• Konular – 
  • Saidi Nursinin talebelerinden Mehmet Nuri Güleç (Mehmet Fırıncı)

    Doğum 1928, Bursa, Inegöl, Yenice Müslim köyü, vefât 2020

    Saidi Nursi'nin yakınında bulunanlarin hemen hemen hepsi polis hapsine, tâkibine, soruşturmasına tabî olmuşlar, mahkemede hükümlenip, hapishanede de yatmışlardır. Mehmet Güleç istanbul, Fatih, Çarşamba'daki kendi evini Saidi Nursi'ye kalması için verir. Saidi Nursi her zamanki gibi mahkemelerle uğraşmaktadır, mahkeme Istanbul'dadır. Bunun üzerine polisler Mehmet Güleç'i sorguya çekerler. Polisler evde nöbetçiler bulunduracaklarını söylerler. Mehmet Güleç, Said Nursi'ye Istanbul'da ve ısparta'da talebe olur. Said Nursi'nin yazılarının çoğunun el altından teksir makinesinde çıkmasını sağlar ve gizlice halka dağıtır.

    ....(Ben) 2 defa (Istanbul) Emniyet Müdürlüğünün hücrelerinde 25er gün (hapis yattım).. Birisinde Harbiye hücrelerine de gönderdiler. Hakikaten çok işkenceli bir (hapis zamanı) geçirmiştik yâni. Işkence derken hem sözlü tâciz, hem fizikî işkence. (Mahkûmlara tahsis edilen yer olarak) şu kadar (yaklaşık 2metrelik) bir yer(hücre) var. Hatta Harbiye'de 2 kişiyi o kadar bir yere koydular. O kadarki sabahları bir çorba veriyorlar. Saat 8'de falan, bulgur çorbası. O da yok bir gün. Ceylan (Çalışkan) abi, dayanamamış, şiir yazmış. Saat 11e geldi yemeğe hacet kalmadı, Hâlimizi demeye hacet kalmadı, Herkes...kapıları da açmadılar o gün, tuvalete de gene(yine) jandarma nezaretinde gidiyorsun. Herkes hacetini içeride görür. Hacetim var demeye hacet kalmadı diye Burası bir sivri adadır. Yatsıya gitmeye hacet kalmadı. Yassıada dâvâları da o zaman Yassıada'da devam ediyor. (Ben cesaretle devam ettim, vazgeçmedim) Mâşallah, öyle bir şey ki, tâ 1973'e kadar aşağı yukarı 700 tane mahkeme cereyan etti. Türkiye'de, kimsede (Said Nursi talebelerinde) geri çekilme yok. Medrese-i Nuriyeler, dersler devam etti. (Polis, jandarma) Baskınlar(ı) da devam etti.(Yılmak yok, devam). Hatta öyle şeyler oluyorki , merhum, Allah merhamet etsin, BekirAğabey(Bekir Berk) avukat olarak Çanakkale'de dâvâ var, orada yetişememek ihtimâline binaen Bitlis'teki mahkemeye telgraf çekiyor, Istanbul'a geliyor, Istanbul'dan uçakla Diyarbakır'a iniyor, Diyarbakır'dan (Bitlis'teki) mahkemeye yetişiyor. Mahkeme Reisi inanamıyor. "Siz Bekir Berk'misiniz yoksa başka birisimisiniz?" diye. Hüviyetini istiyor. Hüviyetini(hüviyet cüzdanını) verince "tamam" diyor.Inanmıyot ki, yâni Çanakkale'den telgraf çekmiş bir adam ertesi gün Bitlis'te nasıl olur? (o zamanın şartlarıyle zâten imkânsız). Böyle yetiştirdi yâni.

    .... Ezanlar önce Türkçe'leşti sonra tekrar Arapça'ya döndü, ilk Türkçe'leştiğinde ve sonraları Arapça'laştığında şunları hissettim:) Bir defa ben çocuktum. Ben 1936 demekki 7 yaşlarında falan. Babam köyde 3 sene imamlık yaptı. Hem Rüşdiye mêzunu, hem medresede okumuş. Istanbul'da. Çanakkale harbi çıkınca devlet müderrislere demiş isterseniz cepheye gidebilirsiniz, isterseniz ilme devam edin. Onlarin hocasıda ben de cepheye gidiyorum demiş. Onlar kalmışlar. Onun için babam köyde, köylüler çok ısrar etti, imamlık için, fakat evde 2 tâne ağabeyim var.Ibrahim Ağabey Eşref Ağabey. Ezan okuyorlar Allahuekber, Allahuekber. fakat minarede Tanrı Uludur, Tanrı Uludur. Tövbe Estağfurullah. "Yav niye böyle okuyursunuz, niye ezanı değiştiriyorsunuz" diye o çocukluk şeyinde ona itiraz ediyordum. (Sonra) Nuruosmaniye Camii'nin hafızı Dursun vardı.O öğle zamanında (Arapça ezan) müsaadesi çıkmıştı zâten. Bekleniyor böyle şey(hazırda, heyecanla) vaziyette. Bütün Nuruosmaniye avlusu âdeta doldu, ezan dinlemek için. Müthiş bir ezan. (Müezzin) öyle bir okudu ki herkes ağladı. ....