• Konular – 
  • Ataput hükümetinin zehir fabrikaları

    Müslüman insan kendi sağlığını düşünmesi gerektiği gibi, başka insanların veya toplumun da sağlığını düşünmek ve gözetmek zorundadır. Nitekim peygamberimizin tavsiyeleri, Kuranın birçok emirleri insan sağlığını korumak üzerinedir. Başlığımızdan da anlaşılacağı üzere kötü alışkanlıkların çoğu aslında insan için bir zehirdir ve internet gibi insanlığa açık bir ortamda kötü alışkanlıklardan bahsedilmesi, kötü alışkanlıklar için bir reklam niteliği taşır ve bir müslümanın kötü alışkanlıklardan bahsetmemesi gerekir. Başlıktaki zehir fabrikalarındaki genel zehir kelimesini bu yüzden kullandım, esas kasdedilen kelimeyi sonra anlayacaksınız. Ataputla ilgilenen insanların çoğu zaten anlamıştır. Amerika, bu fabrikaların kuruluşundan birkaç yıl sonra Türkiyeye nota vermiş ve kapatılmalarını istemiştir. Kemalistler böylesi fabrikaların Türkiyede hiçbir zaman bulunmadığını, Amerikanın Türkiyeyi karalamak istediğini ve çekemediğini söylemektedirler. Yâni her zamanki gibi Ataputlarına ve altın çağa toz kondurmamaktadırlar. Said Alpsoyun ve başka yazarların söylediklerini, yazdıklarını önce sıralayalım.

    1920lerin sonu 1930ların başına kadar 6 veya 7 sene boyunca istanbulda zehir üretimi yapıldı ve dünya pazarlarına dağıtıldı. CHP tek parti döneminin böyle bir yüzkarası da vardı.CHP tek parti yönetimi zehiri üretip, organize etmiş, pazarlamıştı. CHP yönetimi câri açığının bir kısmını böylelikle kapatmıştı.

    "Bir teoriye göre Türkiye 1929 ekonomi buhranını zehirden elde edilen gelir sayesinde hafif atlatmıştı. Çünkü ihrâcâtın neredeyse yarıdan fazlasını zehir ve türevleri oluşturuyordu."
    Gürkan Hacır- Zâten Inanmaya Hep Hazırdık âmin -Sayfa 104

    "1929 itibarıyla resmi rakamlara göre zehir hammaddesinin ihracatından elde edilen gelir 8 milyon 861 TL. "
    Kadro Dergisi-1.Cilt-Sayfa 180

    1929 tarihinde Türkiye dünyadaki toplam zehir hammaddesinin üretiminin yüzde 32sini karşılıyor. Yani Türkiye dünyadaki en büyük zehir hammaddesi üreticisi. Türkiyede zehir hammaddesinin tüketimi bu üretilen miktarın yüzde birini teşkil ettiğinden dolayı Türkiye ürettiğinin hepsini yurtdışına satıyordu. O zamanki zehir hammaddesinin fiyatıyla bu satılan ve elde edilen paranın, gösterilen 8milyon TLden kat ve kat fazla olması gerekirdi. Yâni üretilen zehir hammaddesi yurt içinde esas zehir üretilmek için kullanılıyordu. Bu hammade istanbuldaki 5 zehir fabrikasında işlenip esas zehire dönüştürülüp, resmi rakamlara girmeyecek şekliyle ihraç edilmiştir.

    Bu ihracı ve üretimi el altından gizlice düzenleyen yabancı teşkilatler Japon Yakuza teşkilatı ve Fransız teşkilatı. Satışa ortak olan ise Amerikan teşkilatı. Türkiyede ortak teşkilat ise:

    "Türkiyede zehir üretiminin ortakları yoğun ölçüde sabetayistlerdir. Mesela Taranto ailesi."
    Gürkan Hacır-Saklı Tarih-Sayfa 160

    Bu zehirden bilmeyerek, üretim safhasında masumane zarar görmüş çok insanlar vardır. "Bu olaylara yakından tanıklık edenlerden biri de Mazhar Osman uzmandır. 1926dan 1931e kadar istanbuldaki fabrikalarda yapılan üretimin sokaklardaki etkisini herkesden önce farkeden Bakırköy akıl hastanesi başhekimi Mazhar Osman Uzman 1928 yılından îtibaren giderek daha sık karşılaştığı zehir alışkanlığı için "Japon kıyafetindeki bir şeytan önümüze çıktı" demiştir. (ilk fabrikalar Japon ortkalığı ile yapıldığı için Mazhar Osmanın karşılaştırması bu yüzdendir) O dönemde tedavi için Mazhar Osmanın kapısını çalanların tamamı Japon fabrikası olarak adlandırılan Taksim deki oriyental boding şirketinde çalışan kişiler ve kalfalar olmuştur. Mazhar Osman başlangıçta bunu işçilerin elinin altında bulunan zehire kolayca alışmalarıyla açıklamıştır. Ancak bir süre sonra durumun farkına vardığını belirtmiştir.
    Nuray Okumuş-Türk-Amerikan Ilişkilerinde Zehir Ekimi Krizi-Sayfa 81

    "ilk hastalarım bana Japon fabrikasından geliyordu. Fabrikaya sapasağlam gelen bu Türk işçileri yaparken koklamaya mecbur oldukları zehir yüzünden yemeden içmeden kesiliyor, günden güne zayıflıyor, ayakta duramayacak hale geliyor. Valeryanın düşkün kedileri gibi uyuşuk ve tembel bir adam oluyordu. Nihayet 6 - 7 ay sonra patron "sen hastasın" diye tazminat vermeksizin, suyu alımış limon kabuğu gibi kapıdışarı atıyordu. ilk zamanlar bu gençlerin günahına giriyordum. Bu zehirin havaya karışarak çalışanları zehirlemesi hatıra gelmez bir ihtimaldi. Günden güne bu insanlar çöküyor, kayboluyordu. Eskisi gibi iş göremiyordu. Yehir mütelası oluyorlar ve zehir almak için kazançları yetmiyordu. Yüzlerce böylesi insanlar gördük.Kendileri 18 ile 25 yaş arasında üst baş bitmiş, vücutları erimiş, ceplerindeki son metelikde sarfedilmiş fakir delikanlılar. "
    Mazhar Osman, Tababittu Ruhiye, 1941

    "Gözümün önüne zehirciler geldi. O zaman zehirciler çoktu. Çüp tenekelerini karıştırılar, ekmek görünce alıp yerlerdi. 2 sebebi vardı bu işin. Parasız olduğu için, kuru olduğu için. Üste başa mecbur kalınmayınca para verilmez. Para zehir için lazım. Çoğu çuvala sarılı gezer. Tahtakaleden Mercana olan uzun caddeden geçilmezdi.Zehircilerin pisliğinden ve insan ziyanlığından. ikinci cihan harbine kadar sürdü bu hal. Ekmeğin kuru oluşu, zehirciler kuru ekmek yiyemezler. Acıyıp üşümesinler diyen bir vatandaş bir kazak veya bir ceket pantaolon gibi giysiler verseler, derhal satarlar öldüm fiyatınada olsa koşturulur, zehire bayram yapılır o anda."
    Rasih Nuri Ileri-1944 TKP Davası-Sayfa 348,349

    Böylesine büyük çapta bir üretim gizli kalamazdı ve bütün dünyada duyuldu ve Türkiye adına bir rezillik teşkil ediyordu.

    "26 Aralık 1930 yılında Kahirede çıkan El Keşkül isimli gazetede yayınlanan bir haberde Türkiyede büyük miktarda zehir hammaddesi kaçakçılığı yapıldığına dair yazılar çıkmıştır. Yazıda Türkiyede büyük miktarda zehir hammaddesi kaçakçılığı yapıldığı ve bütçenin büyük bir kısmını bu kaçakçılığın doldurduğunu, hazineye 7milyon lira gelir sağladığını yazmıştır. Ayrıca istanbuldaki fabrikalardan alınan ürünlerin Mısırda hilelerle satıldığını da yazılmıştır. Gazetede Cumhurbaşkanı Gazi hazretlerinin(Ataputun) bir karikatürü çizilmiştir. Mustafa Kemal elinde zehir hammadesi dolu bir çantayla çirkin bir şekilde resmedilmiştir. ( O karikatürde Mustafa Kemalin elinde bir çanta ve konuşma balonunun içerisinde de "bizim dinimiz paradır" yazısı var.

    "Kahirede çıkan El Ehran gazetesinde 29 Aralık 1930 tarihli yayınlanan haberde Mısıra gelen zehirlerin Türkiyeden geldiği anlaşıldığı, Kahire polisi tarafından Cenevrede sunulmak üzere bir rapor hazırlandığı yazıyor. "
    Suna Altan, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e zehir: Sosyo-Ekonomik ve Dış Politik Boyutlarıyla Sayfa 84

    istanbulda üretilen zehirin büyük bir kısmı Amerikaya pazarlanıyor. Bu yüzden Amerikadaki basından, hükümetten Türkiyeye ciddi bir tepki baskı meydana geliyor. Mustafa Kemal Ataput, Amerikan büyükelçisi Cheryll a "Amerikada benim bir biyografi kitabımı çıkarın, yayınlayın" diye dilekte bulunuyor. Bir hayat hikayesi kıtabımı yayınlayın diyor. Bunun karşılığında Amerikan büyükelçi Türkiyede zehir işinin sonlandırılmasını şart koşuyor. Fabrikaların kapatılmasını istiyor.
    Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1.Cilt , Sayfa 362

    Buradan anlıyoruzki Ataputumuzun zehir üretiminden ve satışından haberi vardı. Devletin başındaki bir kimseden, hemde 1 değil 5 fabrikadan haberinin olmaması zaten mümkün olamazdı. Haberi olmasa bile yani hükümet bunu Ataputtan saklasa bile bizzat büyükelçinin isteğiyle öğrenmiş oldu.

    "ABDnin Türkiye büyükelçisi Joseph Graven( Cherylldan bir önceki büyükelçi) Türk dışişleri bakanıyla 24 şubat 1932de yaptığı veda görüşmesiyle ilgili hazırladığı ve Washingtona gönderdiği memorandum şu ifadeleri taşımaktaydı: Hala ( Türkiye ve Amerika arasındaki) ilişkilere kötü etkileri olabilecek bir unsurun var olduğunu tespit ettim. Bu da Türkiyeden Amerikaya gerçekleştirilmeye devam eden zehir alanındaki gizli tarifedir. "
    Nasuh Uslu -Türk Amerikan Ilişkileri-Sayfa 223

    1932 yılına ait ingiliz büyükelçiliğinin Londraya gönderdiği yıllık Türkiye raporu. ingiliz büyükelçisi G.Clark e göre herşeye rağmen (yani yapılan dış baskılara, tepkilere rağmen) istanbuldaki zehir üretiminin artmasından şikayetçi.
    Elif Ilhan, 1932 Türkiyesi , Sayfa 62

    Zehirin hammadesinin üretimi ve ihracatı bütün dünyada yasak olmayan bir ürünken, zehirin işlenmiş hali bütün dünyada yasak ve yüzkızartıcı bir durum. Hammaddesi ilaç ve tıp alanında kullanılıyor. Türkiyede, 1933de, 400ton zehir hammaddesi dışarıya ihraç edilirken, 1934deki ihracat sadece 42 ton.
    Afet Inan -Türkiye Cumhuriyetinin Ikinci Sanayi Planı 1936 Sayfa 207

    Yani eğer çok masumane bir anlayışa göre hareket edilirse hammadde üretimi Türkiyede durduruldu neticesi çıkarki, hükümetin 1934 yılında hammadde çiftçilerine öyle bir emri ve kanunu yok. 1 sene içerisinde zehir hammaddesinin ihracatının ortadan kalkmasının sebebi nedir? Dış baskılar sebebiyle fabrikalar kapatıldı ve fabrikaların talebi ortadan kalkınca da çiftçiler ekmemeye başladı. Zincirleme tesir. 1929da başlayan dünyadaki iktisadi buhran neticesinde bütün hammade fiyarlarının düşmesi de zehir hammaddesinin dünyadaki fiyatın düşürmüş ve talepte azalmış olduğundan hammade ihracatı azalmıştır.

    1935e gelindiğinde uluslararası piyasada hammadde fiyatı 1929 yılının fiyatının dörtte birine inmişti.
    Raşit Hatipoğlu, Ziraat bakanı, Türkiyede Zirai Buhran, Sayfa 34,35,83

    1950 Haziranında yayınlanmış bir makale:

    "Türkiyede zehirin hangi nüfuzlu adamların himayesinde yapılarak milyonlar kazanıldığını, hâlâ da kazanılmakta olduğunu, bu yüzden nasıl cinayetler işlendiğini, hal böyleyken üstünde bir paket zehir bulunanları yakalayıp komedi oynandığı, bu da yetmezmiş ve işin aslını faslını bilmezlermiş gibi( bir şeyden haberleri yokmuş gibi), Amerikadan polis getirtilerek halkın nasıl aldatıldığını bilmiyormuyuz? "
    Aziz Nesin, Haziran 1950, Medet gazetesi
    Kemal Sülker-Sabahattin Ali Cinayeti-Sayfa 81

    Aziz Nesinden anlaşılıyorki zehir üretimi 1934de bitirilmemiş.
    Aziz Nesinin ifadesini destekleyen daha güçlü bir kaynak şunu belirtiyor:

    "Sene 1945. istanbulda 5 tane zehir fabrikası üretimine devam ediyor. "
    Ali Dikici-Ikinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin Iç Güvenliği-Sayfa 249

    "1950 itibariyle sadece istanbulda 4bin zehir tiryakisi var. "
    Mehmet Evsile, Tek Parti Döneminde Türkiye'de Günlük Hayat, Sayfa 165

    "19 şubat 1925de cenevrede imzalanan zehir hammaddesi sözleşmesine Türkiye katılmayacağını açıkladı. "

    "ikinci fabrika yine istanbulda 1929 Mayısında kurulan eczai tıbbıye ve kimyeviye sahada etkin oldu. 35 işçi çalıştıran fabrika 60 okkalık kasalarla ayda ortlama 100 kasa 7700kilogram hammadde işleyebiliyor ve ayda ortalama 800 ila 1000 kilo zehir ve türevleri üretiyordu. 12 Aralık 1929 tarihli hükümet kararnamesiyle kurulan, üçüncü fabrika ise Kuzguncuktaki Türk eczai tıbbıye ve kimyeviye şirketi Terkaş oldu. En büyük kapasiteyede bu fabrika sahipti. Fransız teknisyenlerle birlikte 60 işçi çalışıyordu. Ve aylık hammadde işleme kapasitesi 150 kasaydı. 11bin500 kilogramdı. Ayda ortlama 2 ton zehir ve türevi üretecek kapasiteye sahip fabrikanın ortalama üretimi 800 ila bin kilo civarında zehir ve türeviyiydi....Bu şirketin ortakları gerçekten dikkat çekiciydi. Maliye ve içişleri Bakanlığı ve Trabzon mebusu Hasan Saka Bey. Bu tarihte meclis başkan yardımcısı. Cumhuriyetin pek çok bürokratı gibi çok sayıda şirkete ortak olmuş ve yönetim kurulunda yer almıştı. "

    "Bütün dünyada zehir yasaklanırken Türkiyede hala bir ilaç olarak kabul ediliyordu. 1926 yılında aralarında Ahmet şükrü gibi zehire savaş açan tıp adamları, kimyacılar ve eczacıların bulunduğu seçkin bir komisyon tarafından hazırlanan ve 1930 yılında basılan ilk Türk kodeksinde 146 numaralı ilaç disatil...başlığı altında zehirdi.Kodeksde zehirin en az 5 en çok 15miligram kullanılması gereken, öksürüğü kesen, ağrıları teskin eden, uyku veren bir ilaç olduğu anlatılıyordu. Zehir Türk farmakolog tarafındanda ilaç olarak kabul ediliyor, hatta birlik tarafından hükümete verilen resmi rakamlarda, Türkiyenin yıllık tıbbi zehir ihtiyacı 4kilo olarak veriliyordu. " (istanbuldaki zehir fabrikasının bir tanesinin yıllık üretimi bin kilo, yani Türkiyenin ihtiyacının neredeyse bin katı. insan tabiiki şu soruyu kendine sormaktan alamıyor. Bu kadar zehir nereye gidiyordu? Herhalde üretip tuvalete dökmüyorlardı. Neyse.) "Bu zehir yerini kodekste yıllar boyunca korudu. "

    "Bu kanuni boşluklar ve denetimsizlik yüzünden istanbulda hepsi kanuni izin ile çalışan ve ayda 3ton zehir ve benzerlerini üretecek kapasiteye sahip tesislerle kısa sürede istanbul zehirin başkenti haline geldi. Bu kapasitenin sadece yarısı kullanıldığında elde edilen zehir 15 milyon doz demekti. Zehir sokağa gelene kadar yapılan katkılar düşünüldüğünde iyimser bir tahminle bu 1milyon tiryakinin bir aylık ihtiyacını rahalıkla karşılayabilecek miktara eşitti.

    "Kanundışı piyasaya satılan satışlarla istanbuldaki tam kapasiyle çalışan 3 fabrikanın ayda 2 ton zehir ihraç ettiği ve yıllık cirosunun en az 10milyon, 15milyon lira civarında olduğu tahmin ediliyor. (Türkiyenin senelik bütçesi 130milyon lira civarında, yani bütçenin onda birini zehir geliri teşkil ediyor). Sadece Kuzguncuktaki fabrikanın aylık geliri 500bin liraydı. 1929 itibarıyla Türkiyede bulunan 27 sanayi şirketinin toplam sermayeleri 10milyon liraydı. ve 2 milyon lira kar elde ediyorlardı. Bu rakamlarla karşılaştırıldığında zehir fabrikalarının kar ve ciroları müthiş boyutlara ulaşıyordu. Bu ciro 1930 yılındaki bir milyar 580milyon liralık gayrisafi milli hasılasının yüzde biri büyüklüğünde bir rakamdı. Ve cironun tamamı kardan meydana geliyordu. Fabrikaları denetlemesi gereken sıhhat ve içtimai muavenet vekaleti (sağlık ve sosyal yardım Bakanlığının) 4milyon lirayı geçen yıllık bütçesi karşısında, fabrikaların elde ettiği kar, her türlü kontrolü aşabilecek bir güce dönüşmüştü. Bu güç fabrikalarla ilgili kaçakçıların Atalantik Okyanusu ötesine uzanan ilişkilerinden de besleniyordu. Ve amerikadaki mafya savaşına cephane sağlıyordu."

    "istanbuldaki fabrikalar kanuni boyutların yarattığı fırsatlar ve sahip oldukları para gücü dışında, dönemin güçlü sermaye gruplarıyla birlikte hareket eden tesirli siyasetcilerin gücünü arkasına almıştı. Halk partisinin ileri gelenleri, milletvekilleri, bakanlar, gazeteciler ve zehirin beynelmilel ticaretine hakim sermaye grupları içiçe çalışıyordu. Kuzguncuktaki Siko'nun yönetim kurulu başkanı Meclis Başkanı Hasan Sakaydı. Saka, Türkiyede pek çok şirkette ortaklık yapan, pek çok devlet tekelinin kontrolünü devletin ileri gelen siyasetcileriyle elde tutan, Belçikalılarla Paul Michael, Meksikalı Pere Rapi ile ortak. Sikonun perde arkasındaki Belçikalı sermaye grubunun en mühim isimlerinden biri, istanbulda avukatlık yapan Fransız vatandaşı Adrıan Milioti. Sikonun yönetimindeki Milioti yle aralarında dev bahis skandallarıyla neticelenen şirket girişimlerinin de bulunduğu 16 şirkete dönemin büyük kuruluşları ve Celal Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali gibi isimlerle birlikte ortak ve yönetici olmuştur. "
    Cengiz Erdinç-Overdose Türkiye-Sayfa 55,58,60,63,65,

    "Fabrikaların üretimi işçilerden başlayarak kolayca piyasa yaratmış, zehir tramvay duraklarında, kahvelerde satılır hale gelmişti. Yarım gramlık paketler tütüncülerde 25kuruştan satılmak üzere dağıtılıyordu. Ortalam 60 - 70 kuruşluk günlük ücretlere göre bu hayli düşük bir fiyattı. istanbul zehir cenneti haline gelmişti. "

    "1915 yılında itiaberen bütün dünyada ciddi bir biçimde kullanımı kısıtlanan hatta yasaklanan zehir Türkiyede en büyük miktarlarda üretiliyor, rahatlıkla satılıyor ve zehirin yasaklandığı ülkelere ihraç ediliyordu. "
    Cengiz Erdinç-Overdose Türkiye, Sayfa 72,73

    "Türkiye 1930da uluslararası belgelere yapmış olduğu zehir ihracatını yazdı. Fakat karşılıklı ticaret belgelerinde miktarlar yer almıyordu.Türkiye 1930yılının ilk 6 ayında ingiltereye 2ton zehir türevi, 4ton zehir ihraç etmişti. Bu rakamlar Türkiye tarafından açıklanınca Londrada kıyamet koptu. Türkiye bu yüklü ihracatı Amerikaya ve Avrupaya yaptığını ileri sürüyordu. Ancak bu konuda (Türkiye kendi inisatifiyle) birleşmiş milletler cemiyetinin zehir izleme komitesine bir bildiride bulunulmuştu.(Yani zehir sattığını bildirmişti). Alıcı ülkelerin kayıtlarında bu ölçüde bir ithalat görünmüyordu. (Fakat) 6 ton madde Türkiyeden Avrupadaki kaçakçılara satılmıştı. "

    Said Alpsoy, Türk hükümetinin birleşmiş milletlere yazılı olarak verdiği zehir ticareti itirafını salaklık olarak nitelendiriyor.

    "6 ton madde Türkiyedeki fabrikalardan Avrupadaki kaçakçılara satılmıştı.Türkiye uluslararası sözleşmelere taraf olmadığı için, kağıt üzerinde zehiri kime sattığını açıklamak gibi bir mecburiyeti yoktu. bunun üzerine Amerikan gazeteleri olayı Türkiye meselemiz başlığıyla verdi ve Türkiyeyi zehir üretimi ve ticaretinin merkezine yerleştirdi. Amerikan gazetelerinde çıkan haberlerde, Türkiyenin Lahey ve Cenevre anlaşmalarını imzalamamış olması da uygar dünyanın dışında kalan bir davranış olarak özellikle vurguladı. New York ve Chicago sokaklarında gözle görünür ölçüde artan ve bir türlü önü alınamayan zehir tiryakiliğinin meydana getirdiği dehşet, bu olayın ve zehirin Türkiye bağlantısını daha mühim hâle getirdi. Yakalanan 2 kaçakçıyla birlikte zehirin kaydığı Türkiye tezi Amerika kamuoyunun hafızasına yıllar boyunca değişmeyecek bir biçimde yerleşti. Tepkilerin zirve noktasında zehire karşı savaşla tanınan New York senatörü Laguardia, Türkiyenin hükümet düzeyinde zehir üretimini desteklediğini ileri sürerek, Türk mallarına boykot çağrısı yaptı. Laguardianın hazırladığı bir kanun tasarısıyla Türk mallarının üzerine Türkiyenin kanundışı zehir trafiği içinde bulunduğunu gösteren sarı bir etiket konmasını ve Türkiyenin zehir ticaretini engelleyene kadar bu yolla bir ahlaki karantinaya alınmasını tavsiye ediyordu. Aynı günlerde New York Amerikan gazaetesine bir makale de yazan senatör Laguardia, bu boykotun Türkiye uygarlık anlaşmasına imza koyana kadar sürmesini istedi."
    Cengiz Erdinç-Overdose Türkiye, Sayfa 88

    "Ocak 1931 Cenevre zehir müzakereleri toplantısı. Milletler Cemiyetinin organize ettiği uluslararası bir toplantıda Türk heyeti de vardı. Fakat ne yazıkki Cenevredeki Türk heyetine Kuzguncuktaki fabrikanın yönetim başkanı olan Hasan Saka başkanlık yapıyordu. " (Benim yorumum: tam liyakatli adamı bulmuşlar. Said Alpsoyun yorumu: rezilliğin daniskası)
    Cengiz Erdinç-Overdose Türkiye, Sayfa 96

    "Amerikan elçisi Greve, Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı sıkıştırıyor. Bütün Amerika gençliği sizin yüzünüzden zehirleniyor. Tevfik Rüştü elçiye Türkiyenin elini gösterdi. Hammadde üretiminde resmi olarak Türkiyeye yüzde 60 kota ayrılmasını istediklerini, ancak pratikte yüzde 25e de razı olabileceklerini ima etti. Ayrıca Amerikayla özel bir anlaşma yaparak karşılıklı olarak hammadde türevlerinin yasaklanabileceğini söyledi. Greve ülkesinin kanunlarının buna izin vermediğini hatırlatması üzerine Tevfik Rüştü şaşırtıcı bir teklifde bulundu. O zaman siz bize bir nota verin, biz de Amerikaya kanundışı ihracatı engelleyelim dedi. Türk bakan kendi ülkesine nota verilmesini istiyordu. ABD notası zehir lobisine karşı çaba gösteren dışişleri bakanının hükümet içinde elini kuvvetlendirecek, ve özellikle kaçakçılık lobisinin adamı olarak nitelenen şükrü Kaya'ya darbe indirecek bir girişimdi. Tevfik Rüştünün tavsiyesine karşılık Amerikan notası şubat başında geldi. ABD hükümeti limanlarından ülkeye(ABDye) giren zehirin çıkış noktası olduğu için Türkiyeyi sert bir biçimde protesto etti. Associated Press in 22 Ocak 1931 günü geçtiği haberde istanbul sağlık bakanlığının Fransız fabrikası olarak bilinen Kuzguncuk'taki fabrikayı Marsilya'ya yüklü miktarda gizlice zehir yolladığı için kapattığı duyuruldu. Ancak asıl kapatma kararı bunun ardından Amerikan notası üzerine geldi.Bakanlar kurulunun 15 şubat 1931 tarihli, 10642 numaralı kararnamesiyle istanbuldaki fabrikalar zehir ihracatıyla ilgili düzenleme yapılana kadar geçici olarak kapatıldı. 18 şubat günü resmi gazetede yayınlanan kararname kağıt üzerinde kalacak göstermelik bir karardı.Zaten fabrikalar büyük bir cüretle sağlık bakanlığının memurlarına ve zabıtaya direniyor, ellerindeki zehiri teslim etmiyorlar, hatta el altından stoklarını piyasaya sürüyorlardı. "
    Cengiz Erdinç-Overdose Türkiye, Sayfa 98,

    "Mazhar Osman bu direncin isimlerini vermeden fabrikaların yönetim kurullarında yer alan siyasetcilerle açıklıyordu. Bir çok aletler getirilerek bu fabrikalarını kuran bu 3 müessese, evvelki izin ve teşvik yerine birdenbire bu esasından yıkılışı pek fena karşıladı. Hatta bu fabrikaların idare heyetleri bile itaatsizliği teşvik edene kadat cesaret ettiler. Sağlık Bakanlığı müfettişlerine kabaca karşı durun(şiddet uygulayın)."
    Mazhar Osman, Tababittu Ruhiye, 1941

    "Amerikalılar zehir ticaretinin Türkiyede resmi makamlar tarafından kollandığını düşündükleri için elde ettikleri bilgileri Türk polisine vermek yerine beklemeyi tercih ediyorlardı."
    Cengiz Erdinç-Overdose Türkiye, Sayfa 101

    "Amerikalılar meclis başkan yardımcısı Hasan Saka, Milliyet gazetesinin patronu, iş bankası yönetim kurulu başkanı Mahmut Soydan Bey, gibi isimlerin bu organizasyonda yer almasından dolayı, zehir üretimi ve kaçakçılığını bir hükümet siyaseti olarak görüyorlardı."

    "Ocak 1933 tarihli beynelmilel hammadde konferansında 3 Türk temsilciden biri olan ve anlaşılmaz tutumuyla toplantıyı baltalayan Hasan Saka Meclis Başkanlığı koltuğunda oturuyordu. ABD büyükelçisi Cheryll a göre Hasan Saka, şükrü Kaya, Yunus Nadi gibi isimlerden meydana gelen kaçakçılık lobisi yüksek bürokratları da tesir ederek hammadde ile ilgili kanunların önünü tıkamak için gizli bir direnç gösteriyordu. Amerikan büyükelçisi Cheryll ın Washintona gönderdiği 21 şubat 1933 tarihli 860.14/801 numaralı, belgeli resmi raporunda şöyle geçmektedir. Bu durumun tehlikesi hammadde şebekesinin içinden olduğunu bildiğimiz şükrü Kaya Beyin, içişleri bakanının, ki burada(Türkiyede) hiç söz edilmiyor, yada çok az dillendiriliyor. Ama Paris ve diğer Avrupa merkezlerinde açıktan konuşuluyor. " Amerikan büyükelçisi Cheryll ın Washintona gönderdiği 826 kodlu, belgeli resmi raporunda şöyle geçmektedir. Cheryll, cumhurbaşkanlığı genel sekreterinden randevu istemiş, Ataputla görüşmüşler, o görüşmenin raporu. Hikmet Beyin (cumhurbaşkanlığı genel sekreterinin) cevabı, bize bu evrakları göndermemize gerek olmadığı, 23 haziranda gönderdiğimiz yazıyla, Türkiyenin bu anlaşmaları uygulamaya koyduğu söylendiği oldu. ( Yani Türkiye, imzaladığı uluslararası zehir yasağına uyacaktır.) Evrakların muhakkak Cenevreye kaydedilmesi gerektiğini belirttim ve kendisine bu bilgiyi kimin verdiğini sordum. Cevap şükrü Kaya Bey oldu. Bunun üzerine fırsat bu fırsat deyip, Hikmet beye 22 Aralıkta bütün bu konuyu cumhurbaşkanın önüne götürmek istediğimde, kendisine bu kanundışı ticaretin Türkiye adına sürülen lekeyi hatırlattım. Hatta Paristeki dedikodulara dayanarak, Türkiye hükümetindeki bir bakanınisminin de kanundışı zehir ticaretinde geçtiğinide belirttim. Benden bu ismi öğrenmek istediğinde, dedikodunun isim vermeyi gerektirecek kadar saçma olduğunu kendisine belirttiğimi söyledim. Arkasından kendisine (ataputa) 13 Ocakta Meclisteki zehir yasağı oylamasının engellenmeye çalışılmasını hatırlattım. O tarihtede Hikmet bey benden bahsi geçen bakanın ismini istemişti.Aynı sebeplerle vermemiştim. Ardından bugün gerçekleşen son olayı vurguladım. Ve bugün bu ismi siz söylediniz dedim. Yani Paris dedikodularında ismi geçen şükrü Kaya mı dediğinde ne yazıkki tahmininin doğru olduğunu söyledim.
    Cengiz Erdinç-Overdose Türkiye, Sayfa 106

    Başta bahsettiğim gibi müslüman insanların söyledikleri ve yazdıkları bir örnek teşkil etmeleri gerekir. Ateist insaların toplum ve kendileri için bir mesuliyeti olmadığı için toplum sağlığını gözetmeleri bir mecburiyetleri yoktur. Zehir kelimesi yerine esas ismini yazsaydım genç insanlar için bir merak konusu ve reklam olacağından, bu zehire olan veya olmayan ilgiyi akelimeyi tekrarladığım için artırmış olacaktım. islam aslında tam anlamıyla halkcı bir dindir. Bireylerin Allaha karşı olan mükellefiyeti aynı zamanda topluma karşı olan bir mükellefiyettir ve toplumun sağlığını düşünmek zorundasınızdır. Gelelim kendisini halkcı ve islam karşıtlığıyla kendi içinde çelişki içinde olan Ataputun kurduğu CHPye. CHPnin bütün kadrosu kendini kurulduğundan beri halkçı olarak tanıtır. Halk bireylerden ibaret olduğuna göre bireylerin sağlığı devletin birinci görevi olacakken CHP insan sağlığını hiçe saymıştır. Eğer CHP halkcı olsaydı islamı korur ve islamı öne çıkarırdı. islamın haram kıldığı bütün şartlar insan sağlığı içindir. Sadece domuz etini ele alın, en sağlıksız hayvan eti olduğu ancak şimdi bilim tarafından ispatlandı.Ateistler, CHPliler Batıyı örnek alırlar, fakat Batı bilim sayesinde islamın insan sağlığını koruduğunu ispatladığı halde, düz mantık gereği, sağlık yönünden islamı örnek alınması gerekirken, bizdeki ateistler ve CHPliler bilimi de reddederek, islamı hala kötülemektedirler. Genç insanlarımız bilemez, sigaranın 2000li yıllardan önce her yönden serbest bırakıldığını ve CHPliler tarafından hayat biçimi ve özgürlük olarak tanıtıldığını belki bilirsiniz. CHP madem kendisini halk olarak ifade ediyorsa, halkın sağlığını yani islamı, sonuna kadar savunması gerekmezmi? işte CHPnin sahtekarlığı, sayfamın adından da anlaşılacağı üzere, sahtekar diktatör kemal olmak üzere, buradan başlıyor. CHP aklınıza gelen her alanda sahtekardır. Kendisini en güzel kelimelerle ifade eder, fakat icrada her zaman sahtekarlık, söylediğinin tam tersini yapar. Rakı, sigara, fuhuş, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, zehir ticareti ve üretimi, milletin parasını heykellerle boş işlerle çarçur etmek, aile yapısını ve ahlak anlayışını yok etmek, vesaire, CHPnin yaptığı en iyi icraattır ve devletin başında olarak ahlaksızlığı, kötü alışkanlığı millete dikte etmiştir. şimdi eğer dersenizki fuhuş kelimesinden burada neden bahsettin, fuhuşun reklamını yaptın derseniz, kötülüğü nasıl tarif edebilirim diye bir çelişkiye düşüyorum. Kötülükten bahsedeceksiniz fakat ismini vermeyeceksiniz. Neyse. Bir topluluk ve halk böylesi kendisine zorla dayatılan kötü örnek karşısında nasıl ayakta durabilir? CHP halkcı değildir, hiçbir zaman olmamıştır, CHP halkı ve insanı yoketmek partisidir. CHPnin hala ayakta durabilmesi, Ataput ve inönü diktatörlüğüyle polis, jandarma ile halkı baskı altında tutarak, eğitim sayesinde halkı körelterek, sahtekarlıklarını örterek ve kendilerini Sabetayist basın sayesinde yücelterek olmuştur. şimdiye kadar CHP ve Ataput zamanında meydana gelen zehir üretimiyle ilgili bir şey duydunuzmu? Bu yazımı bundan 25 sene önce okuyamazdınız, çünkü hemen polis arkama düşerdi ve bir daha bir şey yazmama engel olurdu. CHPnin hâlen bu anlayışta olduğunu, sene 2023 olmuş, hâlen kendi milletvekillerinden duyuyorsunuz. Ataput ve inönü zamanında sahtekarlıkla ve zorbalıkla herşeyin üstü örtülüyordu ve her şeyin güzel olduğuna dair haberler yayınlanıyordu. Ne zaman islama ait# yâni esas halkcı birileri başa geçtiği zaman, bu sefer tekrar sahtekarlıkla yalan haberler üretilmeye başlanıyor. Meselâ halk sağlığıyla ilgili Uzun Adam sigara bırakma ve kamu alanında sigara yasağı getirince CHP ve Sol kesimden kopartılan kıyametleri hatırlıyorsunuzdur. Sahtekarlıkla "diktatör Uzun Adam özel hayatımıza karışıyor" söylentilerini unutmamışsınızdır. Bakınız bugün itibarıyla sene 2023, Almanyadan size bir misal vereceğim. Kötü alışkanlıklar ve doğrudan halk sağlığıyla alakalı. Bizim diyelim, bizim değilde aslında, Almanya Partisi milletvikili Cem Özdemirin attığı çok mühim ve halk sağlığı açısından doğru bir adım var. Aynı nasıl sigaraların sağlığa zararlı olduğu için reklamı yasaksa, şerkerli yiyecek ve içeceklerin reklamını yasaklamak istiyor ve bunun başlangıcını Almanyada yaptı. Bakınız bu tasarıya karşı Almanyada çıt çıkmadı, hiçkimse "özgürlüğümüz kısıtlanıyor" diye kıyameti koparmadı. şimdi bunu Uzun Adamın Türkiyede yapmak istediğini ve duyurduğunu düşününüz. Kim ilk önce karşı çıkar ve kıyameti koparır? Tabiiki halkcı diye geçinen Halk Partisi. Aslında Halk Partisinin adı Zillet Partisi olmalıydı, her türlü sahtekarlık, namussuzluk, kurulduğundan, yâni Ataputtan beri var. CHPye kendisine yakışır bir isim koymak istedim fakat bulamadım. Yaptığı işlerden dolayı herhalde şevki Yılmazın verdiği isim en iyi ifade edeni : Cehenneme Hazırlık Partisi. Neyse.

    Rıza Nur hatıratında Mısıra zehir kaçakçılığı yapan Muhiddin Paşadan bahseder. Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonu Inebolu limanından getirilen silah ve insan desteğini denetleyen Muhiddin Paşa Mısıra sefir(büyükelçi) olarak gitmiş, sonra Türkiyede üretilen zehir kaçakçılığını yaparken yakalanmış
    Rıza Nur Hayat ve Hatıratıım Cilt 3, sayfa 588, 589

    Bir gazeteden alıntı.

    1926 yılında, Japon firmasıyla ortak, bugünkü Taksim Divan Oteli'nin yerinde, T.C. zehir Maddeler Inhisarı boy gösteriyor. Tüm dünyada yasak ama bizde yasal olan zehirin getirdiği kazanç ve ekonomik hareketlilikle, Türkiye bir anda zehir cenneti olup çıkıyor! Bu kadarla kalmıyor iş. Hemen ikinci fabrikayı kuruyoruz! Eyüp'te, Haliç kenarına. Adı da çok hoş: Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye - ETKIM! Hiç soluk almadan, üçüncü zehir fabrikası da boy atıyor; bu kez Kuzguncuk'ta. Adı da, 'Türk Ecza-yı Tıbbiye ve Kimyeviye şirketi- TETKAş'!



    Yönetim Kurulu Başkanı kim? TBMM Başkan Vekili ve Trabzon Milletvekili Hasan Saka. O kim? Daha sonra, yani 1947'de Başbakanlık koltuğuna oturan siyasi!

    Bu yıllarda,Türkiye'de tam tamına 27 sanayi kuruluşu var. Bunların, yıllık toplam karı 2 milyon lira. Ama üç zehir fabrikasının getirisiyse 15 milyon lira!

    O dönemde çok ucuz olan zehir, toplumun hemen hemen bütün kesimine yayılıyor. Her ne kadar yurt içine satışı yasaksa da, önce fabrikalarda çalışan işçiler zehir bağımlısı oluyor, sonra da bunların aracılığıyla toplumun dört bir yanına dağılıyor beyaz zehir. Yıl 1930... Dünya gazeteleri, Ismet Inönü'yü ve Mustafa Kemal'i 'zehir Satıcısı' olarak resmetmeye başlıyor.

    Derken, 1930'da, New York'ta yakalanan Alesia adlı bir gemide, Türkiye'den yüklenmiş 500 bin dolarlık saf zehir ele geçiriliyor. Ve bütün TC Bandıralı gemiler, dünyada 'zehir kaçakçılığı yapan deniz taşıtları' olarak fişleniyor.

    1933 yılında bir gün Mustafa Kemal ani bir şekilde kabineyi toplayıp "zehir Fabrikaları kapanmıştır" açıklamasını yapıyor. Direnmelere rağmen karar Halk Fıkrası tarafından onaylanıyor. Mustafa Kemal'in gücüne karşı bile sıkı muhalefet gösteren zehir lobisi kararın yasalaşmasını bir yıl kadar daha erteletmeyi başarıyor. Ve Türkiye'nin yasal zehir fabrikaları bir takım meraklılar konuyu kurcalayana kadar tarihe gömülüyor…

    1933 Senesinde Istanbul Bahçekapı'da Çekilen Bu Fotoğraf Gerçeklerin Kanıtı... Levha'nın üst kısmındaki üçgen ve göz şekli ise dikkatlerden kaçmadı...

    02 Aralık 1933 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, zehir fabrikasını 'çok modern bir daire' diyerek övüyor ve ziyaret edilmesi hususunda tavsiyerlerde bulunuyor.



    Devamı sonraya.