• Konular – 
  • Prof. Mustafa Saim Yeprem

    Doğum 1940, Istanbul, Fatih

    1953 yılına kadar uygulanan Hac yasağı.

    Birde yine imam hatip okulunun orta kısmının 2. sınıfında - nereye denk gelir 1953e denk gelir bu - Hacca gidiş yasaktı tamamen, -işte yasaklar diye sorunuzu sordunuzya- vapurla, gemiyle Hacca gidiş açıldı. ilk olarak o gün istanbul müftüdü olan Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, babamda onun müsevidiydi. Müsevit, müftü yardımcısı demek. Hem kurâdan, hem musikişinas, hemde hoca olduğu için babam Ömer Nasuhi Bilmen Hocaya refakat için aynı vapurdalardı. istanbul vapurunda. 2 tane salonu var istanbul vapurunun, o vapurlar ikiz, biri Ankara vapuru biri istanbul vapuru. O Ankra vapurunu otel falan yaptılar galiba. Denizaşırı gemileri bunlar. 2 salondan birinde babam cemaate namaz kıldırıyordu. Diğerindede Sultanhmet camii imamı hafız Sadettin Kaynak. Bazen babam Sadettin Kaynağın salonuna gidiyor, yani onuda dinlesinler diye. Sadettin Kaynak babamın salonuna geliyordu. işte o ilk Hac seyahatinin açıldığı gün Galata rıhtımında ben de vardım. uğurlayıcı olarak. istanbul vapurunun güvertesinde, böyle binlerce kişi uğurluyor. Bunlar yasakların kalktığı dönem.Binlerce kişi uğurluyor Hacca. Geminin güvertesinde babam sarıklı cübbesiyle, Ömer Nasuhi Bilmen Hoca onun yanında, Sadettin Kaynakta sarık ve cübbesiyle. Üçü böyle el sallıyorlardı uğurlayanlara. Bizde o uğurlayanlar arasındaydık. Benim uydurma bir fotğraf makinem vardı. Onunla (resim) çektim. O fılm ne baskısı ne de kendisi yok şimdi yani. 1953 yılında ilk Hac seyahati. gemiyle uygulanması. Yani yasaklar cumhuriyet döneminin baştarafındaki yasakların son dönemini yaşadık. O yasakların teker teker kaldırıldığı dönemide yaşadık. O yasakların kaldırılması sırasında halkın coşkusunu, sevincini görseydiniz yasakların toplum üzerindeki baskısını ancak o zaman anlayabilirdiniz. yani neymiş bu falan diyorlar bu konuyu yaşamamış olanlar.

    Arapça hutbe yasağı.

    Birde başka bir olay var: hutbe. Cuma hutbelerinde Arapça uzun kısımları varya Cuma Namazyına gitmişseniz duymuşsunuzdur hatipleri. Onları yasakladılar. Sadece Türkçe kısımı okunacak dendi. Ama onlar bırakmadı onu. Babam başta olmak üzere. Yani hocalık sıfatını taşıyan imamlar bırakmadılar. Uymadılar yani bu devletin kararına. O Arapça hadisi okudular, Türkçeyide okudular.Devreden çıkarmadılar yani yasaklanan kısımları.

    1960lı yıllar
    çanakkale zaferine içkili kutlama

    Üniversite öğrenimimde gerçekten hatırlaması beni üzen bazı olaylar varki bunu anlatmadan geçemeyeceğim. 1960 27 Mayıs ihtilalinden sonra üniversitelerde dini kavramlara, milli kavramlara karşı müthiş bir direnç oluştu. Hatta üzüzlerek hâlâ hatırlarım edebiyat fakültesi felsefe bölümünde bazı öğrenciler merdivenlere otururlar, gerici avına çıkarlardı. Hatta isim vermekte hiç mahsur görmüyorum, aynı sınıfta okuduğumuz Oya Baydaroğlu, sonra çok meşhur bir hanımefendi oldu, o zaman "Ve Tanrı çocukları Yarattı" diye Milliyet gazetesinde Arkası Yarın (yazı dizisi) yazıyordu. Uzun saçlarıyla arkadaşlarının yanına oturur, felsefe bölümü edebiyat fakültesi Laleli cephesinde ana caddeye bakan en üst katındaki bölümdür. Orada imam hatip kaynaklı öğrencilerin yakalanmasını sağlardı. Adına gerici avı diyorladı. Edebiyat fakültesinde bazı aşırı görüşlü öğrenciler 27 Mayıs taraftarı Adnan Menderesin idamını mutlaka gerekli gören bir grup öğrenciyi bunlar kışkırtıyorlar ve tanıdıkları imam hatip mezunu olarak gelmiş olan kişileri gerici ünvanıyla yakalayıp hadlerini bildirmek, yani dövmek icaz etmek gibi faalizyetleri onlar yürütüyorlardı. Bütün üniversite camiasında manevi değerlere karşı ciddi bir tepki, sınırsız özgürlük kavramı yayılmıştı. Hiç unutmuyorum, Hukuk fakültesinin birinci sınıfında, A amfisinde, Çanakkale zaferinin yıldönümünde üniversite öğrencilerinin kutlama yapmak üzere Kadeş vapuru diye bir vapuru kiraladılar. Kadeş vapuruyla kutlama törenine gittiler. Ve dönüşte Kadeş vapurunun bütün Marmara denizi boyunca, dönüş süresince, bugün benim açıkca telaffuz etmekten utandığım bayan öğrencilerle, erkek öğrencilerin kesinlikle meşru olmayan içkili aleni ilişkileri gövertelerde gazetelere konu oldu. Ve gazetelere Kadeş vapuru rezaleti başlığı altında yer aldı. Bu olayın üniversitedeki tepkisinde hocaların bazıları - isimlerini vermekte mahsur görüyorum - bu modern gençlerin örnek gençlik olarak görülmesi tarihe not koydukları meth ediliyordu, anlatılarak metih edidiliyordu. Karşı çıkanlara ise "bu davranışlar ahlaki değildir, toplumumuzun geleneklerine aykırıdır, son derece yanlış olmuştur" diyenlere karşı da ağır derece hakarete varan tepkiler gösteriyorlardı.

    Müslüman düşmanlığı

    1960lı yılların üniversitesinde, biliyorsunuz 27 Mayıs ihtilalinden önce, (üniversite) hocalarının cüppe giyip sokaklarda dolaşıp alenen muhalefet ettikleri, akademik özgürlük adı altında zikrediliyordu. Bu siyasi davranış akademik özgürlük diye en sonunda Yassıada mahkemeleri başladığı zaman, ihtilalden sonra, oradaki kutuplaşma özellikle istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi felsefe bölümüyle, istanbul üniversitesi hukuk fakultesi arasında, bunlar benim devam ettiğim fakultelerdir. Oralarda doruk noktasındaydı. Sosyal münasebetlerin bu derece gerildiği bir ortamda üniversite talebe dernekleride 2 kutuba ayrılmıştı. Türkiye milli talebe federasyonuyla, milli Türk talebe birliği(MTTB), tamamen 2 ayrı kutbu temsil ediyordu. Üniversite öğrencileri bu kutuplaşmadan dolayı yakın ilgide göremezlerdi. Hatta hukuk fakultesinde bizim hocamız olan Ali Fuat Başgil bir başka hocamız olan tamamen farklı bir görüşe sahip olan bir başka hocamız arasında kutuplaşma vardı. Biz Ali Fuat Başgil Hocanın bazı rahatsızları sebebiyle evde kendisini ziyaret edip geçmiş olsun gezisine çıktığımız zaman, askeri birlikler fener yolunda bizi teker teker yakaladılar. Hocayı ziyaret etmke yasakmış. Kadıköy kaymakamlığının bodrumuna kapattılar. Oradanda 200 kişiye yakın arkadaşımız hukuk fakültesi ve diğer fakultelerden gelen arkadaşlarımız arabalı vapurla, otobüslerle Sirkecideki emniyet müdürlüğünün çatı katına taşındı. Ve bir geceyi orada geçirdik. Orada askerlerin bize iyi davranmasını sağlamak üzere bazı arkadaşlarımız evli, nişanlı olanların alyanslarının toplanmasını, bunu askerlere hediye ettiğimiz takdirde bize iyi davranacakları ifade edildi. Bir masanın üzerinde epey bir alyans yüzük birikti. O alyanslar sonra Ankarada alyans evleri adını alan harbiyenin etrafındaki, harbokulu etrafındaki apartman lojmanlar haline geldi.

    Arapça Ezanı şerife dönüş.

    şimdi böyle bir yasak durumunda Demokrat Parti iktidara geldikten çok kısa bir süre sonra ezanın tekrar Arapça okunmasına karar verildi. Ben o günü çok iyi hatırlıyorum. Annemin amcaları yani dedemin kardeşlerinin orada büyük bir mensucat fabrikası vardı. Ahırkapı fenerinin etrafında, sahile bakan. istanbulun en zengin fabrikatörlerinden bunlar. Bir ramazan kamyonlar dolusu zekat dağıtırlardı. kumaş fabrikası vardı. Onlar Arapça ezan yeniden canlandırıldı diye Türkiyenin en meşhur hafızlarını topladılar, Sultanahmet camiinin 16 şerefesi vardır, 16 şerefeye birer hafız, esat Geredeli, o zamanın en meşhur hafızı, o olmak üzere, 16 müezzinli bir ezan icra ettiler. Yani o (ses,görüntü) kayıt cihazları filan olsaydı o zaman ne müthiş bir şölendi. Binlerce kişi Sultanahmet meydanında toplandı. Bizde Fatihdeyiz. Hemen arada söyleyeyim. istanbulun hemen hemen her yerini yürüyerek gider gelirdik. Sokaklardan tek tük araba geçer, özel otomobil. Ve biz mahalle çocukları olarak - güleceksiniz ama- o otomobil geçerken egsoz dumanının koukusu bize esans gibi gelirdi. o kokuyu bir duyalım diye peşinden koşardık yani. Bir tane otomobil görürüz diye. Normal esas vasıtamız tramvaydı. Ama o tramvayada lüzum ve zaruret olduğu zaman binerdik. istanbulun neredeyse her yerine yürüyerek giderdik. Sultanahmette ezanın tekrar Arapçaya döndürülmesi sebebiyle yapılan tören hafızamdadır. O günleri adeta yeniden yaşıyor gibiyim.

    Alimlere saldırı

    Bu Süleymaniye kütüphanesindeki milli eğitim bakanlığına bağlı memurin kanununa bağlı , o döneme göre, emekli sandığı kanununa bağlı görevin yanında özel bir vakfa bağlı olarak - mülhalk vakıf deniyor ona - iskender Paşa camiinde imamlık yapması engel teşkil etmiyordu. Ama ne zamanki iskender paşa camii mülkahalk vakıflarından alınıp özel terim olarak mazbut vakıflar haline getirilince, Vakıflar idaresi devlet memurlar kanununa bağlı bir görev haline dönüştü, 2 görevin içtiması mümkün olmadığı için ordan ayrılmak zorunda kaldık. Ordan ayrılınca Süleymaniye kütüphanesindeki görevi pek az bir süre devam etti . Onunda sebebi milli eğitim bakanlığı sakallı personelin milli eğitim bakanlığı bünyesinde çalışamayacağına karar verdi. Bir ikilem içinde bıraktılar. istanbulun en tanınmış hocaları Süleymaniye kütüphanesinde görev yaparken, ki bunların isismlerini sayabilirim size: babamın icazet hocası Mustafa Hilmi Efendi, Ömer Nasruhi ilmen Hoca, Bekir Hâki Yener Hoca, Fuat Çamdibi Hoca, ayrıca Ahmet Davudoğlu Hoca gibi daha 5 -6 hoca daha var, bunalrın hepsi Osmanlı döneminden intikal eden, sakalları olan yüksek dereceli hocalardı. Birdenbire ya sakallarınız kazıyacaksınız, ya kütüphanedeki uzamnlık görevlerinizi bırakacaksınız ikilemi içinde bıraktılar. O zaman bu bahsettiğim hocaların hepsi babam dahil olmak üzere istanbul müftülüğü bünyesine geçtiler. Kimi Beşiktaş müftüsü oldu, kimi cami imamlığını devam ettirdi, resmi olarak bu sefer. Babam da Eyüp müftüsü olarak Süleymaniye kütüphanesinden ayrıldı. şimdi bakın bu bahsettiğim olay hangi çevrede yetiştiniz oradaki dini anlayışlar nelerdi sorusunun bir cevabı aynı zamanda.

    Okullara girmesi yasak olan mushaflar

    ilkokul 2inci sınıfta ingilizce dersine başladık. hafızam yanıltmıyorsa 4üncü sınıftada Kuran dersi koydular. ilk olarak. ilkokul öğretmenim Nimet Çalapala adında bir matematikte ihtisas yapmış bir öğretmendi. Allah rahmet eylesin. Bütün boş zamanları ve müzik, resim ve beden eğitimi gibi derslerdeki geçen zamanları matematik çözümüne ayırırdı, bize analitik düşünce usülünü öğretirdi, probşlem çözme usulünü öğretirdi. Kendisininde matematik kitapları var. Ama Kuran derside konunca, tabii sınıf öğretmeni onuda okutacak, ilk olarak tahtada işte bismillahirrahmanirrahim, elhamdüllahi rabbilalemin yeni harflerle yazıyor tahtaya. Biz onalrı çoktan öğrenmiş, bellemiş kişileriz. Üstelik doğru telaffuzu da öğrendiğimiz için gayet muntazam okuyoruz. hayret eder durudu. Bunları nasıl böyle okuyorsunuz. Eh, işte gizli kapaklı biz onları okuduk. E, mushaf(Kuran kitabı) getirelim ordan bari doğru okuyalım, kesinlikle yasak. Okula giremez.

    Zikir ve namaza tutuklama

    Birde gazeteleri takip ediyoruz, jandarma gidiyor bazı evleri basıyor. Diyorki: bunlar suçüstü yakalandı. Suç malzemesine el konuldu. bakıyorsunuz suçüstü yakalananlar seccadeleri var. Tespih var. Takkeleri var. Yakalananlar namaz kılarken evde yakalandı. Ayin yaparken yakalandı diyor. Ayin dedikleri : insanlar oturmuş Kuran okuyorlar. Suç malzemesi tespih, rahle, mushaf , seccade. Biz okuma yazma öğrendikten sonra gazeteleri muntazam takip etmeye başladık. Hergün (gazetelerde) gördük onların resimlerini falan.

    Türkçe ezan

    Dini alanda ezan Türkçe okunuyor. Tanrı uludur, tanrı uludur. Hatta pek az yerde zikrettim. Ben bile iskender paşa camiinin minaresinde Tanrı uludur diye ezan okumuşumdur. Ezan okumaya alıştırmak için. 11 - 12 yaşlarımda. Müezzin amca böyle okur. Babam aynı zamanda imamet de yaptığı için, evden sarığını cübbesini giyer, bahçeden geçer, caminin son cemaat safhındaki revakların önünde Arapça ezan okurdu. Müezzin Amca minarede Tanrı uludur, tanrı uludur diye Türkçe ezan okur, ama babam namaz kıldırmadan önce son cemaat revaklarının önünde sadece caminin etrafında penceresi caminin bahçesine bakan bir kaç ev vardı. Sadece onların duyacağı kadar Allahu ekber Allahu ekber ezan okurdu. Bunu hemen hemen bütün camiler yapardı. Yani devletin emrettiği Türkçe ezan minarede okunur, ama Arapça ezanı kaldırmadılar uygulamada. yani müslümanlar(halk) kaldırmadı. Onu okumaya devam ettiler. Bunada ben şahidim. Yıllarca yaşadım yani içinde.

    Batı kültürü ve Yakın tarih bilim anlayışı

    Din kurallarıyla, sosyal hayatın gerektirdiği kurallar çok farklı şeyler değilki. Hırsızlık yapmak dinen günahtır haramdır. Hukuken de böyledir. Yani islam dini hukuki bir dindir. Bir şey var , ben onu sosyolji hocalığım zamanında üstüne vurgu yaparak anlatmaya başladım. Bizim toplum bilimi, sosyoloji, Batıda kurulmuş, tamamen materyalist, aydınlanmacı materyalist, pozitivist bir ekip tarafından, Batı toplumunun özellikleri içinde kurulmuş bir disiplin. Batı toplumu din deyince kiliseyi anlıyor. Kilisenin müdaheleci, engizisyon kilisesini anlıyor. Her şeye müdahale eden, devlete hükmeden kiliseyi anlıyor. Onun için biz dedik ya. Müslüman ülkelerde okutulacak sosyolojinin, din sosyolojisinin, islam dininin kavramlarını bildikten sonra geçerli olması lazım. islam dininin kurallarını bilmiyorsan, sosyal yapıdaki kurallarını bilmiyorsan, Fransadaki, Batıda geliştirilmiş sosyolojinin, kiliseyi esas alarak yaptığı değerlendirmeleri adı din olduğu için gelir ülkelerinde de yaparsan korkunç derecede yanlış iş yapmış olursun. işte (sadece kültür bakımından) Batıya dönen toplumumuz Batıyı olduğu gibi aldığı zaman batılılaşacağını sanmıştır. Ve hatta Hıristiyanlığıda alalım dedikleri dönemler geçmiştir yani.Ziya Paşa şahane bir beytiyle bunu anlatıyor: (Terkib-i Bend) Islam imiş devlete pâ-bend-i terakki,
    Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı.
    Devletin gelişmesine ayak bağıyıymış işlam
    Evvel yok idi bu rivayet yeni çıktı.
    Bu Batıya dönme hevesinin başladığı dönemin ortaya çıkardığı manzara.

    Depoya çevrilen iskender Paşa Camii

    ...Ben bazı camilerin işte bahsettiğim iskender Paşa Camii bunlardan biridir. Bazı camiler depo olarak kullanılmış. Bu söylentiler vardı. Bu söylentiler o kadar fazla ki, örneklerini de gördük çünkü. Bir kısmı harabe haline gelmiş, bir kısmı yıkılmış, bir kısmı da (camii olarak) devam etmiş. Ama askeri tesisler, askeri depolar olarak kullanılan camiler mescitleri biliyoruz. Bunlardan biri de işte Iskender Paşa Camii. Ahır olarak kullanılıyor. Mahalle zengin bir mahalle. Kıztaşı denilen Bizanstan kalma bir taş var orada, Fatihde. Ordan Sarıgüzel denilen bölgeye kadar geniş bir alan Iskender Paşa Camiinin bulunduğu alandır o. Ve Iskenderpaşa Mahallesidir. Bu caminin tam ortasında bulunan mahalle. Oradaki zenginlerden biri Kisarna maden suyu kaynakları sahibi Mustafa Bey. Ben yetiştim kendisine. Trabzonlu bu zat. Kisarna da trabzonun bir bölgesi. Orada çıkan maden suyu onların. O kaynaklardan çıkan suyu paketleyıp Istanbulda Fındıklıda deniz kenarında depoları vardı. Zengin villaları, köşkleri filan vardı, Erenköyde. Bir başka zenginler var orda (IskenderPaşa mahalleli). Onlar sonra camiye yakın doğudan gelen Kürt Ağaları adını alan ve ayrı bir sokaktaydılar. Orada büyük aşiret reisleri gelmşti, zenginler yani. Bunların hepsi biraraya geliyorlar, diyorlarki - babamı da nereden tanıdılar, bilmiyorum - kurrada babam - Hoca, diyorlar, sen önayak ol, biz masrafını karşılayalım, o camiyi(Iskender paşa camisini) restore edelim. Hizmete açalım. Babam da rahmetli kolları sıvıyor. Iskender Paşa cami temizleniyor, restore ediliyor, bahçesinede 2 tane bugünki adıyla lojman eski adıyla meşruta inşa ediliyor. Meşruta kelimesi şartlı vakıf demek. Cami imamı ve müezzini oturması şartıyla diye vakfediliyor. Onun için meşruta deniyor. Caminin bahçesine vakıf lojman inşa ediliyor. Diyorlarki hoca o vakıf özel olduğu için, resmi vakıf değil, maaşı vakıf veriyor yani, sen diyorlar gündüz kütüphanedesin, namazları kıldır ve sen burada otur.Gündüz öğle ve ikindi namazlarında -müezzin amca diyorduk biz, Musatafa Eğinli diye bir zat ailesiyle beraber- onlar kıldırıyordu. şimdi yaşadığım ve büyüdüğüm iskender paşa camii böyle bir durumdaydı, (Cumhuriyet) Halk Partisi döneminin ahır olarak kullandığı bir yer. Hangi şartlar altında böyle kullandı? O konuda ben tahmin yürütmek istemiyorum. Gerçek bu yanlız. Söylentilerin hepsi yalandır, falan, sözü doğru değildir. Söylentilerin hepsi yalan değildir. En azından bir tanesini ben biliyorum. En azından bir tanesini biliyorum.

    Arapça kitap taşımak yasak

    Bu yasaklar döneminde istanbul imam hatip okuluna başladığımız zaman yine imam hatip okulu açıldı, 1949da, 1950de, önce kursu olarak açıldı, 1950de imam hatip okulu oldu. 1951 - 1952de de biz öğrenci olduk oraya. Okula orada listede gördüğüm Celalettin Ökten Hoca ilk müdürümüz ve Arap dil edebiyat hocamızdı. Bu şimdi Prof. Saadettin Öktenin babasıdır o. Teksir notuyla bize Arapça ibareler parçalar getirirdi. Halbuki o parçalar daha önce Osmanlı döneminde basılmış, renkli resimli, kitapları vardı, şahane. Babamda aynı hocadan Gelenbevi Sultanisinde Arapça okumuş bir zat babam - biliyorsunuz Sultaniler 2.Abdülahmitin açtırdığı liselerin adı: Galatasaray Sultanisi, Gelenbevi Sultanisi var- babam o Gelenbevi Sultanisinden mezun, orada Celal Hocanın talebesi. Resimli şahane bir matbu. Ben bir gün yanıma o kitabı aldım götürdüm. Teksir notları da uydurma yazılar okunmuyor. Masanın üzerinde benim o şahane ve babamın da inci gibi notları var, (sayfa) aralarında kurşun kalemle(yazılmış). Bunu gördü Celalettin Ökten hoca. Hoca - Allah rehmet eylesin-: "Köpek", dedi. "Bunu nerden buldun?" Hoca sevdiği öğrencilere köpek diye hitap ederdi, Celalettin Ökten hoca. Oğlu hatıratını yazdıda, orda da anlattım bunu. "Köpek", dedi, "bunu niye getirdin buraya? Beni hapse mi attıracaksın?" Işte ben ortaokul talebesi mantığı kullanıyorum. Ben dedimki: "Hocam", dedim. "Hocam sizin bu teksir notları da bunları yazıyor zaten." "Köpek", dedi, "onları ben veriyorum size dedi, not olarak. Bu yasak dedi. Koy çantana, bir daha görmiyim", falan. Bu kadar da ürkerdi hocalar yani. Çünkü hakikaten eski yazıyla bir kitap getirmek büyük bir suç. Büyük bir suç. Onu okumayacaksın. Babam süleymaniye kütüphanesinde uzman aynı zamanda. Gidiyor Süleymaniye kütüphanesinde bütün kitaplar öyle(Arapça). Orada okuyabilirsin. Oradan dışarıya çıkaramazsın.

    Mushaf taşımak yasak

    Çocukluk yıllarımda Fatih 1inci Taş mektebe giderken, tatil günlerinde, Fatih Camii kurralarından hafız Hüseyin Hüsnü Efendiden tasihihulf dersleri alıyorduk... Yaz tatilinde mushafımızı alıyoruz, hocadan 4 -5 içinde, o hocanın önünde diğer arkadaşlarla beraber usuline uygun eğitim alıyoruz. Ancak yanında mushaf taşımak yasaktı. Polis farkettiği zaman hemen yakalar, cebinizdeki Arapça kitapları, buna mushaf da dahil, müsadere eder ve ceza verirlerdi. Onun için biz korkuyla yazın Ağustosun sıcağında ceket giyer, ceketin içine mushafımızı yerleştiridik. 1940lı yıllardan bahsediyorum. Ve camiye öyle giderdik. Tenbihde edilirdi. Polis yakalrsa bu cebindeki mushaf nerden fatih Camiinin emanet mushafıdır, oraya teslim etmeye gidiyorum, okumaya değil. denecekti. Iskender Paşa Camii lojmanında otururken evimizin bir penceresi Sarıgüzel Caddesine bakan bir pencere. Oradan gelip geçenlere bakarız. O cadde üzerinde istanbulun meşhur hocalarından biri Hüsrev Hoca denilen bir zat vardı. Ondan ders okumaya giden ki bilahare bizimde hocalaraımız olan kişiler ki bunlardan biri Mahmut Bayram Hocadır. Diğeri Hüsrev şeref Hocadır. Onlar, bu zatlar neden bu kadar şişmandır diye biz hayret ederdik ve yazın ortasında cübbeye benzer lata gibi bir şey giyerlerdi. Meğer sonradan öğrendikki onlar ceplerine Arapça kitaplar koyarlar, ders kitapları, Hüsrev Hocaden okumakta oldukları ders kitapları, onlar görünmesin diye pardesü giyerler yaz günü. Ve kitaplarda böyle şişkin göterirlerdi. Bu mazere benim hatırımdan hiç çıkmaz.

    1945li yıllar ve fakirlik

    Benim hatırladığım 1940lı yıllardır. 1950 ihtilalini iyi hatırlıyorum. Yani Demokrat Partisinin kazanıp Celal Bayarın cumhurbaşkanı, Adnan Menderesin başbakan olduğu dönemi. Bu çok iyi bildiğim bir dönem. Ben 6 yaşındayken sene 1946 idi. O dönemde bu yasakların içinde büyüdüm ben. Hatta bir ara 2.Cihan Harbinden sonra karartmalar falanda oluyordu yani(elektriklerin kesilmesi, mumların söndürülmesi). battaniyeleri pencelere örtüyorduk. lambaları mor kağıtla sarıyorduk. ışık yok karartma, alarm sesleri ötmeye başlıyordu. Canavar düdükleri deniyordu o zaman, alarm seslerine. Müthiş bir kıtlık vardı. Ekmeği kuponla(karneyle) alıyorduk. Ayda bir bir memur geliyordu (Cumhuriyet) Halk Partisinden. Nüfus başına levhalar imzalatıp veriyorlardı. Bizde fırına gidip o kuponları veriyorduk. Her kuponun karşılığı bir ekmek. Daha fazla alamazsınız. şeker yoktu. Tahsisle veriliyordu. Hatta çok enteresan o dönemdeki nüfus kağıdımda mühür basılmadık yer kalmamıştır. Sümerbanktan iplik verildi, mühür basıyorlar.Sümerbanktan kumaş verildi, mühür basılıyor. şeker kuponları verildi, mühür basılıyor. Benim 1940 doğumlu olarak orijinal nüfus kağıdımı saklıyorum. Böyle kömür veriliyor -mühür, iplik veriliyor -mühür, bez veriliyor -mühür, yağ veriliyor -mühür. Hep kuponla bunlar veriliyor. Bunlar alındıkca da mühür basılıyor nüfus kağıdına. O nüfus kağıdı tarihi bir vesikadır yani. Böyle bir yokluğun içindeyiz. Bu yokluğu istismar eden çevreler var. Hep duyuyoruz: falan karaborsacıymış. Tezgah altından satarmış. Kahve? kahve bulmanın hiç bir imkanı, ihtimali yok! Ne uydurma kahveler çıkardılar. şu kahvesi, bu kahvesi diye. Millet yağ (bitkisi) tohumlarını kavuruyor kahve yapıyorlar. O yokluğu çok iyi hatırlıyorum.

    Necmettin Erbakan , Nasıl Bir Insandı?, Neler Yaptı

    Bir ara Erbakan Hoca, yutdışına zorla gönderildi. Ordan dönüşünde - o zamanda ben Diyanet işleri başkanlığında üst seviyede bir görevdeydim. Erbakan Hocada bir ticarethanede Hocaya bir ofis ayarlamışlardı. O ofiste ziyaretler yapılıyordu. Bizde gittik, eski günleri hatırladık, Iskender paşa günlerini, sohbet ettik. Onlar ve arkadaşları IPA diye bir ticari şirket kurdular. IPA 25 mühendis, Erbakan başta olmak üzere. Babamda o yıl emekli oldu ve emekli ikramiyesini o IPA ya yatırdı. Böylece bizde ortak olmuş olduk o şirkete. Sonra Erbakan Hoca tekrar siyasi faaliyetleri canlandırınca, bizimde siyasetle pek yakından ilgimiz olmadığı için, aramız biraz açıldı. Erbakan Hocayla ideoloji konusunda ufak bir görüş ayrılığımız vardı. Biz eğitim ve öğretimin siyasi faaliyetlerden uzak tutulması gerektiğini, eğitim ve öğretim müesseselerinde okuyan öğrencilerin özellikle ilahiyat ve imam hatip okullarında öğrencilerin herşeyden önce birinci olarak islami konuları derinliğine incelemeleri ve bu alanda kadro teşkil edecek şekilde cihazlandırılmaları, teçhiz edilmesi gerektiğini bu teçhizhat tamamlandıktan sonra siyasi alanda randımanlı(verimli) olabileceklerini düşünüyorduk. Ama Hoca Efendi aşağıda faaliyet başlamıştır. Herkes bu faaliyetin bir üyesi olmak zorundadır. Bunu talebesi talebesi olmayanı yoktur. Hele talebeler çok daha önde bulunmalıdır şeklinde farklı bir görüşü savunuyordu. Zaman bizim iyi yetişmiş ilahiyatcılar, islam dinini çok iyi bilen kadroların ancak istihdam edildiği takdirde randımalı olacağı görüşümüzü haklı gösterdi. Çünkü islami konularda derinlemesine bilgi sahibi olmamış, çok iyi yetişmemiş olan kişilerin dinden bahsetmeleri, islam adına konuşmaları islami uyanışın mecrasını oldukca etkilemiş, ve bir çok yönde uyanışı yavaşlatmıştır. Böyle bir intibamız var Erbakan Hocayla birlikte.

    Necmettin Erbakan Hocayla birçok hatıramız var. Çünkü Necmettin Erbakan Hoca henüz Istanbul Teknik Üniversitesinde asistan pozisyonundayken babamında ilk imamlığını yaptığı Iskender Paşa Camiinin şadırvanı istikametinde 2 katlı bir evde kiracı olarak oturuyordu. O 2 katlı evin erkek çocukları benim ağabey diye hitab ettiğim teknik üniversitede öğrenci olarak bulunan Ahmet abi ile - o evsahibibinin çocuğu Ahmet Abi- Necmettin Erbakanda onların kiracısıydı. Biz Ahmet abiyle beraber yaz tatillerinde Tashih-i Huruf dersleri almak üzere - yani Kuranı Kerimin harflerini düzgün telaffuz etme eğitimi- Fatih Camiine giderdik. Ahmet abinin hem orda teknik üniversitede matematik profesörü olarak görev yapan bir Hasan Beyde vardı. Aynı apartmanda kiracı oturuyordu. Erbakan Hocada onlarla beraber asistandı. Ve bunlar Iskender Paşa Camiine namaz kılmaya gelirlerdi. Babamda o caminin imamıydı. Ve sohbet ederdik. Böyle biz de dahil olurduk sohbete. Daha sonra, eğitim öğretim hayatından sonra Erbakan Hoca Iskender Paşa Camiine, babamdan 3 imam sonra, Bursadan gelen Bursalı Mehmet Efendi, Mehmet Zaid Kotku, Nakşibendi şeyhi Iskender Paşa Camii imamı olarak gelince Erbakan Hoca ona da müntesibdi.