mustafa Kemal ölünceye kadarda göz hapsinde kaldı. Yıl ne 1926. 1919 diye iddia edebilirler. Yıl 1926. Fakat bunlar görmezler, kulakları var duymazlar. Allah bunu putperestler için söylüyor. Ilginç olan ne kadar benziyor bunlara. Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar. Insanlar sorgulamıyor. Bu ülkenin bugünkü çektiği sıkıntının kaynağı o döneme ait. Bugünkü günlerin terörünün temeli o günlere ait. Tohumunun ekildiği yıllar o yıllar. Yanlış sınırların çizildiği yıllar o yıllar Tayyar Paşa Musula gitti Musul halkı çiçeklerle karşıladı onu. Tayyar Paşanın (Mustafa Kemale) gönderdiği ilk telgraf: "Sayın Cumhurbaşkanım halk bizi istiyor biz burda duralım(kalalım)" (Cumhurbaşkanı) birini tayin edecek (Musula). Zaten yapacağı iş, kolordu var orada. Tayyar Paşanınki kolorduydu. Tayyar paşa varmış zaten. (Yöre halkı, Musul) Halkta destekliyor kan dökmeden (Tayyar Paşayı). Ingiliz birlikleri çekildiler Tayyar Paşanın kolordusu gelince. Ingiliz birlikleri Musulun dışına çıktılar. Ve diplomatik girişimi beklemeye başladılar. Tayyar Paşa girdi oturdu (Musula). Ayrı bir vâli tayininine de gerek yok. (Mustafa Kemal cumhurbaşkanı olarak) Tayyar paşayı aynı zamanda vâli olarakda görevlendirebilirdi. Aslında Mustafa Kemal ilk telgrafı onaylıyor aslında. Ancak 4 tane Ingiliz diplomat köşke gidiyorlar (Ankaradaki Çankaya köşkü).4buçuk 5 saat konuşuluyor içeride. Ne konuşulduğu belirsiz. Ingiliz diplomatlar gittikten sonra Mustafa Kemal telgraf çekiyor. "Orduyu topla gel" diyor. Işte Tayyar Paşa bunun üzerine "gelmem" diyor. Olayın gelişmesi böyle. Tayyar Paşa: "Gelmem, burayı bırakamayız" diyor. Tabii ordan görevinden alınıyor. Başka subaylara telgraf çekiliyor, yetki veriliyor, Tayyar Paşa idamla yargılanıyor. Ne suçu vardı? Tek suçu Musuldan çıkmayalım. Işte çıktık gördük. şimdi ne çekiyorsak Musuldan çekildiğimiz için çekiyoruz. Terörün kaynağı, petrolün kaynağı. Bu anlattığım hikaye falan değil. Zaten 1926da olan olayın bir sürü belgesi var. Araştıran bulur. Fakat bunlar(Kemalistler) araştırmaz, araştırmaya da gerek yok. Mustafa Kemal olmasaydı kendileride olmazdı. Yani araştırmayın. Siz olmazdınız. Öyle inanıyorsanız öyle. Bizi (mütedeyyin, araştıran) kişileri karıştırmayın.
    .......

    1.11.55
    1.14.56 Atatürkün dine güya katkısı
    1.16.40 Kürtçe açılım süreci
    1.17.43 Türkce ezan
    1.20.35 Erdoğanın siyaseti
    1.21.10 Eğitimde Yahudi damgası
    ..........
    1.26.05 Musul, Kerkükü neden terkettik? Ingilizler öyle istedi diye terkettik. Nedeni yok Ingilizler öyle istedi diye terkettik.Ankara hükümetini Ingilizlerin onayıyla kurdular. Bunun başka izahı yok. Söyleyeceğimiz sözü akıllı insanlar ve tarafsız bakanlar anlar. Sakarya meydan savaşı. Kiminle yaptık biz bu savaşı? Yunanlarla. Ama daha önce kiminle yapacaktık? Yunanların müttefiki yanındaki ordu kimindi? Ingilizlerle. Peki Ingilizler Sakarya savaşından neden vazgeçtiler? Ve Yunanı bizim ağzımıza bıraktılar? Çekip gittiler. Niye? O devasa Ingiliz Ordusu Ingiltereden Sakaryaya kadar ne için gelmişti? Niye savaşmadan gitti? Basit bir soru, ama askeri literatürü bilen bunu düşünür. Devasa ingiliz ordusu Sakaryaya kadar geliyor yanında da müttefiki Yunanlılar var. Burdan geri dönüyor savaşmıyor. Hatta müttefikini de bize satıyor. Tabii biz de onları denize döküyoruz. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz diyoruz ama yanlışlıkla Ege denizine doğru gidiyoruz. Ama o ayrı bir konu. Onun bile yalan olduğu, sonradan uydurulduğu anlaşılıyor. Çünkü biz Ege Denizine döktük. Mustafa Kemal ya Ege Deniziyle Akdenizi tanımıyordu. Birbirine karıştırıyordu. Ya da bu yalan yıllar sonra laf olsun diye yazıldı. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz. Akdenize doğru giden bir ordu mordu yok. Egeye gitti ordular. .....Ingiliz ordusu niye gitti?. Doğru soru sorduğunuz zaman aslında cevabın yarısını ele geçirmek demektir.
    ...... bu sorunun cevabının aslında devletin vermesi gerekir. Ama devlette arşivi yokki. şimdi cumhurbaşkanları kiminle görüşürse görüşsün - yatak odasında hanımıyla konuşması değil tabii- kiminle görüşürse görüşsün zabt altına alınır. Hele hele yabancı diplomatlarla konuşmalar komple (zabıt) altına alınır. 1926 yılında 4 (Ingiliz) diplomat (Çankaya) köşk(ün)e gitti. Bu konuşmalar nerde? Yoktur. Eminim yoktur. Ama gittiklerine dair belge var. Ve onlar çıktıktan sonra Musuldaki kolorduyu geri çekme talimatı belgeli. Ama içeride ne konuşulduğu belgesiz. Niye? Adam(Mustafa Kemal) diktatör zaten. Keyfine göre atıp tutuyor, konuşuyor. Kimse varıpta "Niye kayıt altına almıyorsun" diyemiyor? Diyemezde. Bir iki tane adam karşı çıktılar. Işte Ali şükrü Bey falan. Bir kaç kişi. Onlarda öldürüldüler köşebaşlarında. Diktatörlüğü bize onlar öğrettiler.

    1:31:40 Lider kimdir sorusu. Atatürk lîdermiydi?
    Biz tarihte ölmüş gitmiş insanların yaptıklarını konuşuyoruz. (Insanların kendileriyle şahıslarıyla uğraşmıyoruz.) Ve bugüne kadarda milleti mahveden bir ideolojiyi tartışıyoruz: Kemalizmi konuşuyoruz. Liderle falan uğraşmıyoruz. Lider falan değil Mustafa Kemal. Mustafa Kemalde liderlik vasfı yok(tur). Ben bir lîder göstereyim : Tayyib Erdoğan. Liderin ne olduğunu biliyoruz biz. Işte Ertuğrul Gazi lider. Lideri tarif edeyim . Mesela Libya lîderi Gaddafi lîder. Mustafa Kemal lider falan değil. Mustafa Kemal hazıra konmuş ve oturduğu o hazırın üzerindede kendine göre bir şey oluşturmuş bir adam. Çevresindede sağlam adamları temizlemiş, Inönü gibi çürük adamlarıda yanına almış, kullanmış bir adam. Ne lîderi? Fidel Castro bir lider(dir). Çok meraklı olanlara bir misal. Işte Fidel Castro bir lider(dir). Tartışılmaz bir lîder. Kendi milletinin kültürüne savaş açmış bir insan o milletin lideri olamaz. Hiç başka lafa gerek yok. Kendi milletinin diline, dinine, kültürüne savaş açmış bir adam o milletin lideri değildir. (Mustafa Kemali lider olarak gören kişiler) ya cahildir, ya aklı yetmeyen kişilerdir. Bir lîder başarılı da olmayabilir (hatta). Biz liderde olan vasıfları konuşuyoruz. Mesela Muhsin Yazıcıoğlu çağın yetiştirdiği en büyük lîderlenden biriydi. Mustafa Kemalde böyle bir vasıf yok. Mustafa Kemal zaten baştan sınıfta kalıyor. Kendi milletinin kültürünü yozlaştıran bir kişi o milletin lîderi olamaz. ..... Sen bin yıllık bir devletin yıkılışı döneminde yeni bir hükümet kuracaksın, Fransadan bilmem ne kanunu getireceksin, Italyadan bilmem ne kanunu getireceksin, onların istediği çizdiği sınırların içine oturacaksın ve kendini lîder diye satacaksın bana. Yok ben yutmam bunu. ....

    1:36:31 Mustafa Kemal gerçekten de Ordular ilk hedefiniz Akdeniz ileri dedimi acaba? Mustafa Kemal aptalmı da Ordular ilk hedefiniz Akdeniz desin? Tarih sonradan yazılırken bir takım uydurmalar yapıldı. Mesela Mustafa Kemal Çanakkale Savaşında uçuyor, havalarda uçuyor. Böyle bir şey yok. Koskocaman onlarca kilometre genişliğindeki devasa orduların savaştığı bir yerde bir alayın komutanı. ama bir bakıyorsunuz Çanakkale Savaşı A dan Z ye Mustafa Kemalin zaferi. Yarbay olarak savaşa girdi. Savaştan sonra kendisine Albay rütbesi taktı Enver Paşa. Onlarca alay savaşıyor ve yüzlerce albay var. Yüzlerce yarbay var. Mustafa Kemalde onlardan biri. Yok bu Kemalistlere sorarsan Mustafa Kemal, Cüneyt Arkının filmleri vardır. Bizans kalesinde şu surdan şu sura uçtığu gibi uçuyor, havada 10 tane ok atıyor. 20 tane bıçak atıyor. Mustafa Kemal bunların (Kemalistlerin) gözünde böyle biri. Yapmayın ya. Fevzi Çakmağın hiç bir özelliği yok savaş öncesi. Pısırık bir yapısı olduğu için Mustafa Kemal onu genelkurmay başkanı yaptı, (sonra) Inönünde hoşuna gitti. Taa 1950ye kadar adam genelkurmay başkanlığı yaptı. (Fevzi Çakmak) Adananın çingenelerinden (biri). Bunlar cumhuriyet hükümeteini kurduktan sonra, ilk meclisi dağıttıktan sonra Atatürkü cumhurbaşkanı ilan ettikten sonra ne kadar doğru, düzgün subay varsa kimini yargıladılar, kimini sürdüler. Kim beş para etmezse onu da yanına aldı. Işte Ismet Inönü, Fevzi Çakmak. Niye? Bu adamları kullandı. Kullanmaya müsait onlar. Kazım Karabekiri kullanamaz, Ali Fuat Cebesoyu kullanamaz, Fahrettin Paşayı kullanamaz. Işte Fahrettin Paşayı kulanamadı. Kullanacaktı, beceremedi. Onu da yargıladı. Liderliğin vasıflarını, karakterlerini, lider kime denir, o kendi milletin değerleriyle bakarsın(kıyaslarsın). Mesela ben Fidel Castroyu bana göre değerlendiremem ben koministin biri derim, banane. Ama kendi milletinin değeriyle bakacaksın olaya. Bizde öyle değil. Fransadan(Ingiltereden) smokin getirirler. Giysilerini değiştirirler. şapka giyeceksin, giymiyorum dersen kellen gider. Böyle liderlik mi olur? Halkına zulmeden adama lider denirmi?

    .......