• Konular – 
  • ataput ve ingilizler

    Târih 10.02.2021

    Bazen Ataputumuzun Ingiliz ajanı olduğunu iddia ederler, mesela Fesli Deli Pera Otelinde Ataputun Ingilizlerle pazarlık yaptığını ve emirler aldığını îma eder. Ataputun Tayyar paşanın idamına neden olan Musuldan geri çekilmemesine değinmiştik. Ve Ataputun Ankarada Ingilizlerle Çankaya köşkünde gizlice görüştükten sonra Musulu verdiğini biliyoruz. Fakat tarihle ne kadar çok uğraşırsanız bilgi edinirseniz sanki hep Ataputun Ingiliz ajanı olduğunu gösteren ipuçlarına rastlıyorsunuz. Ataputun ne görüştüğünü bilmediğimiz için ajan diyemiyoruz. Fakat görüşme zabıtları olmadığı için ve bu görüşmelerin neticeleri şüpheli ve karanlıkta kaldığı için bir ajanlık şüphesi veya gizli pazarlık her zaman ortalıkta kalıyor. Mesela Kurtuluş Savaşının sonlarına yaklaşıldığında Ataputumuz savaş planları yapılmadan önce 24 temmuz 1922 de Konyaya gider ve Ingiliz General Townsend ile görüşür. Bir gün sonra 25 Temmuz 1922de Akşehire gider ve 26 Temmuz 1922de Fevzi Paşa ve Inönü Paşa yani bu kullanılmaya müsait paşalarda Akşehire gider ve Akşehirde savaş planları yaparlar. Yani çok şüpheci bir insan şöyle düşünebilir: Mustafa Kemal Konyada Ingiliz Generalinden talimatlarmı aldı da ona göre savaş planları yaptı. Yahut Ingiliz generalinden Ingilizlerin savaşa karışmama garantisimi aldı. Bilindiği gibi Ingilizler Kurtuluş Savaşında bizim düşmanımızdır. Ben halen ajan demiyorum fakat şu sorular cevaplanmadıkca tarih doğru tarih olamaz. Ataputumuz Konyada neden düşmanımız Ingiliz başkomutanı ziyaret etti ve neler konuştu? Nutukta yani kendisini koruma kitabında neden bu ziyaretin teferruatından bahsetmedi? Ben mesela duymadım Ataputun Yunan başkomutanı Venizelosla mesela Afyonda veya Denizlide konuştuğunu. Hem neden konuşsun zaten düşmanlar. Konuşsalar bile Ataput Venizelosa toprağımdan çekil diye emir verebilir ve bunu herkes bilir ve yayınlar. Fakat neredeyse bir başkomutan olan en yüksek Ingiliz Generalle Konyada neler görüşüldü? Ataput Ingilize "çık benim vatanımdan mı" dedi acaba? Acaba ve acaba demekle yetiniyorum ve bakalım karşıma Ataputun başka hangi randevularına rastlayacağım diyorum. Herhalde birgün Ataputun Ingilizlerle yaptığı gizli görüşmelerin onuncusuna rastlarsam ve "yeter artık" derim. Bende bu bazı çevrelerin Ataputumuza bastığı damgayı vururum herhalde. Ataput Nutukta hatta bu görüşmeyi Ingiliz general istedi o yüzden Ingiliz Generalin yanına gittim diye yazıyor. Hani Ingilizler Kurtuluş Savaşında Atatürkü bulduğu yerde öldüreceklerdi yalanları vardı. Gelin siz bu lafa inanın. Yani bu insanlar dostlarmı da Ingiliz general Ataputa Konyaya gel görüşelim diyor. Nutukta bu görüme şöyle yazılıdır: "Konya'ya gelmiş olan General Tavsend'in i arzusu üzerine, kendisiyle görüşmek vesilesiyle Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargiihı'nın bulunduğu Akşehir'e gittim. Harekat hakkında Erkanıharbıyei Umumiye Reisi'nin huzuruyla görüşmeyi münasip gördük"

    Başka bir gün tarihle ilgilenen bir insanın internette konuşmasına ratladım(adını vermeyelim). Türk askerlerinin Yunanlıların arkasından takip ettiği Kurtuluş Savaşı sonunda Türk askerleri Balıkesirde Ingiliz ordusuyla karşılaşır. Türkler Ingilizlerle savaşmaz. Ingilizler geri çekilerek giderler, Balıkesiri tahliye ederler(boşaltırlar). Araştırmacı derki Ingiliz ordusunda salgın hastalık vardır. Öyle hastalık askerleri öldürmüştürki sayıları Türk askerlerinden kat kat azdır. Yani Türk askerleri saldırsa bir saat sürmez bütün Ingiliz askerlerini öldürürler. Fakat tek kurşun atılmaz. Hani aklıma danışıklı dövüş geliyor.

    Hani şu bilinen Filistin Kanal harekatını ve Osmanlının 1. Dünya Savaşında bütün cephelerde Ingilizleri yendiğini fakat Ataputumuzun ve yanındaki işe yaramaz Inönünün arkasına bakmadan ve savaşmadan kaçtığı felaketi kimse doğru dürüst tenkit etmiyor. Binlerce Osmanlı askeri Ataputumuzun savaştan kaçması yüzünden Filistin ve civarında öldürülmüştür ve Osmanlı sadece bu kaçış yüzünden yenik sayılmıştır. Askeri güç bakımından diğer cephelerde durum aynıdır. Kutül Amarede, Mekkede Ingilizler asker sayısı bakımından fazla olduğu halde Osmanlıyı yenememiştir. Ataputumuz ise savaşmadan kaçmıştır. Enver Paşayı Allahüekber dağlarında binlerce askeri dondurmasını eleştirirler, fakat Ataputumuzdan dolayı esir düşen ve ölen binlerce Osmanlı askerini gözardı ederler. 1.Dünya savaşını kaybetmemizin sebebi Kanal harekatı ve Ataputumuzdur. Kemalistler, işte ordu yorgundu, zaten yenilecektik, sayımız azdı, Ataput çekilmekle Kurtuluş Savaşına asker ve mühimmat sağladı diye saçmalarlar. Kutül Amarede yendik, Mekkede yenilmedik silahı bıraktırmak zorunda kaldılar, Çanakkalede yendik, fakat Ataput kaçtığı ve bu yüzden Filistinde Osmanlı askeri savaşamadan düşman eline düştüğü ve öldüğü için kahraman olarak ilan edildi. Ataputun emri altındaki kolordu kaçtı diyelim. Filistindeki kaçmayan Osmanlı askerleri ve bu kaçış yüzünden ölen diğer ordular nedense üvey evlat gibidirler, kimse sahiplenmez, çünkü Filistin cephesini eleştirenler kendilerini doğrundan Ataputun karşılarında bulurlarki, Atatürk eleştirilemez. Her yaptığı doğrudur, ilah ve tanrı olan bir kişiyi tarihci eleştiremez ve hatasını söyleyemez. Ataputumuz öldüğü halde ölüsünden tarihciler korkuyor. Filistinde savaşan 3 ordudan Ataput emrindeki bir ordu kaçmış, bu kaçmadan fırsat bulan ingilizler kalan savunmasız 2 orduyu esir almış veya öldürmüştür. Sahtekar diktatör Ataput(Atatürk) öylesine bir düzen kurduki mezarından bile halen Türkiyeyi yönetmektedir. Filistinden kaçmasının sebeblerinden birisi zaten Ataput Osmanlıdan ve Osmanlı kültüründen, Araplardan nefret ederdi. Arap toprağı için savaşmak onun için değmezdi. Neyse bazen şu ingiliz ajanı sözü beni düşündürüyor. Nerede Ataputumuz Ingilizlerle karşılaşsa sanki sözleşmiş gibi hep Ingilizlerin dediği oluyor.

    ınternette gezinirken durmadan Ataputun yüksek Ingiliz devlet adamlarıyla görüştüğünü okuyorsunuz. Hatta bunu daha paşa olmadan önce gerçekleştiriyor. Yukarıdaki değindiğim görüşmelerden başka yani orduda fazla güç sahibi olmadan önce miralay, yüzbaşı gibi rütbe seviyelerinde. Bu 2 görüşmeyi internette her yerde görebilirsiniz. Birincisi meşhur Istanbul Pera Otelindeki 1919un başındaki görüşme. Ikincisi 1913 Ingilterede, görüşmeye katılanlar bilinen subay Allenby(kaçtığı Filistin cephesindeki Ingiliz kumandanı) ve diğeri bir tapınak temsilcisi. Nedense Ataputumuz Nutukunda bu ingilizlerle görüştüğünden, bunlardan ve ne görüştüğünden hiç bahsetmez. Fesli Deli, istanbul Pera Otelindeki bu görüşmede ihanetlik derecesine varan görüşmeler olduğunu iddia eder fakat Ataputu koruma kanunu yüzünden hayatında hiçbir zaman açıklayamamıştır ve açıklayamadan da ölüp gitmiştir. Dikkat ediniz ben Ataputumuza hain yahut ajan demedim. Ben sadece burada olanları sıraladım. Başka Ingiliz devlet adamlarıyla/askerleriyle görüştüğünü henüz bilmiyorum. Ataputun ajan veya hain olup olmadığının kararını veya yorumunu size bırakıyorum.

    13.02.2021

    Kapanan Kanal A adında televizyon kanalında bir tarih programında Lozan antlaşmasını ve Ataputumuzu ilgilendiren bir program seyretmiştim. Bu program Necip Fazıl kısakürekin Büyük Doğu dergisinden alıntı yapmış. Derginin çıkış tarihi 21.28 Ekim 1948 Sayı 2-3 şimdi ben Ataputun ingiliz ajanı olduğunu iddia etmiyorum, ima da etmiyorum. Sadece ve sadece olayları ve kişileri ardıardına aktarıyorum. Buradan Atatürkün maneviyatına bir hakaret çıkmaz. Böyle bir hakaret olduğunu düşünenler biraz mantıkla tartarak düşünürlerse Fesli Delinin de hakaret etmediğini ve benim de aynı şekilde hareket ettiğimi görürler.

    -------------------alıntının başı--------------

    Lozan mütarekesi görüşmelerinde Yahudi Haim Nahumun rolü nasıldı? Kriptolar Osmanlı yıkıldıktan sonrada hizmetteydiler. Bunların en önemlililerinden biri hiç şüphesiz Osmanlı ülkesinin başhahamı Haim Nahumdur. (Ankaradaki) Büyük millet meclisinin Lozana gitmeye hazırlandığı günlerde Haim Nahum Amerikaya giderek (yeni kurulacak) Türkiye lehinde konferanslar vermeye başladı. Bu konferanslarda Türkleri göklere çıkarıyor(övüyor), istiklalin(hürriyetin) bu tarihi millete ait en tabii hak olduğunu vurguluyordu. Haim Nahum bu konferanslarda, Türkün parlak mevkiinden bahsediyordu. Aynı Haim Nahum Amerikaya hareketinden hemen önce Beyoğlunda buluştuğu Albert Karaso, Nesim Mazilya, Sami(Samuel) Günzberg ve fotoğrafçı Weinberg'e şöyle demişti: Gâyelerimizin üçüde istihsal olmuştur(elde edilmiştir). Sıra dördüncüsüne gelmiştir. Bunun için de en mükemmel bir fırsat doğmuştur. Işte Andoluda milli bir Türk mukavemeti(direnci) peydahlanmış(meydana gelmiş) ve ilk neticeyi almış bulunuyor. Bu hareketin başındaki zat (bahsedilen kişi tabiiki Atatürk) bütün şahsi fikir ve temayüllerini(eğilimlerini) tanıdığımız bir kimsedir. Son derece ileri görüşlü, ananeye(gelenek,görenek) zıt kafalı bir zattır. Ruhunda garp(Batı) medeniyetine karşı çözülmez rabıta(bağ) ukdeleri(düğümleri) vardır.Fevkalade telkin(iknâ) ve tesir kabiliyetindedir. Türk milleti gibi uysal bir kitleye her türlü yenilikleri sindirecek bir şef olmak kabiliyeti yanlız bu zattadır. Işte bizim de planımız, şimdi, bu müstesna(ender) kabiliyet ve istidatları(yetenekleri) vaat eden bu zata, Islam birlik ve şuurunu çözdürmek olmalıdır. Bu an Türkiyede din hâkimiyet ve timsâlini yıktırmak için en bulunmaz târihi fırsat dakikasıdır. Ancak bu bir projeksiyon. Bu konuyla ilgili çeşitli araştırmalar yapıldı ve daha 1930larda söylenen ilginç sözler olduğunu bizler 2000lerde öğreniyoruz. Yasaklanan onlarca kitap hatıra belge 21inci yüzyılda günyüzüne çıkıyor. Sizce neden cumhuriyeti kuran kadrolar bunları yasaklamıştı? Osmanlının yıkılması için uğraşan birçok ülke ve birçok mezhep mevcuttu desek yerindedir. Ayrıca Osmanlı içindeki Yahudi kökenliler ihanette sınır tanımıyorlardı. Bakın Haim Nahum daha neler yapmıştı. Amerikada işini bitiren Nahum, planları icabı Londraya geçti. Londrada temas kurduğu ilk isim Lord Curzon'dı. Ingiliz dışişleri bakanı Curzon, Lozandan sonra ülkesinde kahraman olarak karşılanacak isimdi. Haim Nahum Türkiyeye bazı tavizler vermek ve bağımsızlığını kabul etmek şartıyla islamiyetten döndürülebileceği konusunda Curzon'u iknâ eden isim oldu. Haim Nahum'un ikna cümlesi şuydu: Türkiyenin mülki tamamiyetini kabul ediniz. Onlara, ben, islamiyet temsiclciliğini attırmayı kabul ve taahhüt ediyorum. Bu anlaşmannın ardından, Lozana geçen Haim Nahum, ilginçtir, hiçbir resmi listede kayıtlı değildi. Ancak Türk heyeti başkanı ismet inönü, Haim Nahumu resmi olmayan danışmanı olarak yanına aldı. Aralarındaki tanışıklık çok eskilere dayanıyordu. Nahum, inönünün topcu okulundan Fransızca öğretmeniydi. O günlerde Lozan heyetinde bulunan ve Haim Nahumun varlığından rahatsız olan (Doktor) Rıza Nur hatıralarında bu konuyu şöyle değerlendiriyordu: Bir müddettir istanbul eski hahambaşı Nahum bizim (Lozandaki) otelde görülmeye başladı. Baktım bir gün Ismetle görüşüyor. Ne yapmış, kimi vasıta(aracı) yapmış bilmem. Ismete yanaşmış. Yaman Yahudi!. Artık Ismetten ayrılmıyor. Yemek zamanını biliyor ya. Asansörün yanında bekliyor. Derhal ismetin koltuğuna giriyor, belinden yakalıyor. O da onun. ismeti luzumu yokken holde dolaştırıyor. Sonra yemek salonunda ismetle şakalaşıyor, gülüyor.Anlaşılıyorki herkese: "ismet benim samimi, teklifsiz arkadaşımdır" diye göstermek istiyor ve gösteriyor. Nihayet bütün yahudi sırnaşıklığı ile yanaştı. ismetin yakasını bırakmıyor. şimdi odasından da çıkmıyor. ismet bunu müşâvir tayin etti(atadı). Yevmiye vermeye de başlamış. Bana da söylemiyor. Heyet-i Murahassa çiftliktir, kullanıyor. Ne diye kandırdı da bilmem, bu saf ismet, Yahudinin dolabına girdi. Osmanlının yıkılışı için zaten zamanı domuştu. Miladı dolan her şey gibi o da dağıldı diyenler tamamen yanılıyor. Osmanlı zamanı geldiği yada ömrünü doldurduğu için dağılmadı. Dışarıdan düşmanları, içeriden de kendi evlatlarının büyük ihaneti nedeniyle son nefesini vermek zorunda kaldı. O evlatlarki küçük çıkarları için büyük bir davayı resmen sattılar(Ittihat ve Terakki cemiyeti). Düşmanla yapılan gizli anlaşmalar(Lozan), tek kurşun atmadan çekilen ordular(ingiliz ordusunun Ankaradan, Antepten, Balıkesirden, Bursadan, Istanbuldan geri çekilmesi) savaş meydanlarından kaçmalar (Atatükün kaçtığı Filistin cephesi), kimseye sormadan ateşkes imzalamalar(Atatürkün tavsiye ettiği Rauf Orbayın imzaladığı mondros mütarekesi) yapılan kurtuluş planlarında devleti yarı yolda bırakmalar, vesaire,vesaire,vesaire. Evet yüzyıl içinde Osmanlıyı yıkmayı başardılar. Ancak artık o sürede doluyor. Osmanlı yeniden nefes almaya başladı bile. Çok geçmeden ayaklanacak ve ilk adımlarını atmaya başlayacak.

    ---------------alıntının sonu--------------

    Haim Nahumun Beyoğlunda görüştüğü kişi Yahudi Sami(Samuel) Günzberg kudretli saray dişcisi olarak bilinir. Esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmuştur. Ne zaman öldüğü bilinmemektedir. 2.Abdülhamitin, Vahdettinin, Ataputun dişçiliğini yapmıştır. Saraylarda ne olup bittiğini bildiği gibi geride ne bir hatıra ne de bir bilgi bırakmıştır. Bilindiği gibi Ataput son yıllarını Dolmabahçe Sarayında geçirmiştir. Sami(Samuel) Günzberg değişik isimlerle de bilinmektedir. Yabancı devletlerden kredi bulmak (tabiiki devleti elinde bulunduran yahudileri zenginleştirmek için) yeni Ankara cumhuriyet hükümeti adına çalışmış hatta istiklal madalyası bile almış. Insanın aklına ikili oynayan ajan geliyor. Haim Nahumun Beyoğlunda görüştüğü diğer kişi Yahudi Albert Karaso (Doğum 1885- Ölüm 1982), fransızca dilinde çıkarılan Istanbul gazetesi Le Journal d'Orient kurucusudur ve meşhur 2.Abdülhamitin devrilmesinde rol oynayan Emanuel Karasonun akrabasıdır. Lozan görüşmelerini gazetesinde aktardığından dolayı meşhur olmuştur. Haim Nahumun Beyoğlunda görüştüğü diğer kişi Nesim Mazilya, onu da siz araştırın.

    Sırası gelmişken değinelim Haim Nahum'un oğlu Vehbi Koçtur. cumhuriyettte kendisine verilen öncelik sayesinde Türkiyenin tek zengini olmuştur. Tanıdığınız Türkiyedeki zengin Koç ailesi imparatorluğunun sahibidir. Yer gelmişken şunuda belirtelim. Adnan Menderes cumhuriyetin putcu ve mutlu azınlığı olan ve başını Vehbi Koçun çektiği ateist, Yahudi, mason zenginlere dur demiştir ve Anadolulu müslüman yatırımcıları desteklemiştir. Vehbi Koç bu yüzden inönüye dert yakınmıştır. "Bu Menderes yüzünden para kazanamaz olduk artık. Bize ihale vermiyor. Bir şey ithal edemiyoruz." Bu şikayete cevaben inönü şöyle demiştir. "Merak etme biraz sabırlı ol. Zamanı geldi, yakında Menderesi halledeceğiz. "1960 askeri darbe kasdedilmektedir. şimdiki Fenerbahçe Spor Klubünün başkanı Ali Koç, Haim Nahum'un torunu olan Rahmi Koçun oğludur.

    Haim Nahum, Lozan Barışı öncesi, Osmanlı'yı savaşla yok etmek isteyen Siyonistlere akıl hocalığı yaptı. Önde gelen mason locası şeflerine şöyle diyordu: "Yanlış yapıyorsunuz: Anadolu'yu işgal ederek Türkiye'yi sindiremezsiniz. Bu millet, birkaç yıl sonra yeniden ayağa kalkar. Bir antlaşma ile onlara görünüşte fırsat tanıyıp hedefinize ulaşabileceğiniz bir plan uygulamalısınız " Israil 'in ilk cumhurbaşkanı chaim weizman bir konuşmasında şöyle diyordu." Biz yahudi ler 20. Yüzyılda orta doğuda yıkılmaz denen Osmanlı devletini yıkıp 2 tane devlet kurduk Türklere öyle güzel bir sistem inşa ettik ki, Türkler bize Filistin i vermeyen Abdülhamid e en az 200 sene daha söverler" Haim Nahumun Ataput hakkındaki düşüncelerini okudunuz ve bu düşüncelerini daha cumhuriyet kurulmadan, din, osmanlı, harf, kıyafet ortadan kaldırılmadan söylüyor.Yani Atatürk tam bir Batı kültürü hayranı ve Osmanlı kültürüne, Osmanlı tarihine, dine düşman bir kişi olduğu halde millet Meclisinde bazı konuşmalarında kendisini gizleyerek milleti kandırmaya çalışıyor, daha doğrusu sahtekarlıkla iktidarı eline geçirmeye çalışıyor. Duymuşsunuzdur Ataputun emrindeki hükümet ve milletvekillerinin çoğunun ateist veya Yahudi dönmesi olduğunu. Neden kendine bağlı kukla hükümetini islama bağlı kişilerden seçmediğini anlamışsınızdır. Hükümette islama bağlı kişiler olsaydı devrimler adı altında harfi, dini, kıyafeti, takvimi, osmanlıyı yok edemezdi. Nitekim Osmanlı halkı ingilizlerin kışkırtmasıylada Kurtuluş savaşı sırasında isyanlar çıkarttığı gibi cumhuriyet kurulduktan sonra isyanlara devam etmiştir. En meşhuru bildiğiniz şapka isyanlarıdır.

    tarih 03.03.2021

    Bu arada belirtmem gereken, ingiliz muhripler cemiyetinin halk arasında teveccüh görmesinin sebebi ve Anadolu isyanlarının sebebinin ne olduğudur. Anadolu isyanlarının sebebi sadece ingilizlerin kışkırtması yahud ingiliz propagandası değildir. Ataput Sakarya savaşından sonra eskiden gizlediği hilafet ve saltanat düşmanlığını yavaş yavaş ortaya çıkarmıştır. Iradeyi ele geçirince ve Kuvvayı Milliyeci çetelerin (yarısını diyelim) Ankara ordusuna geçirince padişah, din ve halifelik hakkında olumsuz açıklamalar yapmıştır. Anadoludaki isyanların çıkmasının bir sebebide budur. şunuda her zaman unutmamak gerekirki, Milli mücadeleye karşı verilen fetvalar ve kararların çoğu ingiliz askerinin silahıyla ve zorlamasıyla verilmiştir. ingilizler bir ülkeyi işgal ederken ve sömürge yaparken, her zaman o devletin içerisinde kendi düşüncesinde, kendi siyasetinde bir sınıf oluşturmuş ve o devletteki milli halkı kendisine bağlı kukla azınlık sınıfıyla ya yönetmiş yahut çarpıştırmıştır. Çanakkale savaşını şimdilik bırakalım. Kurtuluş savaşında istanbul hükümetini ve saltanatı bir gönüllü sömürge yapmak istemişsede, bunu başaramamış ve ancak silah zoruyla Kuvvayı Milliye karşı îdam kararları ve fetvalar çıkartarak Osmanlı halkını birbirine düşürmeye çalışmıştır. Fevzi Çakmak istanbul millet meclisinden gelerek Ankara Millet meclisinde bu silah zoruyla alınan kararları ve fetvaları anlatmıştır. Meclis zabıtlarında mevcuttur. Bu sıralarda hem Istanbul millet meclisi hemde ankara millet meclisi kararlar vermekte ve toplanmaktadırlar. Dikkat ederseniz Ingilizler Anadoluda asker ve kurşun harcamamıştır. Hani Ataputumuzun bilinen bir lafı vardır. istanbulu işgale gelen ingiliz askerlerine "Geldikleri gibi giderler" demiştir. Bu lafa karşılık Churcillin lafını burada verelim. Hangisi yeni kurulan Türkiyede daha çok geçerliymiş, siz karar verin: 1. Dünya savaşında Churchill savaş bittikten sonra ve ingiliz askerleri, ingiltereye, vatanlarına geri döndükten sonra Churchille bir sual sorulur. Sual şöyledir : "Madem ingiliz ordusu müstemlekelerden(sömürgelerden) geri çekilecekti, öyleyse neden dünya kadar para harcadınız, milyonlarca sterlinin kaybına sebep oldunuz?" diye sorulur. Churchilin cevabı şudur : "Biz aptal değiliz, o kadar para harcayıpda, geri çekilelim. Biz gittiğimiz her yerde bize itaat eden kukla devletler ve hükümdarlar geride bıraktık. Onlar sayesinde biz hâlen onları yönetiyoruz." Acaba Churchill bu lafını Türkiye içinde söyledimi diye bir sual soruyorum kendime? Ben her zaman olduğu gibi karar ve cevap vermiyorum, yorumu size bırakıyorum. Churchillmi haklı, Atatürkmü haklı? Acaba ingilizler geldiği gibi gittilermi? Istanbul işgal altındayken istanbul ordusu komutanı Selahattin Paşanın hatıralarını okursak sanki ingilizler düşman değilde bir dost, bir misafir gibi ağırlanmış ve sanki bir dost ve misafir gibi ingiltereye uğurlanmıştır. ingilizler acaba neden Selahattin Paşayı öldürmediler? Silahsızlandırılmış Istanbuldaki Osmanlı askerlerini öldürmemelerini anlıyoruz, fakat silahlı olarak istanbula gelen Ankara ordusu komutanı Selahattin paşa ve askerlerini neden öldürmediler veya silahlarını bırakmalarını istemediler?

    Ingiliz muhipler cemiyetinin çıkarttığı söylenen ve aslında ingilizlerin propagandasının bir parçası olan ve uçaklardan halka dağıtılan bildirilerde şöyle metinler vardı. "Ingilizler hilafeti ve padişahı koruyacaktır, Kuvvayı Milliye veya Ankara hükümeti ise hilafeti kaldıracaktır. Buna müsaade etmeyin ve direnin. Ankara hükümetine başkaldırın." Halk bu bildirileri okuyunca ve Ankaradan millet meclisinden gelen hilafet tartışmalarını duyunca tabiiki başkaldırdı. Ankara hükümeti daha Yunanlarla savaşılırken hilafet ve din saltanat tartışmaları yapmaya başlamıştı ve Osmanlı halkı bu tatışmalardan haberdar olmuştu. Osmanlı halkı hilafetten ve saltanattan yanaydı. Bu yüzden Anadolunun çeşitli yerlerinde isyan başlattı. Resmi tarih bu Anadolu isyanlarını irtica, mürteci, isyan, eşkiya ve çete hareketi olarak gördü. Ankara hükümeti topladığı Kuvvayı Milliye askerlerini bu halkın isyanlarını bastırmak için kullandı. Halbuki Erzurum kongresinde Ataputumuz hilafeti korumaya imza atmıştı, bildiriler yayınlamıştı. şimdi sevgili okuyucum düşün: Ataput sahtekarlık yapmadımı? Hem 1,5 yıl önce hilafeti korumaya yemin et, 1,5yıl sonra ise, eline iktidar geçince, hilafeti ve dini, saltanatı kaldırmaya kalkış, sonra buna karşı çıkan halka kardeş kanı döktür. Kardeş kanı döküldüğü gibi bu şehirleri, insanları vatan haini diye yaftala. Fakat aslında şöyle olması gerekmezmiydi? Önce rejim ve din tartışması yapma, savaşı bir an önce başlat, sonra savaşı kazandıktan sonra halka git ve sor: "hilafeti istiyormusunuz istemiyormusunuz, saltanatı istiyormusunuz, yoksa kalksınmı?" Kemalistler hemen atlarlar. "Efendim zaten millet meclisi bütün kararları verdi. Ataput kendi başına karar vermedi." Işte sahtekarlık buradan başlıyor. Hayır, tek parti olan CHP her şeye kendisi karar verdi ve tek partinin milletvekillerini de Ataputumuz kendisine muhalif olmayan mason, ateist insanlardan seçti. Milletvekillerinin çoğu kendisine bağlı kişilerdir. En az 5 veya 10 okul arkadaşları vardır milletvekillerinin içlerinde. Diğerleri yakından tanıdığı kişilerdir. CHP kurulmadan öncede CHP çizgisinde ittihat ve terakki partisi ve başında Ataputumuz vardı ve türlü hilelerle mecliste azınlık oylarıyla dediğini arkadaşları milletvekillerine yaptırmıştır. Yani adını koymak gerekirse CHP kurulmadan önce yarı diktatötörlük, CHP kurulduktan sonra mutlak diktatörlük kurulmuştur. idarenin cumhuriyetle falan hiçbir ilişkisi yoktur. Dikkat edilirse bütün kitaplarda bütün zabıtlarda, bütün hatıralarda şöyle geçer: Atatürk emretti, Atatürk buyurdu, Atatürk hazretleri, ulu önder, en büyük düşünür, yüksek ve âlâ ve âlâ teşriflerini bizim gibi aklı cılız kullarına nail etti. Biz düşünemiyorduk, aklımız yoktu veeeeeee en büyük devrimci bir geldi, pir geldi Atatürk devrim yaptı, Atatürk Osmanlıyı, hilafeti kaldırdı, bizde en yüksek medeniyete en yüksek askerliğe, en yüksek uygarlığa, en yüksek demokrasiye birdenbire ulaştık. Maşaallah demek geliyor içimden. Tabiiki bunlar kemalist, gerizekalı söylentiler. Hatta daha ileri giden akla ziyan Kemalist saçmalıklarda varda. Herkes biliyor zaten. Burada şimdi o Ataputu tanrılaştıran laflara değinmek bilime, mantığa, tarihe küfür olur. Onları Kemalistlere bırakalım. Fakat şöyle geçmez. Işte falan belediye başkanının veya vâlinin veya encümenin tavsiyesi diğer kurul üyelerinin kararı ile kabul olundu uygulandı. Hayır demokrasi diye bir şey yoktur. Ataputun diktatörlüğü vardır. Ankara Millet Meclisi göstermelik bir kukla topluluğudur. Ataputun her dediği harfi harfine yapılmıştır. Yani Anadolu isyanlarının ve dökülen kardeş kanının sorumlusu Ataput ve Batı yanlısı arkadaşları, milletvekilleridir. Kardeş kanı döküldüğü şurada dursun birde bu insanlara hain damgası vurulmuşturki, hâlen bu vurulan damga yerinde duruyordur. Devlet, aynen nasıl Dersim katliamları yüzünden Tuncelilerden özür dilemişse, bu Anadolu isyanlarında başkaldıran insanlardanda özür dilemesi gerekiyor. Hâlen bazı yazılara rastlıyorum. Hilâfetin kaldırılmasına başkaldırdıkları için asılan insanların torunları bile hâlen kendilerinde bir suç, bir vatan hainliği duygusu hissediyorlar. Böyle bir sahtekârlık, böyle bir ihânet, böyle bir kendi vatandaşını, milletini sindirme, korkutma olabilirmi? Gelmiş geçmiş en büyük, en kanlı, en sert diktatör Stalin bile böylesi işler yapmadı. Fakat bizim yurdumuzda bunları sahtekârlıkla yapan diktatörlük hâlen el üstünde tutuluyor, en büyük tanrı olarak senelerdir kutlanıyor. Okullarda hâlen merasimler düzenleniyor. Her yıl her 10Kasımda insanlar putlaşmış gibi saygı duruşunda duruyor. 10 Kasımda insanlar beyinlerini durduruyorlar, düşünmüyorlar. Ya buradan en azından ateistlere sesleniyorum. Ateist insanlar mesela Allahı sorgularlar. Her şeyde bir delil ararlar. Allahı gözle göremedekleri için ispat edemiyoruz o yüzden Allahı reddediyoruz derler. Peki 10Kasımda neden saygı duruşunda bulunuyorsunuz? Ataput ateizmi getirdi diyemi? Atatürk ne yaptı? Dehamıdır? Nedir, ne değildir? Yaptıklarını normal bir insan yapamazmı? Geçmişi nedir? Nasıl bir insandır? Ateist insan başka insana tapamaz, insan olduğu için sadece saygı gösterir ve herşeyi sorgular. Fakat bakıyorsunuz Türkiyede ateist insanlar neredeyse Ataputa tapıyorlar, sorgulamıyorlar. Ateist bir bakıma başkaldıran, sorgulayan demektir, öyleyse neden Ataputu araştırmıyorsunuz? Onu eleştiren kişilere kulak vermiyorsunuz? Aklınızmı tutuluyor her 10 Kasımda? Allahı ve Kuranı sorguladığınız kadar birde ölmüş gitmiş putunuzu sorgulayın. Ya peki Allaha inanan insanların hâli ateistlerden daha korkunç. Zeka seviyesi yüksek olandan tutun, normal ikokulu zorla bitiren insanına kadar Ataputu sorgulamayan ve peygamber seviyesine yükseltenler var. Bu da yetmezmiş gibi Yeşil Kemalistler türedi, sayılarıda ordular kadar çok. Neyse konumuz Anadolu isyanlarına dönelim. Gidin Konyaya, Boluya, Kırşehire, vesaire. Mahkûm edilen veya asılan, hilafet için başkaldıran insanların torunlarına sorun. Bu zâlimlik değilmidir? Nedir sizce? Tarihimizde bu isyanlar yüzünden yıllar boyunca toptan cezalandırılan şehirler vardır.

    Tarih 07.03.2021

    Önce bakınız Atatürk Ankara Millet meclisinde bu hususta neler söylemiş. Ankara TBMM 1. Dönem 1. Yasama Yılını Açış Konuşması 24.04.1920 Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa'nın Konuşması ...... Bu sıralarda, bütün belediye başkanlarımıza Istanbul'da Ingiliz Muhipleri Cemiyeti (Ingiliz Dostları Derneği.) kurulduğu ve her yerde derneğe katılarak Ingilizlere yardım edilmesinin gereği konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda Hükümetin ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa'dan bilgi istedim. Hiçbir cevap alamadım. Bilinmeyen kişiler tarafından başlatılan böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin, büyük felâketlere sebep olacağını anlayan ulus, Said Molla'nın çağrısını önemsemedi...

    "Ingilizlerin baskısı ile bir kısım otoriteler, şeyhülislâm'dan Kuvâ-yı Milliye hareketine katılanların eşkıya olduğu ve öldürülmelerinin meşru ve farz olduğuna dair fetvâ çıkarmasını sağladı. Fetvâ şeyhülislâm Dürrî-zâde Abdullah Efendi tarafından verildi ve 11 Nisan 1920 tarihinde yayınlandı. Kuvâ-yı Milliye Aleyhindeki Fetvâlar, Takvim-i Vakayi', 11 Nisan 1336/1920, Sy.3824; Ceride-i Ilmiye, sh. 1843-1844

    Atatürk, 1 Mart 1921de 1.dönem 2. Yasama Yılının Açış Konuşmalarında şunları söylemiş ..... Bildiğiniz gibi, itilâf devletleri(Fransız,italyan ve ingilizler), 16 Martta başkentimizi (1919da) çok acıklı bir biçimde işgal ederek (istanbul) hükûmetimizi çalışamaz durumuna soktular. (Allah kahretsin sesleri). Hilâfet makamını ve saltanatı ellerinde oyuncak yaptılar. Bu suikast darbesiyle, milletimizi güçsüz ve yaşama hakkını korumadan yoksun bir duruma getirdiklerini sandılar ve ortadan kaldırma arzularının gerçekleştirilmesine artık hiçbir engel kalmadığı fikrine kapıldılar...... -----------------------alıntının sonu--------------------

    Yani Atatürkün, istanbul hükümetinin verdiği kararların silah zoruyla yapıldığını bildiğini ve vatan hainliğiyle hiç bir âlâkasının olmadığını bildiğini göstermektedir. Fakat sonra Atatürk istanbul hükümetini vatan haini diye damgalar. Ankara millet meclisinde hilafet, din, saltanat karşıtı şiddetli sözlerin başlangıç tarihinin Sakarya Meydan Savaşı 22 Ağustos - 13 Eylül 1921den sonra olduğundan bahsetmiştim. şundan da bahsedelim Ingiliz ordusuyla Ankara ordusunun Kurtuluş Savaşı sırasında ilk karşılaştığı savaş budur. Fakat nedense Ingilizler hiç çarpışmadan geri çekilmişler. sanki bir gizli anlaşma var gibi ortada. Ingilizler Osmanlıdan korktukları içinmi geri çekildiler, yoksa zaiyat vermemek için hileyle desiseyle kazanmak için mi geri çekildiler?

    Fesli deliden bir konuşma:
    "1960lı yıllarda doğum kontrolü başlattılar. 1983de Kenan Evrenin kabuluyle başlatığı umumi bir bir felc aşısı yapıldı. Bunu Rockefeller vakfı finanse etti. Rockefeller bu aşı yapıldıktan sonra Türkiyeye geldi Kenan Evrene teşekkür etti. Bana Amerikadan bir doktor bir mektup yazdı. Dediki bu aşı kısırlaştırma aşısıdır. Millet uyandı. Çocuk felci aşısı. Ben bunu Almanyada konferanslarda söyledim. Londraya gittim. Çoluk çocuğum Londrada. Ben Almanyada oturtmadılar. Eşim Almanyada. Evime yazıhaneme bir hırsız girdi. Iki şey çaldı. Birisi kaçarken kullandığım uydurma pasaport, ikincisi bu doktorun mektubu. Rockefeller çekildi. Yerine Koç'u koydular. Binde 24 artıyordu nüfusumuz, binde 12ye indi. Koçu da biraz söyledim. şimdi değiştiler. şimdi unilever (firması oldu). Unilever bir Hollanda firması görünür. Avrupada en fazla nispet itibarıyla Yahudi Hollandada vardır. Bu bir Yahudi firmasıdır.

    Tarih 16.04.2021

    Eski Rize milletvekili şevki Yılmaz konuşmalarında her zaman şunu söylerdi. "CHP mandacıdır. Sivas kongresini bize bağımsızlık, hürriyet diye 100 yıldan beri yutturdular. Sivas Kongresinin orijinalinde bir başka devletin idaresi istendi, bağımsızlık falan hepsi hikaye" derdi. "Sivas kongresinde diğer güçlü devletlerin himayesi istendi" derdi şevki Yılmaz. şimdi ünlü bir tarih profesörü -ününü daha çok basına ve televizyona çıkarak kazandı herhalde- başka bir profesöre "dinci profesör" dedi, yakın zamanda. Bu dinci profesörün kim olduğunu, biraz basını takip edenler bilirler. Nedense gerçeğe biraz yakın olan tarihe biraz yakınlaştığınız zaman ve resmi tarihten biraz uzaklaştığınız zaman hemen üzerinize bir dinci veya islamcı yaftasını yapıştırıyorlar. Hele hele kendiniz islama yakınsanız, dinci yobaz oluyorsunuz hemen. Eğer kendiniz islamdan uzaksanız, mesela Mete Tunçay gibi, Kemalistlerin veya resmi tarihcilerin söylenecek sözleri kalmıyor, sizi başka şekilde itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Neyse şu meşhur manda meselesi hakkında bir video seyrettim ve tabiiki Ataputumuz hakkında yine vahim şeyler öğrendim demeyeyim. Çünkü zaten biliyordum. Asıl vahim olan şey Ataputun hayatı. Tabiiki Osmanlı ve Islam açısından bakarsanız vahim. Fakat Batı medeniyeti açısından bakarsanız Ataput fevkalade bir insan. Hiçbir vahimlik durum yok, bilakis muhteşem olaylar. Yazacaklarımı okursanız, eğer bilmiyorsanız, siz şaşırırsınız, fakat ben asla, ben şaşırmam.

    Videoyu yayınlayan kişi Prof. Ekrem Buğra Ekinci Yayın tarihi: şubat 4, 2020, Video süresi 16dakika 58 saniye Videonun başlığı : Manda ve Himaye Kabul Edilmez mi? - Sivas Kongresi

    --------------------Alıntının başı-------------------------------

    Merhaba değerli seyirciler, 1918 yılında, bu uğursuz yılda, 1.cihan (dünya) harbi(savaşı) bitmiş, Osmanlı ağır bir mağlubiyete uğramış, istanbul fiili işgal altına düşmüştü. Anadolu halkı istikbalden endişeliydi. 1919 yılına gelindiğinde, bu yılın ilk yarısında, ismet inönünün Kazım Karabekire yazdığı mektup var. O mektupta diyorki: yaşamak için tek çare Amerikan mandasını kabul etmektir. Evet bu tarihte Amerikan mandası çok popülerdi. Fakat Amerikan mandasını isteyen ingiltereydi. ingiltereye bu çok mâkul geliyordu. ingiltere bu harp sırasında 2,5milyon asker sevketmiş, 250bin kayıp vermişti. Fakat giderek Fransanın, italyanın, Rusyanın gücü artıyordu. Fransanın bir kaybı yoktu, çanakkalede bir kaç gemi kaybetmişti. italyanlar kezâ. Ama buna rağmen Fransa, Breton havzasında yer istiyordu, Anadoluda nüfuz istiyordu. Ruslar aynı şekilde güçleniyor ve aynı şekilde petrol havzasına iniyordu. Italya ise Anadoluda ve Egede üsler istiyordu. ingiltere bunlara mâni olmak için kendince bir fikir üretti. Bu fikir Amerikan mandasıydı. Böylece Amerika, Anadoluyu manda şeklinde idare edecek, bu da Amerikanın ve ingilterenin işine gelecekti. Fransa, italya ve Rusya engellenmiş olacak, ingiliz menfaatleri burada yürütülecekti. Petrol havzasının anahtarı Anadolu idi. ingiltere bu sebeple Amerikan mandasının hayata geçirilmesi için çalışmalarda bulundu. Fakat Amerikanın başında o zaman başkan Woodrow Wilson vardı. Wilsonun bambaşka bir fikri vardı. O, istanbulda Vatikan gibi bir Konstantinapol devleti, Doğuda (doğu Anadoluda) Amerikan mandası altında bir Ermenistan, geri kalan kısmında Amerikanmandası altında bir Türk devleti projesi düşünüyordu. Bundan dolayı istanbul hükümeti fevkalade tepki gösterdiler ve ümidi Amerikadan tamamen kestiler. ingiltereye bel bağladılar. Istanbul hükümetinin ingiltereye bel bağlamasının sebebi bu idi. Fakat o zaman istanbulda ingiliz mandası taraftarı olanlar vardı, Fransız mandası taraftarı olanlar vardı. Mandaya tamamen karşı olanlar vardı. ingiliz muhipler cemiyeti bile ingilizlerle sulh yaparken (bu cemiyet müsait şartlarda sulh yapmak için kurulmuş bir cemiyettir, zannedildiği gibi hainler ocağı değildir) bunlar bile ingiliz mandasına karşı idiler. Manda nedir? Manda, güçlü bir devletin henüz istiklâline kavuşmuş veya harpte yenik düşmüş bir milleti muayyen bir süre idare ederek onu müstakil devletliğe hazırlama. şimdi tabii bu Osmanlı imparatorluğundan ayrılan topraklar için mümkün, Afrikada istiklâlini yeni kazanmış devletler için mümkün, ama kaç asırlık Osmanlı imparatorluğu için garip bir şeydi. Woodrow Wilson ilk defa Paris konferasında ortaya attı bu fikri. Cemiyeti Akvamın kontrolüne verilecek böylesi devletler, nitekim ırak, Suriye, Filistin, uzun yıllar Ürdün, ingiliz Fransız mandası altında yaşadı. Afrikada bağımsızlığını kazanan bir çok devlet - (protektora) mandanın diğer adı- mandayla âlâkası yok tabii. Yahya Kemalin dediği gibi "90 mandayla istanbulu fethettik, şimdi bir mandaya koca imparatorluğu bağlıyoruz" dediği mandayla bir âlâkası yok tabiiki. Manda kontrol, protektora, koruma, himaye demektir. Woodrow Wilson, 19uncu asırda, 1919da sadece manda (protektora) değil ayrıca ulus devlet projesini ortaya atmasıylada tanınıyor. imparatorluklar artık modası geçmiş yıkılmış, Amerikanın kurmak istediği yeni dünya düzeninde imparatorluklara yer yok, ulus devletlere yer var. çeşit çeşit ulus devletler kuruluyor. işte Avusturya, Almanya, Çekoslovakya, bunlardan bir tanesi, Türkiye bir tanesi. ırak, Suriye gibi. Ulus devletlerdir. Wilson, bu projeleriyle Türk, Osmanlıya, Ortadoğuya büyük zarar vermiş bir Amerikan başkanıdır. Böylece sulhü geciktirmiş, sulhün geciktirilmesi ise Türkler ve müslümanlar için bir felaket olmuştur. Ancak o zamanlar Amerika'ya Osmanlı ülkesinde sempati duyanlar çok fazlaydı ve Osmanlı devleti son yıllarda Amerika'yla savaşmadığı için Amerika'yı dost olarak görüyorlardı. Hürriyetin beşiği olarak, demokrasinin beşiği olarak görüyorlardı. Amerikan mandasının her şeyi çözeceğini en azından düşünüyorlardı. Wilson prensipleri diye ortaya atılan bu sistemin içinde Wilson cemiyeti var. Bu cemiyet istanbulda kuruldu. Halide Edip, Refet Bele, Kara Vâsıf, mesela karakol cemiyetini kuran hep manda taraftarıdır. Mesela Refet Bele, Yalman, Nejmettin Sadık, Yunus Nadi ki bunların herbirisi Kemalist hareketin kökenleri olmuştur. Bunlar Amerikan Wilson prensipleri cemiyetindeydi. Herkesin milli mücadele mitingi zannettiği, Halide Edib in (Adıvar'ın) konuştuğu meşhur Sultanahmet mitingi Wilson prensipleri cemiyetinin tertiblediği ve Amerikan mandasını müdaafa eden bir cemiyetti. Sadece bunlar değil. Mustafa Kemal Paşanın Vahidettine Suriyeden çektiği telgrafta kurulmasını Sadrazamlığını verilmesini tavsiye ettiği Ahmet Izzet Paşa mandacıydı. ismet inönü mandacıydı. Saffet Arıkan uzun zaman vazife yapmış, Kemalist hareketinin önde gelen Saffet Arıkan mandacıydı. Manda taraftarıydı. Cafer Tayyar Paşa mandaterdi, manda taraftarıydı. Amerika bu mandadan mütereddit(tereddüt içindeydi).Tam kararlı değil. Bunun için Amiral Bristo'yu gönderdi. Amiral Bristol, Türk dostluğuyla tanınan bir delegedir ve manda hakkında bazı tetkitatta bulunarak Amerikaya bildirdi. Bunun faydalarını zararlarını bildirdi ve Halide Edip Adıvar ve Wilson prensipleri cemiyeti âzâları(üyeleri) Amerikan senatosuna bir mektup göndererek Osmanlı ülkesinde Amerikan mandası kurulmasını teklif ettiler. Halide Edip bir yandanda Bekir Sadıkkul - da mesela Kemalist hareketin dışişleri bakanlarından, o da manda taraftarıydı- Mustafa Kemal Paşaya bu telkinlerde bulunuyordu. Mandanın bu memleket için faydalarını anlatıyordu. Böylece Erzurum Kongresine kadar gelindi. Mustafa Kemal bu manda hususunda müteredditti. Mandanın bir takım faydaları olmakla beraber bir takım zararlarından da endişeliydi. Ve bunu ilk defa Erzurum Kongresinde dile getirdi. Fakat Amerikanın adını hiç anmadı. çünkü Amerika Doğu Anadoluda Ermeni meselesinden yana olduğu için antipatik karşılanıyordu. Erzurum kongresi Müdaafa-i Hukuk Cemiyeti tarafından tertiplenmiş bir kongredir. Biliyorsunuz Mustafa Kemal istanbul hükümeti tarafından fevkalade selahiyetlerle(yetkilerle) Anadoluya gönderilmiş bir ordu müfettişidir. Bütün ordu ve mülkü âmirler bir birime, ona bağlıdır. Vazifesinin biri de bugün bazılarının zannettiği gibi Anadoluda bir mukavemet örgütlemek, milli mücadeleyi başlatmak falan değildir. Öyle bir şey yok. istanbul hükümeti müsait şartlarda sulh yapmak üzere -kimsenin savaşla âlâkası yok-. "işgal edilen yerler işgal edilsin, kaybedilen yerler kaybedilsin, kalan sağlar bizimdir". O zamanki düşünce buydu. Anadolunun tamâmıda böyle düşünüyordu. Yâni Mustafa Kemal bu maksatla gönderildi. "Anadoludaki mukavemet hareketlerini topla, tek elden istanbula bağla, biz bunu sulh anlaşmasında ingilizlerin önüne koyup koz olarak, daha çok taviz koparabilelim". Erzurum kongresi Atatürk tarafından tertiplenmiş değildir. istanbul hükümeti tarafından da tertiplenmiş değildir. Mahallî şahıslar tarafından tertiplenmiştir. Fakat bu mahallî şahısların hepsi eski ittihatçıdır. Böylece Anadaluda milli mukavemet hareketleri ittihatçılığın dirilmesi olarak görülür ki, doğrudur. Müdaafa-i Hukuk cemiyetleri iktidarı ele alıp -ittihat ve Terakki hükümeti düşmüştü istanbulda- tekrar iktidarı ele alıp, yurtdışındaki Enver Paşayı çağırarak idareyi tekrar ona tevdi etmeyi düşünüyorlardı. Fakat Mustafa Kemal Paşa bu oyunu bozmuştur. Böylece ittihatcıların bir kısmı onun yanında kalmış, bir kısmı karşı çıkmış. Karşı çıkanlar zaman içinde tasviye edilmiştir. Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal Paşa dolaylı olarak bu Amerikan mandasını dile getirdi. Ve Amerikan mandası burada kabul edildi. Isim verilmeden. Yani "bizimle savaşmamış bir devletin iktisadi(ekonomik), sosyal, kültürel, fenni, teknik yardımlarını memnuyietle kabul ederiz" diye yedinci maddeye girdi. Böylece halk, kamuoyu Amerikan mandasına hazırlanmış oluyordu. Daha sonra Sivasta bir kongre tertip edildi. işte bu kongrede Mustafa Kemal Paşanın rölü vardır. Çünkü Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal Paşa biraz dışlanmıştı. Sivas Kongresini kendi tertipledi. Ancak Sivas Kongresine çağrılan delegelerin pek çoğu gelmedi. Sivas Kongresinde (manda) mevzusu tekrar dile getirildi. Refet Bele uzun uzun konuşmalar yaparak mandanın faydalarını anlattıki, kendince haklıydı. "Dünya kadar borcu olan, geliri hiç olmayan yıkık bir devlette ne yapabilirsiniz. Yani bağımsızlık olsa ne olacak. O zaman Amerikan mandası yapılırsa memleket teknik olarak kalkınır, sulh, asayiş gelir ve biz rahatça istikbale bakarız" diye bir konuşma yaptı. Böylece Sivas Kongresinde manda taraftarlarının gittikçe güçlendiğini gören Rauf Beyde ortalığa bir konuşma yaptı. Kongrenin başkanı. Mustafa Kemal, leyhte aleyhte hiç bir şey söylemedi Sivas kongresinde. Sivas kongresinin kararlarından bir taneside yine "Amerikan mandasını hoşnutlukla ve memnuniyetle karşılarız" oldu. Yani zannedildiği gibi Sivas Kongresi, "manda himayesi kabul edilemez" diye bir karar çıkmış değildir. Tam aksine Amerikan mandası kabul edilmiştir. Tam bu sırada Amerika başkanı bir heyet gönderdi Anadoluya. Sivas kongresinin arkasından Sivas Kongresi âzâları -başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere- Amerikan kongresine bir mektup gönderdiler. Dedilerki bu mektupla, Amerika bu rejim için bir heyet göndersin Anadoluya, heyet bir takım raporlar hazırlasın, biz de önümüzü görelim. Bu mektup imzalandı ve Amerikan Senatosuna gönderildi. Bu mektuptan önce, Sivas kongresinden önce enteresan bir görüşme oldu. Lois Edgar Brown adında Chicago Daily News muhabiri ama aslında bir istihbarat elemanı olan bir gazeteci Mustafa Kemal Paşayla Sivasta görüştü. Mustafa Kemalin kafasında bir manda fikri var. Ama henüz olgunlaşmış değil. Karar vermişde değil. Brown'a dediki: Amerika da, Anadoluda bir manda kabul ediyormu? Kesinmi? Daha doğrusu Brown Mustafa Kemal Paşaya sordu. "Kongrede Amerikan mandasını müdaafa edecekmisiniz?" Çünkü Amerikada idarecilerin bir kısmı manda taraftarıydı (Osmanlıyı mandayla yönetmek istiyordu), bir kısmı değildi. Wilson'da mütereddit(tereddüt içinde). Mustafa Kemal Paşa dediki: "Amerikan hükümeti ve senatosu kesin olarak mandayı kabul ederse ben bunu Sivas kongresinde savunurum". Aksi takdirde ben bunun mesûliyeti altına girmem" dedi. Brown açık konuştu, istihbarat subayı. Dediki: "Ben bundan tereddütlüyüm." işte Mustafa Kemal paşanın Sivas Kongresinde mandanın lehinede aleyhinede konuşmamasının sebebi bu. Çünkü o, Browndan, Amerikan hükümetinin bu hususta tereddütte olduğunu öğrenmişti. Kendiside bu tereddütü Sivas Kongresinde devam ettirdi. Sivas Kongresinin hemen arkasından General Harbord riyasetinde bir heyet geldi. Manda hakkında bir rapor hazırlamak üzere. Mustafa Kemal Paşa Harbordla görüştü. Harbord Mustafa Kemal Paşanın kafasında manda olduğunu fakat Amerikalıların kafasındaki fikirden farklı olduğunu hatıralarında söyler. Daha sonra bir rapor hazırladı. Bu raporda Amerikan mandasının daha ziyade fayda getireceğinden, gerek Anadoluya, gerek Amerika ekonomisine sanayisine fayda getireceğini ve Amerikanın Ortadoğuda ciddi bir nüfuz elde edebileceğini söyleyen bir rapor hazırladı. Yani Harbord mandanın lehine bir rapor hazırladı. Mustafa Kemal Paşanında mandaya mütevayil olduğunu bu raporunda kaydediyor. Tam bu sırada Sivas Kongresi esnasında Elaziz(eski Elazığ çevresi vilayeti) valisi ki, Sivas Kongresinde Elaziz Valisi Ali Galip Paşanın ingiliz istihbarat yüzbaşısı Noel'le beraber Sivas Kongresini basacağı ve Sivas Kongresini tertipleyenlerin encümen Mustafa Kemal Paşa ki Mustafa Kemal Paşa artık Erzurum Kongresinden beri istanbul hükümetinin istemediği bir insandır. Çünkü Erzurum Kongresi tertiplendiği sıralarda istanbul hükümeti Mustafa Kemal Paşanın asıl maksadını öğrenmiş ve onu geri çağırmıştır. Önce yumuşakca sonra sertce. Mustafa Kemal Paşa bu emre itaat etmeyince kendisinin ordudan tad edildiği ve tutuklanması emri Kazım Karabekire gönderilmiştir. Kazım Karabekir, bu emri dinlememiştir ve "ordu emrininizdedir paşam" tekmilini vermiştir. Bugün Erzurum Kongre binasında bu sahne balmumu heykelleriyle canlandırılmıştır. Anadolu hareketinin dönüm noktasıdır. Sivastaysa Mustafa kemal Paşa artık (Istanbul hükümetince) istenmeyen bir adamdır. Ali Galip Paşanın ingiliz Noel'le beraber Sivas Kongresini basacağı ve bu işi tertipleyeneleride tutuklayacağı dedikodusu ortaya çıktı. Fakat ne Ali Galip Paşa görüldü, ne Noel görüldü. Sivas Valisinin talimatıyla Ali Galip Paşa, Elazizden sürgün edildi istanbula. Muanese(dostane görüşmeyle) sınırda yakalandı yüzbaşınca. Fakat nedense serbest bırakıldı. Ancak bu hadisenin bir komplo, bir tertip olduğu sonra ortaya çıktı. Böyle bir şeyin aslı yoktu. Yani Sivas kongresinin basılacağı, dağıtılacağının aslı yoktu. Belki bu işe vazifelendirlenler var zannediyorlardı. Arkası bambaşkaydı. Hadise Sivas Kongresinde kurulan Heyeti Temsiliyenin artık Anadolunun müvessili olarak ortaya çıkmasını sağladı. istanbulla olan bağlar tamamen kopartıldı. O zaman Damat Ferit paşa sadrazamdı. Hatta Damat Ferit Paşa dediki ingilizlere: "Beraberce yürüyelim dağıtalım." ingilizler buna izin vermediler. Yüzbaşı Noel madem böylesi bir şey tertipledi, niçin serbest bırakıldı. ve tekrar istanbula döndü. Bunların hepsi muammadır. Ama bu sayede artık Anadoluda paralel bir hükümet kurulmuştu. Önce Sivas, arkasından Eskişehir, Afyon ve daha sonra Ankara bu yeni kurulan hükümete tâbi oldu. Böylece Anadolu'nun bir kısmı istanbul bir kısmı Sivas'ta kurulan Heyeti Temsiliye tarafından idare edilen iki devlete döndü. Bu enteresan bir hadisedir. Sivas Kongresinin ehemmiyeti buradadır. Eylül 1919da tertiplenmiştir. Ve yine Mustafa Kemal Paşanın Sivas Kongresinden hemen sonra Amerikaya yazmış olduğu mektup, yani "Amerikan mandasının şartlarını hazırlamak için buraya bir heyet gönderin" raporu, bu hükümetin milletlerarası ilk faaliyetidir. Yani Anadolu'da kurulan ki, o zaman Sivasta kurulmuştur hükümet, ilk defa Amerikay'la temasa geçmiştir. Bu da enteresandır. Ve Amerika'nın bu yeni dünyadaki oyun kuruculuğu cihetiylede mühimdir. Nutukta Mustafa Kemal Paşa böyle bir mektup yazıldığını hatırlamadığını söyler ve uzun uzun mandaya karşı çıkar. Fakat o zaman böyle bir mektup yazılmıştır, böyle bir mektubunda orijinali elimizdedir. Neden böyle davranıyor? Mustafa Kemal Paşanın hayatını yazan tarihciler ve bunların içinde her çeşidi Mustafa Kemal paşanın aslında manda taraftarı olmadığını, "ancak bekle" gör siyaseti takip ettiğini, yani manda olursa, mandaya karşı olmadığını, manda olmazsa manda taraftarı olmadığını ispatlayacağını söylerler. Böylece hem Amerikanın desteğini almıştır, hem ingilizlerin desteğini almıştır. Hem mandaya taraftar, manda olmayınca mandacı görünmemiştir. Manda taraftarlarını yanına almıştır. Böylece çok yönlü bir kazanım olmuştur Mustafa kemal Paşanın. Sivas Kongresi aslında Amerikan mandasını memnuniyetle kabul edildiği bir kongre iken inkilap tarihi kitaplarına "manda ve himâye kabul edilemez" sloganıyla geçmiştir. Hoşçakalın.

    --------------------Alıntının sonu-------------------------------

    Ekincinin kaynakları

    Nutuk, Kazım Karabekir ıstiklal Harbimiz, Doğan Avcıoğlu-Milli kurtuluş Tarihi, Seçil Akgün-General harbordun Anadolu gezisi ve Ermeni meselesine dair raporu, Lord Kinross- Bir milletin doğuşu, Sivas Kongresi kararlarının orijinali, General Moseley- Mandatory Over America, Sivas kongresi zabıtları

    Ismet Inönü'nün ''Yaşamak için tek çare Amerikan mandasıdır'' dediği meşhur mektup Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş Tarihi 1. Cilt

    Amerikan Mandacı ve Wilson Prensipleri Cemiyeti üyeleri: Saffet Arıkan, Kara Vâsıf, Refet Bele,Ahmet Emin Yalman, Necmettin Sadak Sadık,Yunus Nadi,Ahmed Izzet Paşa,Ismet Inönü,Safet Arıkan,Cafer Tayyar,Bekir Sami Kunduh; Halide Edib'in konuştuğu ve Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin tertiplediği Sultanahmet mitingi -Ali Galib, Covbertin Noel komplosu -Mustafa Kemal ve Lois Edgar Brown görüşmesi -Mustafa Kemal'in General Harbord'un mandalığını kabul etmesi

    Ekincinin yorumları

    Kazım Karabekir, kendisinin manda ve himaye konusunda muhalif olduğunu söylüyor.

    Profesörün şu sorulan soruya cevabı çok mühim:

    Aslında bu videonun metnini buraya koymamım sebebi şu soru ve cevabıdır: Soru: "Peki hocam Sivas kongresinin basılma planı Istanbula bağlı olan delegelerin padişaha güvenini sarsmak mıydı? Ve bu planı kim tezgahladı?"

    Cevap: "Aynen. Sivas Kongresi üyeleri ve ingilizler."

    Size göre böylesi bir uydurma suiskast planı neyi aklınıza getiriyor. Benim aklıma mafya planı geliyor. Zaten Ataputumuz ittihatcı ve komitacı değilmiydi? Peki Ataputumuz meşhur kendini savunma kitabı olan Nutkunda herşeyi neden çarpıtıyor? Neden Sivasta mandayı kabul ederken, imzalarken, herşey bittikten sonra mandayı kabul etmediğini ve böylesi bir mektubun olmadığını söyleyip inkâr ediyor? Ne denir böylesi bir davranışa? Sahtekârlık olamazmı? Eğer profesörün cevabına dikkat ederseniz uydurma suikast planını tertipleyen sadece Kongre üyeleri veya ingilizler değil. Kongre üyeleri ve ingilizler beraberler. Yani beraber, ortak bir plan. Bu aslında düpedüz hainlik anlamına gelir. Yani Osmanlıyı yıkma adına bir hainlik. Mustafa Kemal ingilizlerle ne kadar içli dışlıydı hainlik adına bilemiyorum. Ben bilmediğim için profesörün aslında bu planı ya ingilizler veya Kongre üyeleri yani Mustafa Kemalin planladığını demek istediğini zannediyorum. Yani ortak bir plan demek istemediğini zannediyorum. Eğer Sivas Kongresi sırasında ingilizlerle Ataputun beraber plan yaptıkları varsa zaten bu ancak Ataputumuzu koruma kanunu kaldırıldıktan sonra ortaya çıkar. Ancak güya sözde suikast planını tertipleyenlerin yakalanmaları ve Sivas kongresi muhatapları tarafından serbest bırakılması bir taraftan, ingilizlerin Sivas Kongresinin dağıtılmasına izin vermemeleri öbür taraftan ortak bir çalışmanın ipucu olarak ortada duruyor.

    Tarih 22.04.2021

    Erzurum Kongresinin hazırlıklarının tamamlanmasının ardından 23 Temmuz 1919 günü Erzurum Kongresi toplanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, saltanat ve hilafet makamına olan sadakat yolundaki ilk tavrını burada da sürdürmüş ve açılış nutkunu: "En son olarak niyazım(isteğim) şudur ki, Cenab-ı Vacibu'l-amal(vâr olmak için sebebi olmayan) Hazretleri Habib-i Ekremi(Hz.Muhammed) hürmetine bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyanet-i celile-i Ahmediyye'nin(yüce Muhammed dininin) ila-yevmi'l-kıyame(kıyamete kadar) haris-i asdakı (sadık bekçisi) olan millet-i necibemizi (asil milletimizin) ve makam-ı saltanat ve hilafeti kübrayı masun (yüce hilafet ve saltanat makamını dokunulmaz) ve düşünmekle mükellef heyetinizi muvaffak buyursun" şeklinde bir dua ile bitirmişti. Maiyyetindekilerden(emri altındaki heyetten) Mazhar Müfit Kansu, kongre akşamı kendisine "Nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz" deyince Mustafa Kemal Paşa niyetini: "Halkı, vatanı ve esir Padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibarettir. Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek(girişmemek) başlıca dikkati teşkil etmelidir" sözleriyle anlatmıştı.

    Yani aslında kendisinin dindar olmadığını böyle dua etmekle, dini kullanarak halkı ayaklanmaya devam etmeye teşvik etmiştir. Dikkat edelim halk zaten düşmana karşı direnişini çoktan başlatmıştı. Eğer Ataputumuz, Allah, peygamber ve padişah sözlerini söylemeseydi kendisine inanan olmazdı ve dışlanırdı. Yani kendisini Kurtuluş Savaşının ilk yıllarında gizlemiştir. Halkı kandırmıştır, sahtekârlık yapmıştır, tâki cumhurbaşkanı olana kadar.

    Ataputumuz öleceği zaman ölüm yatağında ingiliz büyükelçisi Sir Percy Lorrain'i kabul etmiştir. Hani 10 Kasımda insanların beyinlerini devre dışına çıkardıkları günde. ingiliz büyükelçi bu görüşmeden sonra ingiliz kralı Edward'a bir telgraf çekmiştir, bu konuşma hakkında. Ataput ingiliz büyükelçisine bir öneri yapmıştır. ingiliz büyükelçisine kendisi ölünce Türkiye cumhurbaşkanlığına geçmesini önermiştir. ingiliz büyükelçisi bu teklif karşısında ne diyeceğini şaşırmıştır. Önce bir şey söyleyememiştir. Bu kitapta Ataputumuzun 10 Kasım 1938de saat 9.05de değil gece öldüğüde belirtilmektir. Çünkü görüşme sabah başlamıştır.

    Kitapta ingilizce şöyle geçer : "...His most earnest wish was that i should succed him as President, and for this reason he wished to know what my reactions would be to this proposal. After some minutes of silent reflection ı told Him..." Kaynak: Double diploma, The life of Sir Pierce Dixon, Don and Diplomat. 1968. S.42.

    Târih 29.06.2021
    Bu çok basit görünen görüşme aslında biraz düşünülürse çok derin bir mevzudur. Neden diyebilirsiniz hatta bazı Kemalistler ingiliz büyükelçisinin ziyareti normal bir şeydir. ingiliz büyükelçisi kendisini mühim göstermek ve şöhret sahibi olmak istemiştir, hatta yalanda söyleyebiliyor, kitap satmak, para kazanmak istiyor diyebilirler. Kemalistlerin Ataputlarını kurtarmak için her türlü yollara başvurduklarını biliyoruz. Ataputun ingilizlerle gizli görüşmeleri olduğunu fakat bunların hiç bir zaman açıklanmadığını biliyoruz. Mesela Musulun verilmesi için Ankarada yapılan gizli konuşmanın metni, zabıtı yoktur. Ataput ölüm döşeğindeyken neden ingiliz büyükelçisini kabul ediyor, mesele burada. Konuştukları, cumhurbaşkanı teklifi bir kenarda dursun. Siz kendiniz düşünün. Normal bir insan bile öleceğini anlarsa kendisi için mühim olan kişilerle görüşmek ister. Hatta hâtıralarda Ataputun bağırarak, inleyerek öldüğü söylenir. Yâni Ataputun ölümü birdenbire âniden olmuş bir şey değil. Yâni Ataput öleceğini, çok hasta olduğunu biliyor, fakat ölüm döşeğinde sömürgeci, Osmanlı düşmanı, yâni Türklerin ezeli düşmanı ingiliz büyükelçisiyle görüşüyor. Sizce hani Ataput ingilizleri hiç sevmezdi diyen resmi tarihle ve Kemalistlerle çelişmiyormu? Fakat Kemalist yalanları o kadar bir safhaya varmışdırki putlarını korumak için şunu bile söylerler: "Ulu önderimiz o kadar vazife meraklısıydıki, devletini düşünüyorduki ölüm döşeğinde bile görevini yerine getiriyor". Yalan yerseniz tabii. Neresinden bakarsanız bakın olaya birkaç ihtimal vardır. Bunları sıralayalım: Birincisi Sir Percy Lorrain meşhur olmak için görüşmeden yıllar sonra para kazanmak, şöhret sahibi olmak için yalan yazıyor dersiniz. Fakat dikkat ediniz. Normal bir insan değil Sir Percy Lorrain, yâni ünvanı Sir. Zengin insan. Sir ünvanı ingilizlerde herkese verilmez. Sir Percy Lorrainin paraya ihtiyacı yok ve zâten meşhur bir kişi. Geriye ne kalıyor? Ikinci ihtimale geçelim. Ataput ölüm döşeğinde zırvalamış olabilir. Yahutta bilinci tam yerinde değilse başka kişilerle karıştırmış olabilir. Fakat biraz düşünürseniz. Ataputumuzun Ingilizce bilmediği yüzünden ya Sir Percy Lorrain çok iyi Türkçe bilmesi lâzım, veyahut yanlarında bir tercüman olması lâzım. Ataputumuzun ilahlaştırılması için böyle bir teklifi tercümanın yayınlaması veya ağzından kaçırması hayatına mal olacağı için böyle bir tercümanın ismini siz ne duyabilirsiniz nede var olduğunu dahi öğrenemezsiniz. Yâni Ataputun zırvaladağını veya şaka yaptığını veya "Sir Percy Lorrainle şu hayatımın son dakikalarında biraz alay edeyim veya şaka edeyim" dercesine konuştuğunu öğrenemeyeceğiz. Fakat bu ihtimali ancak zırvalayan Kemalistler söyleyebilir. Nedenmi? Siz can çekişirken, acıdan bağırırken aklınıza şaka gelmez. şaka ölürken veya çok hasta olurken aklınıza gelecek en son şeydir. Geriye ne kalıyor? Üçüncü ihtimale gelelim. Bu bir ingiliz propagandası olabilirmi?. Yâni şahsi bir mesele değil devlet meselesi, bir eski büyükelçi üzerinden Türkiyeyi küçültme olayı. Târihe bakalım, kitabın yayınlanma târihi 1968 senesi. Ingiliz derin devlet operasyonu olsa 1968den bir kaç sene önceki olayları gözönüne almak lazım. Türkiye 1960lı yıllarda ingiliz karşıtı bir siyasetmi yürütüyordu? Ingiltereyle Türkiye arasında 1968 yılında çok büyük sürtüşmeler, ayrılmalar, siyaset krizimi vardı da ingiliz devleti ataput üzerinden Türkiyeyi hedef alsın? 1960lı yıllarda Türkiye Kemalist askerî darbelerle uğraşıyordu. Ingiltereyle veya Batının herhangi bir devletiyle bırakın sürtüşmeyi, Türkiye en ufak bir kırıcı kelime bile edemiyordu. Zâten Türkiye tamamen içine kapanmış, halkını laikleştirmek dinsizleştirmek adına zorbalıkta sınır tanımayan bir askeri cunta diktatörlüğüyle yönetiliyordu. Türkiye içine kapanmış, kabuğuna çekilmiş bir ülkeydi. Türkiyeyle ingiltere arası çok hemde çok çok iyiydi. Türkiye, Batıya 1960ları bırakın 2000lere kadar tapıyordu. Hâl böyleyken zâten Batı kendisini Türkiyeye kayıtsız şartsız kabul ettirmişken neden araları bozulmuş olsun da ingiltere Türkiyeye 1965de 1968de itibarsızlaştırma hareketi yapsın? Hele hele zâten Ataputumuz Batının tam istediği insandı. Bütün Batı kültürünü, sistemini, kanunlarını, devlet kurumlarını Batıya göre düzenledi. ingiltere bundan 1000yıl geçsede Ataputu kötülemez, çünkü Ataput kendi kültürlerine çok yakın bir insan. Ataputumuz Osmanlı kültürünü korumak isteseydi o zaman ingilizler haklılardı, Ataputu kötüleyebilirler derdim. Yani mantıken ingilterenin Ataput üzerinden Türkiyeyi hedef alması olamaz, imkânsızdır, Fatih Sultan Mehmet üzerinden bir itibarsızlaştırma yapılsa anlaşılır, fakat Ataput üzerinden bir itibarsızlaştırma insan beyninin alamayacağı, kavrayamayacaği, mantıkın iflas edeceği bir şeydir. Hâlen bu gün bile Kemalistler ve Batı ortaklaşa Ataputu övme yarışındadırlar. Neyse gelelim bir başka ihtimale. Ki bu gerçeğe en yakın olanıdır. Ataputumuzun Batı delisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Aslında Batı kültürü delisi demek lazım. Zâten şimdiki neslin Batıya karşı eziklik, aşağılık duygusunun kökleride geçmişte yatmaktadır. Ataputun en çok Tevfik Fikretin şiirlerini okuduğunu ve Tevfik Fikretin kendisi gibi bir Batı delisi, ateist kişi olduğunu, kendilerinin Batıya karşı bir aşağılık duygusu beslediklerini görürüz. Bu aşağılık duygusu Ataputumuzla başlamamıştır. Tanzimat döneminden beri süregelmiştir. Ataputumuz büyük bir ihtimalle Batıya duyduğu yakınlıkla ve hayranlıkla Sir Percy Lorrainin kitabında bahsettiği gibi, siroz hastalığının verdiği bünye zaafınında tesiriyle cumhurbaşkanlığı teklifi gibi söz söylemiştir. Fakat gerçektende Sir Percy Lorraine Türkiye cumhurbaşkanlığı teklifi yapmışmıdır bilemiyorum fakat buna yakın sözler söylemiştir. Bütün ihtimalleri elerseniz geriye ve ortaya gerçek kalıyor.Aklıma başka ihtimalde şu an gelmiyor. Görüşmenin yapıldığı k esin. Çünkü resmi tarih sonradan ortak olarak alınan bir karar üzerine ölüm saatini geriye alarak, yani Sir Percy Lorrainin görüşme zamanına alarak kutlama vesaire merasimleri tertipleme imkanı meydana getirmiştir. Ataputun sabah 9.05de ölmediğini bir sürü şahitler açıklamışlardır, yâni Sir Percy Lorrain en azından görüşme saatini doğru vermiştir. Büyük bir ihtimalle yazdığıda doğrudur.

    16.07.2021
    Okuduğum bir kaç internet sayfasında bu cumhurbaşkanlığı teklifinin aslında Lorrainin diplomat bir arkadaşının kendisine yaptığı şaka olduğundan bahsedildiğini öğrenmiştim.

    Hani durmadan tarih metodolojisinden bahsederler. Ne olduğunu tarihcilerde herhalde bilmiyorlar. şaka yapan diplomat, bu 11 şubat 1968 de basılan gazete haberini başkonsolosun ingiliz dışışleri bakanlığına gönderdiği bir telgraf olarak gazeteye bildirmiş. Yani aslında şakaymış ve konsolos Lorrain böyle bir cumhurbaşkanlığı teklifi almamış. Bu diplomat Lorrainin makam ve şöhret için abarttığını ifade etmek için bu yalan haberi gazeteye vermiş. Sonrada gazeteye telefon ederek haberin aslının olmadığını bu haberi kendisinin uydurduğunu söylemiş. Konsolos Lorrainin ölümü 1961 senesidir, yani gazete haberinden 7 yıl önce. Ölen bir kişinin ardından 7 sene sonra şaka yaparmı herhangi bir insan? Kendiniz karar verin. Konsolosun oğlunun babasının hatıralarını yayınladığı kitabın basım senesi de 1968. Yani kitabın tarihi bu şakayla aynı yılda. Konsolosun oğlu bu yalan denilen haberi gazeteden mi alıp yayınladı, yoksa yakın diplomat arkadaşı arkadaşının oğlunun kitabından ve olaylardan haberi vardı ve kitap çıkmadan önce mi davrandı. şimdi sizce hangi kişi yalan söylüyor, konsolosun oğlumu yoksa diğer diplomatmı? Hayatta olmayan bir kişi için yalan haber çıkartmak ve şaka olduğunu söylemek sizce inandırıcımı ve bu hayatta olan diplomata hangi bir yarar sağlar? Konsolosun oğluyla veya ailesiyle bu şaka haberini yapan diplomat arasında bir düşmanlıkmı vardı da onun için bu haberi yaydı? Bu diplomatın esas amacı neydi? ikinci konu ingiliz dışişleri bakanlığında cumhurbaşkanlığı teklifi hakkında harhangi bir telgraf belgesi olmadığı haberi var. Devletler kendi çıkarı olunca evraklar ve belgeler çok gizli arşivlerde saklanır. Zamanı gelince devlet çıkarı gerektirirse bu belgeleri yayınlar, yoksa ortaya çıkarılmaz. Hele hele ingiliz siyaseti ve devleti öyle herkesin sandığı gibi şeffaf, her belgeyi herkese yayınlayacak devlet değildir. Bunu beklemek aptallık olur. Herşeye şüpheyle yaklaşmak ve her ihtimali gözönünde bulundurmak gerekir. Özellikle olayları tarihi sıralamaya sokmazsanız gerçeği asla bulamazsınız. şunu da gözönünde bulundurmanız gerekir. Bir kitap 1960lı yıllarda basılmadan önce daktiloyla metine geçirilir, harfleri basım makinesinde dizilir ve basılması böylece aylar sürer. 1960lı yılların basımevi şartlarıyla şimdikinin arasında dağlar kadar fark var. Yani mesela Temmuz 1968 tarihli bir kitabın asıl metin tarihi mesela basılmadan 4 ay öncesidir, yani şubat 1968dir. Basımevinin ve yazarın çalışma hızına bağlıdır. Ne yazıkki eski kitaplarda basım tarihi hep yıl olarak verilir, gün ve ay yoktur. Bu yüzden gazete haberimi önce basıldı yoksa konsolosun oğlunun kitabımı önceden basıldı. Bunu sadece konsolosun oğlu ve diplomat biliyor. Başka bir husussa özellikle Kemalistler tarafından büsbütün çarpıtılmış Türk tarihine hep ihtiyatlı yaklaşılması zaruriyetidir.

    tarih 01.07.2021
    Ataputumuz hain değil diyoruz fakat her nedense en kritik zamanlarda ve noktalarda Ataput hep ingilizlerle, ingiliz gazeteci kılığına bürünmüş câsuslarla, en yüksek rütbeli kişilerle, ingiliz paşalarıyla, yüksek ingiliz siyaset adamlarıyla görüşüyor ve neler konuştuğunu nutkunda veya başka yerlerde hiç açıklamıyor. Mesela geçmişte internette edindiğim bir bilgi beni bir hayli düşündürdmüştü. Açıkca hayrete düşmüştüm. Beni düşündürüyor, fakat son kararı siz verin. Sırası gelmişken bu bilgiyide sizlerle paylaşmak istedim. Belki içinizde bilen vardır. Bu bilgi bir Amerikan gazetesinde ve başka bir Amerikan dergisinde Türkiyede cumhuriyetin ilan edilmesinden daha önce cumhuriyetin ilan edileceğinin yayınlanmasıdır. Türkiyedeki gazetelerde yayınlanmadan önce Amerikan basınında Türkiyede cumhuriyetin yayınlananacağı yazılmıştır. Osmanlı halkının gelecekte olan olaylardan haberi yoktur, fakat bir Amerikan gazetesinin ve dergisinin Türkiyede gelecekte ne olacağından haberi vardır. Cumhuriyet yönetimi fikri Ankara hükümetinin veya ittihat ve terakki cemiyetinin hilafet karşıtı olan ve Ataputun başını çektiği milletvekillerinin fikri olduğuna göre ve Osmanlı halkı bu cumhuriyet fikrini 29 Ekim 1923den önce bilmediğine göre, nasıl oluyorda Amerikan gazetesi yıllar önce bundan haberdar oluyor? Bunun tek açıklaması var. Bu haber Ataputun bizzat kendisinin veya ona çok yakın bir kaç kişinin Amerikan gazetecilerle veya casuslarla irtibat içinde olduğunu ispatlar. Amerikan gazetesinin cumhuriyetin kurulmasından önceden haberdar olmasına ait birkaç ihtimal vardır. Mantık ve akıl ışığında kimsenin reddedemeyeceği bu ihtimalleri sıralamadan önce Amerikan gazetesinin ve dergisinin haberlerini verelim.

    3 Mart 1923de kurulan haftalık Times dergisinin Ekim 1923den 7 ay önce Türkiyede cumhuriyet ilan edileceğini yazmıştır. ilk çıkan nüshalarından birinde kapak olarak Ataputu vermiştir ve cumhuriyet ilan edileceğini yazmıştır.

    New York Tımes gazetesi 4 Ekim 1923de yayınladığı anasayfa haberinde şöyle geçer(cumhuriyetin ilanından 3 hafta önce) ingilizce esas metni: "Turkey Will Be Proclaimed a Republic With a President Having 4 or 5 Years Term" Haberin çıkış yeri ise istanbul olarak verilmiş. Haberin Türkçeye çevrimi şöyledir. Türkiye, cumhuriyet ilan edecek ve her 4 veya 5 yıllığına cumhurbaşkanı seçilecek.

    şimdi Nutukta cumhuriyetin ilanı ile ilgili olan yere geçelim, Ataputumuzun kendi ağzından: Cumhuriyetin Ilanı Kararını Nerede ve Kimlere Söyledim kısmındaki cümleleri şöyle: Ataput cumhuriyetin ilanını Mart 1923de düşünmektedir fakat fırsatını kollamaktadır. "ilk fırsatta resmen cumhuriyet ilan etmek ve devlet riyasetini riyaseticumhur makamında temsil ederek kuvvetli bir vaziyet vücuda getirmek elzem idi . Rauf (Orbay) Bey'e bunu yapacağıma katiyen söz vermiştim. Mart 1923." Fakat ilan fikrini ve kararını tartışmadan kimseye, önceden bildirmeden birdenbire karar vermiştir. Nutukta şöyle geçer : (28 Ekim 1923 tarihinde) Yemek esnasında, " Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz! " dedim. Hazır bulunan arkadaşlar, derhal fikrime iştirak ettiler. Yemekte bulunan kişiler Ismet Inönü, Kazım Karabekir, Fethi okyar Bey, Ruşen Eşref, Kemalettin Sami.

    şimdi Amerikan gazetelerini bundan aylar önce haberdar olmasını neye bağlayacağız? Ihtimalleri şimdi sıralayalım.
    1. ihtimal : Ataputumuz bazılarının dedikleri gibi gizli bir ingiliz kuklası. ingiltereden emir aldı, emri yerine getiriyor. Dolayısıyla Amerikanın, ingilizin adamı olduğu için Amerikanın cumhuriyetin ilanını Türklerden önce bilmesi normal bir şey.
    2. ihtimal: Ataputumuzu çok iyi tanıyan devletin içindeki yahudi veya dönme insanlar, mesela Haim Naum, Ataputumuzu çok iyi yönlendiriyorlar ve aslında onlar karar alıyorlar ve ataputumuzu maşa olarak kullanıyorlar. Yâni Ataput doğrudan ingiliz veya Amerikan veya Batı için çalışmıyor. Haim Naum gibi insanlar zaten Inönüyü Lozanda yönettiği için zaten herşeyden haberdarlar ve Amerikadaki Yahudi cemiyetiyle haberleşme içinde ve haberleri Amerikaya birinci elden gönderiyor.
    3. ihtimal: Lozan antlaşmasında ingilizler gerçekten gizli anlaşma maddeleri koydular. Bu maddelerden biriside cumhuriyetin ilanı şartı. Batı ülkelerinin haberleri var, ingiliz veya dolaylı olarak Amerikan toplumu bundan haberdar. Anlaşmanın kabul edilebilmesi için Ataputumuzun cumhuriyetin ilanını tasdiklemesi lazım.
    4. ihtimal: Ataputumuzun kendisi veya çok yakın arkadaşlarından birisi cumhuriyetin ilan edileceğini önceden biliyordu. Amerikan ingiliz gizli casuslarına aylar önce haber verdi.
    4.ihtimal üzerinden gidelim, Ataputumuzu Kemalistler gibi aklamaya çalışalım. Ataput ihanete uğradı, en mahrem bilgilerini aktardığı bir kişi casuslarla işbirliği yaptı diyelim. Mâdem öyle Nutkunda neden cumhuriyeti ilan edeceğinden hiç bahsetmedi? yâni cumhuriyet için hazırlık yapmadı? Nutkunda bahsedebilirdi "şu insanlarla cumhuriyet hakkında münakaşa yaptım" deseydi casusluk yapabilecek insanlar olduğunu bilirdik. Başka kişilerin hatıratlarında da böylesi cumhuriyet münakaşaları yok. Damdan düşer gibi bir akşam devlet erkanını toplayıp "cumhuriyet ilan edeceğiz" demiştir.Denilirmi? Denilir. Diktatör diyebilir. Hem nutkunda veya mektuplarında "düşüncelerimi açıkladığım şu insan vardı" da demiyor. Ataputun sırlarını bilen öncelikli bir insan zâten yok. Demek istediğim Ataputun devamlı yanında duran ve ingiliz adına casusluk yapabilecek olan kim olabilirki? Yaverimi? Uşağımı? Dostu Falih Rıfkı Ataymı? Çankayadan çıkmayan içki masası arkadaşlarımı?Yahudi dönme milletvekillerinden birisimi? Farzedelim öyle birisi vardı. New York Times, Tıme okuyan hiçmi kimse, bir Türk vatandaşı yoktuda Ataputumuza veya devlet adamlarına haber vermedi. "Nedir bu gazetenin aslı varmıdır?" diye. Evet, Kemalistler düşünsünler biraz araştırsınlarda şu Ataputlarını aklasınlar artık. Eğer doğrudan Ataputları ingiliz için çalışmıyorsa, Lozanda gizli maddeler yoksa ve Haim Naum gibi adamlar ülkeyi yönetip antlaşmalar yapmadıysa artık bulunsun şu Ataputun mahrem casusu da, Ataputumuz aklansın. Eğer bu haber sadece bir gazetede çıksaydı, haberi alan kişi bir tane derdiniz. Fakat hem gazete, hem dergi, artık ayyuka çıktığını göstermezmi? Lütfen şunu da gözardı etmeyelim. 1923 yılında heberleşmenin ilkel ortamlarda yapıldığını biliniz. Resmi haberleşme şekli olarak sadece radyo, telgraf, mektup ve gazete vardır. Mesela 1920 Türkiyesinde bir mektup Erzurumdan Istanbula haftalar belki aylar sonra varır, veya hiç varmaz ve yolda kaybolur. iadeli taahhütlü mektup bu yüzden icat olmuştur. Mektup yerine varması garanti olsun diye. Amerikan gazetesi aylar önce basmışsa bu haberi, yâni daha daha önceden almış sayılır, büyük bir ihtimalle telgrafla. Neyse bekliyoruz 5816nın kaldırılmasını. Herhalde o zaman birşeyler meydana çıkar.

    Ataputumuzun Dumlupınar Savaşı planlarını yaptığı Konyada bir gün önce görüştüğü ingiliz paşa Townsend, Kutül Amarede yenilen ve esir düşen ve Osmanlıdan insanlık muamelesi gören ingiliz paşasıdır. Herhalde Ataputumuzu yanına çağırıp Osmanlı muamelesini övmek için görüşmüştür.Veya Osmanlı merhamet ve takvâsını görüp biraz etkilenmiş, fakat eski canavarlığı üstün çıkmıştır. Tek dişi kalmış bu canavar, bir canavar hayranına, yani Ataputumuza, kurbanların nasıl parçalanacağına dair nutuk çekmiştir herhalde.


    Târih 02.07.2021
    Hani Ataput Samsuna gidebilmesi için bir ingiliz askerinden vize almıştı. Nezih Uzelin bu yüzbaşı Bennett le beraber bir sesli röportajı vardı. Konu tabiiki bu vizenin verilmesiyle alâkâlı. Bilinen John Godolphin Bennett in sesli konuşma kayıdı. Bilmeyenler için konuşma metnini verelim:
    Uzel: Siz Mustafa Kemali ne zaman tanıdınız ilk defa?
    Bennett : Burada, Harbiye nezaretinde. O tabii Erkanı Harp zabiti değildi. Kumandandı.
    Uzel: 7.Ordudan gelmişti. Suriyeden.
    Bennett : Evet. ...(Mustafa Kemalin) Müfettişliğe tayin edildiğini bana bildirdiler
    Uzel: Vize talebi o zamanmı oluyor?
    Bennett: Mayıs 1919 bidayeti? ...Öyle diyelim, 16 Mayıs.
    Uzel: 16 Mayıs istanbuldan ayrılışı.
    Bennett. Fakat müfettiş. Bir kaç hafta evvel tayin edilmişti değilmi?
    Uzel: Siz Mustafa Kemali ilk gördüğünüz zaman nasıl bir intibâ uyandı?
    Bennett: Ben onu çok büyük adam gördüm ve anladımki kuvvetli bir adamdır. Erkan-ı Harp Reisinden ziyade(daha fazla), daha farklı, sanki ingiliz taraftarı idi. Yani ingilizlere daha meyilli idi. Ben öyle hissettim....
    Bennett: Heyet toplayacağı, yeni müfettişlik için, ve on gün Mayıs onunda, onikisinde, bizden şey istemişlerdi değilmi?
    Uzel: Ruhsatname, Vize
    Bennett: Vize, vize....
    Bennett: Padişah Vahdettin ona çok göveniyordu.
    Uzel: Siz onun güvenmesinde şüphelendinizmi? Acaba bu adam aldatıyor mu onu falan gibi?
    Bennett: Ben böyle anlamadım,yok. Yanlız heyet büyük olduğu için üç dört kişi yerine 35 kişi ve büyük zabita. Miralay, mirvila falan. Bunlar Erkan-ı Harpten en mühimler gidiyordu. Yanlız bir müfettişlik için çok gördüm ben (bu kadar çok mühim insanı). bu yüzden ben evrakı dosyayı alıp Harbiye mektebindeki ingiliz kumandanlığına götürdüm. Dedimki şöyle şöyle üç dört kişi yerine 35 kişi gitmek ister vize verebilirmiyim. Onlar telefon ettiler ve cevap geldi. Padişah buna titimat eder(güvenir) siz veriniz.
    Uzel: Kime telefon ettiler?
    Bennett: Biz evvela(önce) ingiliz başkomiserliğine. O zaman Rumboldt komiserdi. Sefir(konsolos) yoktu. Onlar bize cevap verdiler. Mustafa kemal gitsin ve ne lazımsa yapsın. Ben derhal gittim ve vizeyi verdim. Ben anladımki orada bir heyecan var, bir şey var, Fakat ben bir şey söylemedim. Mesuliyet bana ait değildi. ...
    Yani resmi Kemalist tarihin eski okul kitaplarında yazdığı gibi Ataputumuz tek başına kırık dökük bir gemiye atlayıp saklanarak, kıyıyı takip ederek ingilizlerden kaçarak, vatan kurtarmaya filan gitmemiştir. Görevi olan ordu müffetişliğini yapmak için hatta ingilizlerden vize almıştır. Hatta fazlasıyla güvenip 1 kaç kişi gidecekken 35 kişiye vize verilmiştir. Hatta Samsunda limana vardıktan sonra ingiliz askerleri Ataputla refakatcileri karşılamıştır. ingilizlerle Osmanlı askeri Kurtuluş Savaşı sırasında birbirlerine kurşun atmamışlardır.Mesela daha Ataputumuz vize almadan Yunanlar izmire gelmeden önce ingilizler Antepi ve Maraşı işgal etmişlerdi. ingilizler Maraş ve Antepte bir yıl kalmalarına rağmen kurşun atmamışlardır. ingilizlerin amacı Kurtuluş Savaşında Fransızlar gibi doğrudan değil maşa kullanarak, fitne çıkararak savaşmaktı. Nitekim hem Yunanlarla hem Osmanlıya silah verip birbiriyle savaştırarak, Güneyde Fransızları kullanarak başardılar. resmi tarih uydurulmuş bir tarihtir. Tek hedef kendini diktatör ilan eden ve herkesi Millet meclisini kendi adamlarıyla kullanarak Ankarada ikinci bir hükümet kuran ve önce savaşmayıp asker toplayan ve yeteri kadar asker toplayıp nüfuz kazanınca Istanbuldaki Osmanlıyı kurtarmak yerine başkaldıran ve Osmanlıyı hain ilan ederek yok eden ataputumuz ve diktatörümüz, kendi yalan tarihini millete zorla kabul ettirmiştir. Halbuki Osmanlı saltanatını hain ilan etmeyip, saltanatın, hilafetin, harfin değiştirilmesi gibi milleti yakından ilgilendiren millete ait konularda millete gitseydi ve seçim yapıp her şeye millet karar verseydi, hiç ama hiç kimse hiçbir itiraz etmez, ne Osmanlı padişahları ne millet ne din adamları ne köylü hiç kimse isyan etmez hiç bir zorluk perişanlık yaşanmazdı. Halk kendi istediği karara neden karşı çıksın. Osmanlı padişahı millet onu istemiyorsa boynunu bükecekti, eğer millet "ülkeyi terket" deseydi terkedecekti. Halk seçimle arap harflerini kaldırıp latin harflerini isteseydi hiç kimse mağdur olmayacak, hiçkimse başkaldırmayacaktı. Vesaire vesaire. Fakat diktatör ataputumuz kukla meclisi sayesinde zorbalıkla emir vererek toplum mühendisliği yaptı. Devrimler sayesinde çokmu geliştik? Batı kültürünü alınca çağmı atladık? Bir yıl içinde fesi kaldırıp şapka giyince bize asıl gerekli olan teknolojimizmi ilerledi? Milleti uyutan resmi tarih "efendim, milletin kafasındaki düşüncesiyi değiştirmek için kılık kıyafet değiştirdik, okunması zor olan arap alfabesini kolay öğrenilsin diye latin alfabesiyle değiştirdik, ekonomimiz zarar görmesin diye tatil gününü pazara aldık" vesaire gibi aptal insanların kanacağı mâzeretler, bahaneler üreterek bu milleti 100 yıldır geride bıraktılar ve milleti aptal, koyun yerine koydular. Başkaldıranları astılar, kestiler, hapishanelerde çürüttüler. Milletin geleceğini yediler. Mutlu ve kutlu ve putlu yahudi dönme sebatayist azınlık milleti cumhuriyetten sonra asalak gibi emdi, gelişmesini önledi. Kemalist zümre her zaman idarenin başında oldu ve milletin kafasına topuz vurarak sindirdi. Bu topuz kâh darbelerle, kâh muhtıralarla, kâh basın darbeleriyle, kâh polis ve dinleme, takip gözaltılarıyla gerçekleşti. Ataput 1923den beri Türkiyeyi yönetti ve hâlen yönetmeye devam ediyor. Rejime başkaldıranlar hapishanede cop, işkence yediler, hapishaneye düşmemek için insanlar deli raporu aldırdılar, yurtdışına kaçtılar, kaçtıkları için birde hain damgası yediler, asıl millete hainlik yapanlarsa propagandayla, kara mizahla, basınla milleti kandırdılar. Kemalizm sahtekârlığın daniskasıdır. Kemalizm, kendi milletine zorbalığın dünyada eşi benzeri görülmemiş bir numûnesidir. Ataput ile, ölmüş bir adamla milletinin beynini yıkayan bir ülke dünyada yoktur. Ve biz gurbetciler, her zaman "neden düştük bu gurbete, ne işimiz vardı buralarda" diye düşünürken her zaman hüzünlenirim, gözyaşlarım gelir ve Kemalizme, Ataputa olan hıncım daha da kabarır. Bizlerin buralarda sürünmemizin gurbet diyarlarında köle gibi çalışmamızın, aşağılanmamızın sebebi nedir ya? Darbeler ve kemalizm değilmidir? Yani doğrudan Ataput değilmidir? Kemalizmin içyüzünü bilenler ve bilerek Kemalist olanlar geberseler hiç acımam. Bilmeden devlet propagandası etkisiyle Ataputu sevenlere, sevmek zorunda kalanlara sözüm yok. Onlarda benim gibi aslında Kemalizmin kurbanları. Neyse, aylardan beri bir Kemalist seyretmemiştim. Fakat bugün emekli, çok yaşlı bir profesörün muhafazakar kesime tehditkâr konuşmasını, ve "devlet kemalisttir, Kemalist kalacaktır" vesaire sözlerini duyunca basının kalemin ne kadar mühim olduğunu bir daha bildim. Milletin aydınlanma işi herhalde benim gibi tek tük insanlara kalacak. fakat tek bir kişiyi aydınlatabildimse ne mutlu bana. En azından kalemle gebertirim şu Kemalistleri, inşallah.

    04.07.2021 şu meşhur Pera Palas görüşmesinide verelim yeri gelmişken. Hâni Ataput Filistin cephesinden savaşmadan kaçtıktan ve Osmanlının yenilmesine sebeb olup, bir sürü askerin esir düşmesine sebep olan kaçışından sonra soluğu istanbulda alır almaz hemen ingiliz gazetecesiyle yaptığı görüşme.
    Gazetecinin adı: Georg Ward Price, çalıştığı gazetenin adı : Daily Mail.

    Gazeteci 1. ve 2.Dünya savaşında bir çok liderlerle görüşme yapmış, sadece Ataputla değil, Mussolini vesaire ve kitabında onlarla yaptığı konuşmalara yer vermiş. Yâni bu kitap sadece Ataput için değil devrin başka yöneticileri içinde yazılmış. Aralarında Ataputla yaptığı konuşmada var.
    Kitabın adı Extra special correspondent
    author of "ı know these dictators" Türkçeye çevrimi :
    çok özel muhabir, bu diktatörlerle tanıştım adlı kitabın yazarı.
    sayfa 104.

    ---------------- esas metinden orijinal ingilizce alıntıdır---------------
    The manager of Pera Palace brought me another invitation.This time to take coffee with a Turkish general who had commanded one of the armies at the Dardanelles. His name --Mustapha Kemal Pasha-- convoyed nothing to me at that time.
    ı thought it prudent before consorting with Turkish generals to consult general Heywood the senior general staff offıcer of the intelligence brunch of the Salonika army. "No harm in seeing what he wants", he said.
    When a few years later, Mustapha Kemal had achieved world fame as Kemal Atatürk ı regretted that more attention had not been paid to this overture. He was wearing a civilian frock coat and fez a handsome and virile figure restrained in his gestures, with a deliberate voice. Mustapha Kemal said that he would like me to tell him how to get in touch with the British autorities about a proposal he wanted to make.
    "We took the wrong side in this war", he said.
    "We should have never quarelled with our frıends, the British. That we did so was a result of the pressure exercised by pro-Germans like Enver Pasha. Well, we have lost, and we must be prepared to pay heavily for our misguided policy. ı fully expect that Anatolia will be divided up by the Allied Powers. We are particularly anxious to keep the French out of Asia Minor.There would not be so much dislike of a British administration of that territory."
    "ıf the British are going to assume the responsibility for Anatolia they will need the co-operation of experienced Turkish gouverners to work under them. What ı want to know", he concluded, "is the proper quarter to which ı can offer my services in that capacity".
    ı gave an account of this conversation to colonel Heywood. He dismissed it as unimportant. "There will be a lot of Turkish generals looking for jobs before long", he said.
    -----------alıntının sonu-----------------------
    Türkçeye çevrimi:
    Pera Palas Otelinin sahibi bana başka bir davetiye getirdi.Bu sefer bir Geliboludaki ordulardan birisini yönetmiş bir Türk paşasıyla kahve içme daveti. Adı Mustafa kemal paşa. O zamanlar bu isim bana bir şey ifade etmemişti.
    Türk generalleriyle görüşmeden önce ingiliz istihbaratı Selanik bölümünün kumandan subayı General Heywoodun fikrini sormak ihtiyatlı olur diye düşündüm. O dediki: Ne istediğini öğrenmek zarar getirmez.
    Yıllar sonra Mustafa Kemalin, Kemal Atatürk olarak dünyaca ün kazandığından sonra bu girişe (konuşmamıza) daha fazla dikkat vermediğime pişman oldum. Bir sivil palto ve fes giymişti. Yakışıklı ve kuvvetli vücudu vardı, konuşurken el hareketleri kısıtlı, sesi ihtiyatlıydı.
    Mustafa kemal bana ingiliz yetkilileriyle nasıl irtibat sağlayabileceğimi anlatmamı ve bir önerisinin olduğunu söyledi.
    Bana dediki:
    "Biz bu savaşta yanlış tarafta yer aldık."
    "Biz dostumuz ingilizlerle hiç bir zaman çatışmayacaktık. Bunu yapmamızın sebebi Alman yanlısı Enver paşa gibilerinin baskısının neticesidir. Evet, biz kaybettik, yanlış siyaset için ağır şartlar ödemek zorunda kalacağımıza hazır olmalıyız. Ben Anadolunun itilaf devletleri arasında bölüşüleceğine kesin inanıyorum. Biz özellikle Fransızları Anadoludan uzak tutmanın gayreti içindeyiz. Bir ingiliz yönetiminiyse bu bölgede hoşnutsuzluk olmaz. Eğer ingilizler Anadoluda yönetim sorumluluğu alacaklarsa, o zaman beraber çalışmak için emirleri altındaki tecrübeli Türk valilerine ihtiyaçları olacaktır.Benim bilmek istediğim şey, benim hizmetlerimi kabiliyetimi sunabileceğim uygun bir makam (varmıdır)."
    Ben bu konuşmayı albay Heywooda rapor ettim. Öneriyi mühim değil diyerek reddetti.
    Yakında bir sürü Türk Paşaları iş arayacaklar dedi.
    Türkçeye çevrimin sonu.
    Yani açıkca ben sizin (yani ingilizlerin) bir memuru olabilirim, bana iş verin demek istemiş.
    Rıfat isminde bir yetkili ise bu konuşmaya şahitmiş ve seneler sonra 2.Dünya Savaşından sonra Mustafa Kemalin bu önerisinde samimi olduğunu söylemiş.
    şimdi bazı Kemalistler Ataputun görüşme tarihinde Adanadan telgraf çektiğini ve bu yüzden Ataputun otelde olamayacağını, dolayısıyla kitabın yalan olduğunu yazıyorlar. Görüşmenin yapıldığı tarih : 14 Kasım 1918 Alman yazar Jeschkeye göre Adanadan çekilen telgrafların tarihi: 1-8 kasım 1918 telgraf metinleri vatansever bir askerin Osmanlının durumu hakkındaki görüşleri mahiyetinde10 kasım 1918de bir trenle Adanadan trenle Istanbula hareket etti. 13 kasım 1918de istanbul haydarpaşada trenden inerken istanbul 61 parçalık itilaf donanması istanbulu işgal ediyordu. . Hatta bu tarihi veren Sinan Meydan yani tam Kemalist biri olduğuna göre daha fazla araştırmama gerek yoktur derdim fakat kemalistlerde yanlış yapabilir dedim kaynağına baktım Fakat devletin resmi internet sayfalarıda 13 Kasım 1918de Ataputun Istanbulda olduğunu yazıyor. bazı internet sayfalarında en azından Jeschkeye göre Ataputumuz Pera Palas oteline yerleşmiş. Yani görüşme tarihinde ingiliz muhabirle Ataputumuz aynı oteldeler.

    Kemalistlerin diğer bir itirazı ise Rifat ismindeki paşanın Rıfat Bele olduğunu ve bu görüşmede olamayacağını bildirip, görüşmenin yalan olduğunu söylüyorlar. fakat Rıfatın Rıfat Bele olduğunu açıkca Ward Price yazmıyor, yani Rifat denilen kişinin Rıfat Bele olduğu sadece bir tahmin.

    şöhret ve iktidar peşinde koşan Ataputumuz yeri geldiğinde vatansever mektuplar yazmış, yeri geldiğinde ingiliz mandasını kabul eder gibi görünmüş, yeri geldiğinde padişaha ve hilafete bağlılığını açıklamıştır. Kendisine iktidar yolunu açacak her şeyi denemiştir. Kurtuluş Savaşında asker kazanmak için tarikat önderleriyle, şeyhlerle biraraya gelip dinden, vatandan bahsetmiştir.Yeri geldiğinde çok dindar birisi gibi görünmüştür. Büyük bir ihtimalle Ward Price'a ingiliz yönetimindeki Anadoluda bir görev istemiştir. Eğer albay Heywood Ataputun bu önerisini kabul etseydi, belki tarihin akışı bambaşka olurdu. Ataputumuz, büyük bir ihtimalle bu önerisinin kabul edilmemesi yüzünden bir kaç gün sonra Vahdettinle görüşmüştür. Eğer önerisini ingiliz general kabul etseydı Samsuna giden başka bir Osmanlı paşası olurdu.

    Ataputun bir kaç aylığına fethi Okyarla beraber çıkarttığı istanbulda neşredilen Minber gazetesinde kendi görüşlerini veya ittihat ve Terakki cemiyetine bağlı insanların görüşleri ve olaylar yayınlanmıştır. 17 Kasım 1918 tarihindeki bir haberde Ataput, istanbulu bir kaç gün önce işgal eden ingilizler hakkında kendi fikrilerini belirtmiş. şimdiki Kemalistler mesela bu haberden ne beklerler Ataputtan. Defolsun gitsinler, geldikleri gibi gitsinler, pis emperyalist düşmanlar, vatanın heryerini işgal edecekler, vatan elden gidecek, falan falan falan. Fakat kendi gazetesinde, kendi kelimleri ingiliz gazetecisine verdiği röportajdaki memurluk önerisini tasdikler vaziyette. Yani bazılarının söylediği ingiliz valisi aslında bu haberle tasdik olunmuştur. Fakat nedense Kemalistler bundan hiç bahsetmezler. Beğenmedikleri ve yalanlarını deşifre ettiği için nefret ettikleri Mustafa Armağan 2019da sansürlenen ve Osmanlıca olduğu için de herkesin okuyamadığı haberi aslına uygun latinize etmiş.


    Bu harbde Ingilizlerle Arıburnu, Anafarta ve Filistin cebhelerinde karşı karşıya bir çok muharebeler verdim. Ben, bu muharebelere ve
    sûret-i umumiyede bu saydığım cebhelerden başka cebhelerde başka mıntakalarda diger milletlerle dahi verdiğim muharebelerde daima vatanın müdafaasından ibaret olan bir vazife-i asliye ifa ve bunun için askerlik hizmetimi tahattur etmiyorum. Binaenaleyh kalbimde buğz(nefret) ve adavet(düşmanlık) hissiyatı yer bulmamıştır INGILIZLERIN,OSMANLı MILLETININ HÜRRIYETINE VE DEVLETIMIZIN ISTIKLALINE GÖSTERDIKLERI HÜRMET VE INSANIYET KARşıSıNDA YALNıZ BENIM DEğIL,BÜTÜN OSMANLı MILLETININ INGILIZLERDEN DAHA HAYıRHAH(iyiliksever) BIR DOST OLAMAYACAğı KANAATIYLE MÜTEHASSIS OLMALARı(duygulanmaları) PEK TABIIDIR.

    Yani tam bir ingiliz dostu. O zamanlarda manda denilen başkalarının kendi ülkesini yönetmekten de öte bir açıklama yapmış, yani kendisinde derin bir ingiliz sevgisi olduğunu açıklamış. Tabii bu haberi de Kemalistler 40 değil bin takla atarak Ataput lehine yani manda ve ingiltere aleyhine çevirmeye çalışırlar. En iyi yaptıkları şey. ingiliz valisi olmak istemişmi siz karar verin.

    Târih 17.07.2021
    Tekrar dönelim 24 temmuz 1922de Ataputumuzun general Townshend le Konyadaki görüşmesine. ingiliz generalini Türk yanlısı ve ingiliz hükümeti karşıtı gibi gösteren yazılar var. Güya ingiliz paşası Osmanlıya gizlice gelmiş. Hatta osmanlıya, Ankaraya, istanbula gelmemek şartıyla seyahat pasaportu alabilmış. Osmanlıya gelmesinin ve Ataputumuzu ziyaret etmesinin tek sebebi Türkleri barışa davet etmekmiş ve bir an önce barışı sağlayabilmekmiş. ingiliz hükümeti ise savaş yanlısıymış, paşanın barış görüşlerine tamamen zıtmış. Ataputumuzun generalin görüşme davetini kabul etmesinin sebebi ise savaş hareketini gizlemek için yani düşmanları şaşırtmak için bir planmış. Düşman yani Yunan, ingiliz değil!, telgraftan falan haberi olmayacakmış, basındada zaten başkomutanının ziyaretle meşgul olduğunu yazdığından savaş harekatı gizlenmişmiş.Plana bakarmısınız daha doğrusu kemalistlerin kurgu planına bakarmısınız. Plandan tek haberi olan Ataputumuz. Öbür paşaların savaş planlarından hiçbir haberi yok. Hatta Fevzi çakmak bir gün geciktiği için savaş planları yapılamıyor. Konyaya bir gün saonra geliyor, plan yapamıyorlar, öbür paşayı bekliyorlar. Planmıdır bu? Mantığınız kabul ediyormu? şu ihtimal aklınıza gelebilir. "Ataput savaş planını o kadar gizli tuttuki en yakın savaş arkadaşlarına dahi söylemedi, sonuna kadar kendinde sakladı". Bu ihtimal şu manaya gelir: "En yakın arkadaşı bile casus çıkabilir, Yunanlıların haberi olurdu, o yüzden tereddüt etti." Fevzi Çakmak ve Ismet Inönü Yunanlılara casusluk yapsaydı bunu daha önce herhangi bir vesileyle dile getirirdi veya herhangi bir fırsatta bunu tespit edebilirdi. Böyle bir ihtimalin önceden ve sonradan olmadığını tarih yazmadığına göre Ataputun böyle bir planı önceden yoktu. ingilizle konuşurken savaş planları yaparım bunu da yunanlılar anlamaz sadece Kemalistlerin cumhuriyetten sonra Ataputu kurtarma planıdır. Dumlupınar savaşının başlangıç tarihi 26 Ağustos 1922dir. ingiliz paşasıyla görüşme tarihi ile arada bir ay vardır. Savaş planı önceden yapılır, savaşın başlaması sırasında bu herhangi bir olayla gizlenir. Eğer Ataputumuz savaş planını Ankarada öbür paşalarla önceden yapsaydı ve savaş başlayacağı zaman Konyadaki görüşmeyle bunu gizleseydi inanılır tarafı olurdu. Fakat Ataputumuz Konyaya gitmiş ingilizle görüşmüş sonra paşaları Konyaya çağırmış plan yapmaya başlamıştır. Insanın aklına şöylesi düşünceler geliyor. Nasıl bir planki bir ay boyunca ancak karar verebiliyorlar? şöyle düşünülebilir: Ulaşım ve haberleşme kısmen atlarla, çamur yollarda saatte 30kilometre gidebilen zamanın otomobilleriyle kısıtlı imkanlarla, hastalıklarla savaş hazırlığı uzun sürmüş olabilir. Tamam olabilir. Fakat Kemalistlerin dediği gibi bir gizli plan yapacaksanız bunu önceden yaparsınız. Amacınızı örtmek, saklamak istediğiniz şeyi önceden hazırlarsınız mesela bu görüşmeden bir ay önce. Neyse Kemalist masallara kanmak isteyenler kansınlar, yalanları yutsunlar. Zaten resmi tarihe karşı çıkanda yok. Söylenilen mantıksızda olsa, inanılacak tek bir bahane bulunursa, tarih kronolojisini bir kenara atıp Ataputumuza güzelleme yakıştırma yapanın sayısı yok. Mesela Ataputumuzun kendisi bile ingiliz generalle yunanlıları şaşırtmak, saldıryı gizlemek için yaptığını söylemez. Fakat çoğu üniversiteliler, doçentler, profesörler Ataputun şaşırtma taktiği yaptığını söylerler. Bütün tarihciler Ataputu aklamak için insanın aklına gelebilen bir ihtimali bile gerçekmiş gibi gösteriyorlar. Aslına bakarsanız hiçde öyle olmadığını azıcık mantık yürütürseniz derhal kavrayabiliyorsunuz. Yani Ataputu korumak için 21inci yüzyılda bile yalan tarih yazılmaya devam ediliyor. Diyelimki bu ihtimal doğru Ataputumuz ingiliz paşasıyla olan görüşmesini saldırıyı saklamak için kullandı. Bu ihtimal eğer doğruysa o zaman Ataputun o kadar dahi bir asker olmadığını bilakis çok acemi ve akıllı hareket etmeyen sıradan bir asker ve insan olduğunu gösterir. Nitekim plan önceden yapılır harekete geçileceği zaman bahanelerle saklamaya çalışılır. Yani Kemalistler eğer bu saklama tertibi doğruysa kendi putlarına beceriksiz, plansız, acemi, ileriyi görmeyen diyorlar, tabii biraz mantıklı düşünme kabiliyetleri varsa. Eğer gerçektende Kemalistlerin dediği gibi olmuşsa Ataputumuz 1 ay boyunca Konyada açık saklanbaç oyunu oynamışsa ve kazanmışsa ya buna ingilizler göz yummuştur veya başka bir sebebi vardır. Bu sebebe geleceğiz.

    şimdi bu "saklanbaç" ihtimalini çürüttükten sonra Kemalistlerin ingiliz paşasının neredeyse bir Türk hayranı olduğunu, barış yanlısı olduğu mevzusuna gelelim. Tarihte hiçbir ingiliz, hiçbir ünlü ingiliz insan, Türk dostu olmamıştır. General Townsend da bir istisna değildir. Bütün bilinen ingiliz hükümet veya devlet memurlarının ortak yanı ingiltere çıkarlarını en önde tutmalarıdır. ingiliz paşası Townshendi Türk dostu veya barış yanlısı göstermek sadece Kemalistlerin gerçekleri gizleme, örtme usüllerinden birisidir. ingiliz paşasını Türk dostu ve barış yanlısı olarak göstermekle Ataputun üzerine düşecek herhangi bir şüpheye müsaade edilmemesidir. ingiliz paşayı, ingiliz derin devleti veya ingiliz vatanseveri olarak göstermek Ataputun görüşmesine gölge düşürecektir. ingiliz paşasının ingilteredeki hükümete muhalefet etmesinin sebebi Türkleri sevdiğinden veya barış yanlısı olduğundan değildir. ingiliz siyasetinin esas başarısı, dünyanın her yerinde ingiltereye yahut Batıya, kültür yönünden bağlı, kukla devletler ve kukla insanlar meydana getirmek, "tek dişi kalmış canavar"a hayran olan, beraber çalışacakları insanlar aramak ve bu insanları propagandayla yönetime getirmektir. ingiliz paşasıda böyle bir insandır. Asıl ingiliz gâyesi, Türkleri savaşla değil, kendi ingiliz barışlarıyla yenmektir. Bu arada bir ahtapot gibi dünyanın her yerinde toplumun zengin kısmını elinde tutan ve bizzat bu zengin toplumu meydana getiren siyonist Yahudileride gözardı etmemek lazımdır. ingilizler aslında savaşarak değil, kuklalarıyla dünyayı ele geçirmiştir. Yukarıda belirttiğim Churcillin ünlü sözünü hatırlatalım: "Biz aptal değiliz, (savaş için) o kadar para harcayıpda, (istila ettiğimiz ülkelerden) geri çekilelim. Biz gittiğimiz her yerde bize itaat eden kukla devletler ve hükümdarlar geride bıraktık. Onlar sayesinde biz hâlen onları yönetiyoruz."

    Mondros mütarekeresinin meydana getirilmesine Amiral Calthorpe'yle birlikte çalışan ingilizde bu ingiliz paşasıdır ve mütarekenin metnide hiçde hiç Türk yahut Osmanlı yanlısı değildir.

    Mondros anlaşmasından sonra ingiltere'nin Hindistan bakanı Lord Montaugeye yazdığı yazıda Townsend şöyle demiştir:

    "ingiltere için yan tarafta birer diken teşkil edecek devletler yerine, Türkiye'nin Hindistan yolu üzerinde ingiltere'ye sadık ve itaatli bir dost kalması daha iyi olacaktır kanaatindeyim"

    Bu gösterirki ingiliz paşa Kutül amaredeki yenilgisinden sonra bir esire gösterilen kötü mualeme yerine kendisine gösterilen misafirperver ve dostane ve candan muameleden hiç etkilenmemiş ve eski ingiliz emellerinden hiç şaşmamıştır. Atasözü der ya "Gavurdan dost, ayıdan post olmaz" diye. Bu ingiliz paşasina bu tâbir tıpatıp uyar.

    Townshend eski bir ingiliz siyaset çizgisi olan şu kişilerin Beaconsfield Lordu yani asıl adıyla Benjamin Disraeli, Salisbury markisi asıl adıyla Robert Arthur Talbot ve Palmerston Lordunu kendisine önder gösterir. Bu kişiler ingilterenin bilinen tilki siyasetini izlemiş ve devam ettirmişlerdir.

    Townshend birkaç kaynakta (şimşir, ingiliz Belgelerinde Atatürk ve kendi hatıraralarını yazdığı kitapta, My Campaing in Mesopotamia, Türkçesi: Mezopotamyadaki çatışmam, vesaire) hep şunu tekrarlıyor: "Ben Ataputu iyi tanıyorum. Ben Mustafa Kemal Paşa'yı tanırım, kendisine hürmetim vardır." ingiliz paşa Ataputla nerede görüştü, nereden tanıdı? Bu soruyu soran yok. Nasıl oluyorda Ataputu yakından tanıyor? Ataput neden hâtıralarında ingiliz paşasından bahsetmiyor?Bu konu da nedense hiçbir târihçinin dikkatini çekmiyor. Türkiyede o kadar çok inkilap tarihi kurumu vesaire varki. Bunlar aslında sadece Ataputu putlaştırma kurumları. Fakat nasıl oluyorsa bu kurumlar böylesi tehlikeli konulara, Ataputa dokunacak konulara fazla akıl yormuyorlar. ingiltere'nin Beyrut başkonsolosu Staw ingiliz paşayı Anadolu seyahatinden vazgeçirmek istediği zaman ingiliz paşasının konsolosa verdigi cevapta da: "Mustafa Kemal'i iyi tanıdıgını belirtmiştir.

    ingiliz hükümetinin kendisine Anadolu seyahati için pasaport verilmemesinin sebebi Türklere kendisisnin Türk dostu olarak görünmesini sağlamak içindir. Bu çok büyük bir ihtimaldir. Çünkü bu bilinen ingiliz siyasetinin bir parçasıdır. ingilizler Araplara Arap dostu olarak görünürler, Hintlilere Hint dostu olarak görünürler, Türklere de kazık atmak için Türk dostu olarak görünürler. Nitekim en azılı bir ingiliz casusuna Arapların, "sen bizim anamızsın" demelerinin sebebi bu meşhur casusun Arapların kültürünü kendilerinden daha iyi öğrenmesi, Araplardan daha fazla Arap milliyetçiliği yapması, vesairedir. Bu ingiliz paşasına Türk dostu demek ingiliz siyasetini tanımamak demektir.Nitekim ingiliz istihbarat raporlarında müzakere için Konyaya gönderildiği belirtilmiştir.

    Townsend Adanaya geldiğinde Yeni Adana gazetesinin muhabirinin kendisine Anadoluya gelmesinin sebebini sorduğu soruya gelmesinin siyasetle âlâkalı olduğunu îma etmiştir.

    25 Temmuz 1922 günü icra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beye Ataputun Konya'dan gönderdigi şifre telgraf birşeyler açıklamaktadır. ingiliz general Townshend Ataputa şunları söylemiş: "Yunanların Anadolu'yu tahliye etmelerinin muhakkak olduğunu ve ancak Trakya hakkında simdilik fazla mutâlebâtda (istekte) bulunmayıp islamların hukuklarının muhafaza edilmesi kaydıyla Edirne'nin mes'ele-i mebhûse (bahis meselesi) hâricinde bırakılması îcâb edecegi kanâ'atinde bulundugunu ve Çanakkale'ye gelince; bir Türk, ingiliz, Fransız ve italyan garnizonu te'sîsiyle bunların başında Danimarka, Felemenk gibi hâriç bir devlet me'mûru bulundurmak suretiyle Çanakkale hakkında kavî(sağlam,kesin) te'mînât taleb edilecegini söyledi. izmir'in tahliyesi Paris'de takarrür etti(kararlaştırıldı). ingiltere Türkiye'nin sulhu ile en ziyâde alâkadar ve menfa'atdârdır. Çünkü aksi takdirde Hindistan, Mısır, El-Cezîre de mücâdeleden âzâde kalmayacakdır.

    Bu cümleler Mondros mütarekesini Osmanlı adına yürüten bir ingiliz "canavarı"dır. Evet Mondros antlaşmasının mîmarı Townshend'dir. Townshend "benim Mezopotamyadaki savaşım" adlı kitabında nasıl ingiliz çıkarlarını önde tutarak Osmanlıya aslında kazık attığını anlatır. Dikkat ederseniz ingiliz general izmirin boşaltılmasından bahsediyor. izmirde Türk askerleri yunanları denize dökmedi. izmir önceden anlaşıldığı gibi boşaltıldı. ingiliz general "mezopotamyadaki savaşım" adlı kitabında da ve Mondros müzakeresinde Anadoluda zayıf, güçsüz, başkaldıran, dikenli bir Türk hükümeti yerine ingiliz dostu, ingiliz çıkarlarını kollayan, ingiliz siyasetine ters düşmeyen bir hükümetin daha iyi olduğunu açıklamıştır. ingiliz paşa Anadoluda çoğunlukta Türklerin bulunduğunu Türklerle savaşmanın bir fayda getirmeyeceğini, Türkleri kazanmanın, Batı yanlısı insanların başa getirilmesinin daha faydalı olduğunu söylemiştir. Kutül Amarede açlıktan ölmekten kurtulmak için teslim olan general Townshend istanbulda sanki bir Türk kahramanı gibi karşılanmış, köşklerde 2 yıl kral gibi yaşamış, el üstünde tutulduğu halde ingiltereye kaçmayı planlamış, 3 kere kaçarken yakalanmış, izzet paşa, Tevfik Paşa, Rauf Orbayla sıkı sıkıya arkadaş olmuş, yanındaki tutsak ingiliz subay Morlandle Türklere dost gibi görünüp en yüksek mertebedeki insanlarla haşır neşir olmuştur. ingiliz paşa 1916,1917de istanbulun tam olarak almanların kontrolü altında olduğu yazmış,bütün bankaların tiyatroların, otellerin, gemilerin, bütün binaların Alman elinde olduğunu, ordunun her yerinde Alman subayların orduyu yönettiklerini yazmıştır. Türklerin o kadar Almanlardan bıktığını ve kurtulmak istediklerini, hatta istanbulu ingiliz uçaklarının durmadan bombaladıkları ve hergün yangın çıktığını ve binaların zarar gördüğünü ve hergün onlarca insanın öldüğü halde Türklerin ingilizlere kızmadıklarını, ingilizleri düşman görmediklerini ve kendisinin buna hayret ettiğini yazmıştır. ıraktan Istanbula giderken 7 Ekim 1916da Bursada Enver Paşayla karşılaşan ingiliz paşa townshend Enver Paşanın şikayetini general Melliss ve general Delamain e bildirmiştir. Bu şikayet esir düşen Türk askerlerinin Mısırda çok feci şekilde insanlık dışı işkence gördüğü üzerinedir. Bunun için ayrı bir mevzû hazırladım. ingiliz paşa Townshend, istanbuldaki hükümeti yöneten ittihat terakki üyelerinin milleti nasıl soyduklarını, paşaların veya subayların sayılarının astronomik sayılarda olduğunu, bu subayların fantazi uniformalarının daha çok müzikli komedi kıyafetlerine benzediğini anlatır. Zenginlerin çocuklarının kolayca hava subaylığına katılıp, istanbulda kalıp, Pera otellerinde günlerini gün ettiklerini, ingiliz pilotların Limni adasındaki Mondros hava üssünden kalkıp istanbulu her gün bombaladığında bu güya Türk pilotlarının ingiliz savaş uçaklarını sadece seyrettiğini anlatır. 28 Eylül 1918de Ataput Filistinden kaçtığı günlerde Townshend paşada bir sonraki Osmanlıdan kaçabilme planını yapar. Fakat izzet paşanın kendisiyle görüşüp Mondros ateşkes anlaşmasında arabuluculuk yapmasını istemesine karşılık hürriyeti verilince, kaçmayı bırakır ve ingilizlerin savaşta yapamadıklarını müzakere yoluyla Townshend Türklere kabul ettirir. Ve Türkler tek koşulla Townshendin bütün şartlarını kabul ederler. O tek şartta Osmanlının hürriyetidir. Bilindiği gibi boğazlar ingilizlere bırakılır, Musul sultanın kontrolü altında fakat özerk bölge olur, Trakyada Osmanlı kesin bir hak iddia edemez, vesaire, bilinen Mondros antlaşması. General Townshend devamlı ingiliz hükümetiyle irtibat içindedir, fakat bunu Osmanlılara bildirmez. Ataputumuz Mondros müzakeresini imzalamak için siyasetten, müzakereden zerre miktar anlamayan Rauf Orbayın gönderilmesini tavsiye eder ve nasılsa Türk dostu olan veya Kemalistler tarafından Türk dostu diye övülen bu general Townshend Osmanlıya Mondros kazığını ataaar. Adı güya müzakere olan görüşme bir ingiliz savaş gemisi Agamemnon da yapılır. ingilizlerin bütün dedikleri aynen tartışmasız anlaşmaya geçer. Townshend kitabında şunu aktarır. "Görüşmelerin nasıl geçtiğini neler konuşulduğunu devlet sırrı olduğu için kitabımda yazamadım". Hangi devletin sırrını kastediyor acaba. Osmanlı devletinin sırrınımı, yoksa ingiliz devletinin sırrımı? Türk dostuna bakarmısınız. Bu arada hani Pera Palasta Ataputla ingiliz gazeteci Georg Ward Price la yaptığı konuşmanın metnine benzer bir konuşmada Townshend paşayla başka bir Osmanlı paşasının arasında geçer, sadece makam teklifi isteği olmadan. Rauf Orbayın mütarekeden sonra Townshend paşaya sözleri şunlardır: "...Bizim zâten Arapların herhangi bir işlerine karışmaya niyetimiz yoktur (ne yaparlarsa yapsınlar, Arap topraklarında gözümüz yoktur mânâsında). Fakat Araplar zâten kendilerini yönetemezler, nasılsa anlaşmamızda Sultanın idaresi maddesi var....(Araplar bize yine muhtaç olurlar mânâsında)" şimdi bu güya Türk dostu 1918 Mondros mütarekesinden sonra ingiltereye gider ve krallar gibi karşılanır, madalyamı dersin, karşılamalarmı dersin, tebriklermi, kutlamalarmı. General Townshendin kitabından burada fazla alıntılar yaptımki Kemalizm nasıl bir ideoloji anlaşılsın diye. Hani Osmanlıya yardım ettiya ve ingilizlerde Osmanlıyı çok severlerya onun için! Kemalistlere sorarsan bunun için derler.

    şimdi aradan 4 yıl geçer ve aynı general Townshend Ataputla Konyada biraraya gelir. Gâyesi Mondros mütarekesinde olduğu gibi aynıdır. ingiliz güdümünde bir Türk devleti kurmak. ingilizler yunanlara yardımı keserler, Dumlupınar savaşında top ateşini gören Yunan ordusu tavuklar gibi kaçıp Yunanistana varırlar. Izmir boşaltılır. ingilizin Türklere verdiği 8000 top bu görüşmeden herhalde önceydi ki bu toplar Dumlupınar savaşının kaderini belirleyen toplardır. şimdi emin değilim fakat bu toplar önce verilmiş, sonra verilmiş farketmez, nitekim güya bize düşman olan ingiliz bize yardım ediyor, bize devlet kuruyor. Hani Ataputumuzda Filistinden kaçarak istanbula geldikten sonra ingilizlere "geldikleri gibi giderler" diyorduya.

    Eğer bu yazılarımın hepsini okuyupta hâlâ bana Atatürke hakaret ediyor diyenler çıkıyorsa akıl hastanesine başvursun derim. Dikkat edilirse Ataputlarına ben hâlâ hain bile demedim. Ataputlarına dediğim sahtekâr sıfatı, Nutkunda bile yalan söylemesinin yüzündendir. Yalan söyleyip insanları kandıran kişiye sahtekâr denir. Bunu da nerdeyse her yerde ispatladım ve ispatlıyorumda. Kendisini islâma bağlı olduğunu gösterip insanları kandırması, sonra eline fırsat geçince onları asması, vesaire, vesaire, vesaire. Binlerce sahtekârlık. Ataputumuzun diktatör olmadığını iddia edenleride akıl hastanesine havâle ediyorum. imlâ hâtâlarımı affedin. Bu sayfayı kendim yazıyorum, kendim araştırıyorum, herşeye zamanım kalmıyor, kendi başıma, tek kişiyim.

    Târih 18.07.2021
    25 Temmuz 1922 günü icra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Orbay a Ataputun Konya'dan gönderdigi şifre telgrafta son madde olarak general Charles Verres Townshendin bir amacından daha bahsediyor: ingiliz paşasının kayınpederi Yahudi bir Parisli banker kont Louis Cahen d'Anvers dir. Bu kayınpeder çok zengindir ve Fransız mâliyesinin neredeyse yarısı bu kontla iş yapabilmek istemektedir. Eğer barış görüşmeleri başlarsa, kayınpederi Türkiyeye yardım için beklemektedir. Trenyolu ve maden işletmelerini idâre etmeyi sabırsızlıkla bekliyorlarmış, bunun için Rauf Orbayla karşılıklı görüşme talep ediyorlarmış. Townshend, Rauf Orbayla bu husustan dolayı görüşmek istediğini ve Türkiyeye kalpten bağlılığını ifade etmiş.

    şimdi aklıma hemen burjuva Kemal ifadesi geldi. Acaba bu Yahudi banker gerçekten de Türkiyede iş yapmışmıdır bilmiyorum, fakat ingiliz paşası kendisini o kadar Türk dostu olarak tanıtmış ve Türkleri inandırmışki büyük bir ihtimal "aptal" Türkleri iktisadî yönden de sömürmeye başlamayı da başarmıştır. Mondrosu kolayca yutturan kişi bu sömürme işinide çok ve çok kolay başarmıştır. Zaten karşısında saf Rauf Orbay var. Dalga geçmek için ne denilebilir bu duruma? Adamda azim varmış, zaten tilkiliğine diyecek yoktur, şu aptal kargalardan peyniri kapmak kadar kolay bir şey olamaz.

    General Townshend in bütün yazışmalarında ve konuşmalarında Yunanlıların Anadoluyu boşaltması konusu var. Fakat resmi tarihe bakarsanız tam aksine tarih tezi var. Yunanlılar Anadoluyu boşaltmaya direnmişler, Türklerde savaşarak Yunanlıları Anadoludan atmış, denize dökmüşmüş. Ataputla ingiliz generalin konuşmasına ve barış şartlarına bakarsanız, Yunanlıların gönüllü olarak Anadoludan çekilmesi sözkonusu. Sizce Dumlupınardan sonra Yunanların tavukların kaçışı gibi Anadoluyu yakarak arkalarına bakmadan çekilmeleri generalle gizli bir anlaşmanın veya bir ön anlaşmanın delili değilmi? Generalle yapılan pazarlıklara bakarsanız zaten Lozanın ve Mondrosun ana şartlarının aynısı değilmi?

    Hani bizim Fesli Deli bunu hayattayken durmadan anlatmadımı? Fakat Türk tarih kurumunun beyni hipnotize edilmiş insanlara benzer. Önlerine delil koy kabullenmezler. Mantığın, hatta fizik kurallarının reddettiği olayları bile Türk tarih Kurumu ve Kemalistler kabul edemezler. Çünkü mantıkları, hissiyatları satılmıştır. Mantığı ve delilleri kabul etseler Ataputlarını put olmaktan çıkartmaları gerekir. Ataputları sanki bir din haline gelmiştir. Delilleri ve mantığı kabul etseler Kemalizm dini biter ve kendilerinin inandığı her şey ve Ataput yıkılır ve buna müsaade edemezler. Zaten Türk tarih Kurumunun ve tarihcilerin yaptığı iş bilimsellikten çoktan çıkmıştır, Kemalizm ideolojisini korumaya dönmüştür. Fakat bu yüzden nesillerimiz, geleceğimiz, insanlarımız kaybolmuştur. Batı delisi bir kişi uğruna kaç bin yahut yüzbin insan sürünmüştür, süründürülmştür, ve halen süründürülmeye devam edilmektedir. Askeri darbeler bu yüzden yapılmıştır. Bu Ataput zulmü hiç bitmeyecektir. Türkiyede darbe yapmak ruhu Kemalizm oldukca hiç bir zaman bitmeyecektir. Türk Tarih Kurumu ve kanunlar Ataput ideolojisinden arındırılmalıdır. Tarihten geriye sadece 1918 kuvayı milliye ruhu bırakılmalıdır yeni nesillerin akıl sağlığı ve refahı için.

    Tarih 09.09.2021
    Kurtuluş Savaşında ataput sadece Yunanlarla savaşmıştır. Mesela italyanlar dolaylı yoldan milli mücadeleye destek vermiştir. Güneyde italyanlar hiçbir askeri çatışma çıkarmadıkları gibi bir misafir gibi davranmışlardır.Yani ne ataputumuz nede kuvvayı milliye resmi tarihin 7 düvelinden biri olan italyanlarla çatışmamıştır. Böyle olduğuna dair yüzlerce doktora tezi, makale vardır. Bunlardan sadece rastladığım bir yazıdan alıntı yaparak misal vereyim:

    Antalya müdafaai hukuk cemiyeti, Paris Barış Konferansında Ingiltere ve Fransa'nın Italya'ya verdikleri sözleri tutmamaları ve Yunanistan'ın Izmir'i işgal etmesi sonucu Italya ile Yunanistan arasında yaşanan çatışma ortamından dolayı bölgede faaliyetlerini kolayca yürütme fırsatı bulmuştur.
    kaynak: Mehmet Çetin Akın, Anadolu'da Italyan Işgal Kuvvetleri, Konya, 2007. S. 79
    Gerçekten de Antalya işgal altındayken Italyanlar Kaş'ta bulunan Türk cephaneliğindeki silahların başka bölgelere nakledilmesine, Yunan ordusu ile Batı Anadolu'da savaşın devam ettiği dönemde Antalya yoluyla savaş malzemelerinin temin edilmesi ve cepheye nakledilmesine göz yummuşlardır.
    kaynak: Mehmet Çetin Akın, Anadolu'da Italyan Işgal Kuvvetleri, Konya, 2007. S. 81
    Ayrıca, Istiklal Harbi için toplanıp cepheye savaşmak için gitmek isteyen Türkleri görmezden gelmelerine,Anadolu'da Türklerin Yunanlılara karşı verdiği mücadeleye politik ve istihbarat alanında da destek olduklarına da rastlanmıştır.
    Kaynak Nuri Köstüklü, Milli Mücadele'de Denizli, Burdur, ısparta Sancakları, Ankara, 1999, s. 46-48.
    Bu bağlamda Ahmet Kemal Tomruk (Ingiliz Kemal) anılarında Izmir işgal altındayken istihbarat amaçlı Yunan birlikleri ile Yunanlıların bölgede yapacakları faaliyetler hakkında bilgi toplamak için memur edildiğini, Izmir'e kolayca gidebilmek için Antalya'da bulunan Italyan konsolosluğundan Italyan himayesine girdiğini belirtip Italyanlardan pasaport aldığını ve bu pasaportla Izmir'de kolayca dolaşabildiğini anlatmaktadır.
    Kaynak: Ingiliz Kemal (Ahmet Kemal Tomruk), Milli Mücadele Dönemi Hatıraları, (Haz. Zekeriya Türkmen) Ankara, 2000, 70.

    italyanların Ankara hükümetinin tanınmasına olan katkısını bir ingiliz yazar, en ünlü Kemalist, fakat Türk olmayan yabancı yazarlardan olan ve resmi tarihin her zaman desteklediği Andrew Mango Ataput kitabında şöyle anlatır:
    ingilizler Londra konferansına Ankara hükümetini davet etmediler. Konferansa italyanların verdiği destek sayesinde katıldılar. Londra konferansına gitmekte olan Türk temsilcisini italyan bir gemi önce Romaya sonra Londraya taşıdı.

    andrew Mango, Atatürk, sayfa 300, yeni bin yıl, sabah yayınları, Birinci Baskı: istanbul, Nisan 2000

    Hatta italyanlar, italyaya geri çekilirken geride Türklere bıraktıkları cephane bile vardır. Neyse esas konumuza gelelim.

    Tarih 12.09.2021
    General Charles Harrington'ın hatıralarından. Kitabın adı "Tim Harrıngton geriye bakıyor" 1.Baskı Kasım 1940. John Murray Basımevi, Albemarle Street, London. Ingiliz işgal kuvvetleri komutanıdır. Istanbulu işgal eden Fransız, Italyan ve ingiliz birliklerinin ortak komutanıdır. istanbulda görev süresi Ekim 1920 ve 4 Ekim 1923 arasıdır. Bizim Kemalistler tarafından her ingiliz komutanı olduğu gibi Türk dostu olarak bilinir. Türk dostluğu falan yoktur. Sadece Türklerin, Osmanlı insanlarının misafirseverliğine, istanbulun güzelliğine hayran kalmıştır.Kendisinin görüşü savaşın gereksiz olduğudur. Bu yüzden ingiliz yüksek siyasetcilerine ters düşmüştür. Hatıralarında kendisi gibi düşünen bir çok komutanında kendisi gibi düşündüğünü söylemektedir.Spora meraklı birisi olduğunu söyler, tipik ingiliz sporları olan kriket,golf,hokey düşkünüdür, Boğazda yüzmeyi çok sever.Lakabı çocukluğunda aldığı Tim ismidir.Bizim tarihimizi yakından ilgilendiren olayların çoğu hatıralarında geçer. Bunları aktaralım.

    "Yunan birlikleri Egede biraz başarılı olduktan sonra aldıkları yerlerle yetinmediler, zaferin verdiği hava/keyifle Yunan kralının yanındaki hazırlıksız,beceriksiz komutanlarla Ankara çığlıkları atmaya başladılar(Ankarayı da alalım mânâsında). Bir gerçek asker olan Mustafa Kemal bunları Sakaryada durdurdu. Lloyd George, Yunanlılar hakkında yazdığım rapordan memnun olmadı ve ingiliz Marden paşayı rapor yazması için (Osmanlı topraklarına) gönderdi. Fakat ben raporumu değiştirmedim. Yunanlıların direnişle karşılaşmadığını, şimdilik ilerlediklerini fakat ciddi bir hücum karşısında duramayacaklarını bildirdim.
    Sayfa 108"

    "Işi biraz daha kötü yapmak için Yunanlılar Egeden 50bin Yunan askerini çekip doğu Trakyaya gönderdiler, istanbulu ele geçirmek için. Bana gönderilen rapora inanamadım. Çünkü istanbul itilaf kuvvetlerinin(yani ingiliz, Fransız,italyanların) elindeydi.Yunanlıların bu deli projesine inanmak istemedim ve bizzat kendim Çatalcaya teftiş için gittim.Fransız general Charpye Çatalca hatlarının ingilizlerle birlikte yunanlılara karşı korumasını istedim. Ve Charpy paşa görevini düzgün yaptı.....Yunanlılar Çatalcaya doğru ilerlediler. izzet Paşa ve Ziya Paşa (Osmanlı istanbul hükümetinin yetkilileri) istanbulu Yunanlılara karşı 20bin Osmanlı askeriyle korumayı (bana) önerdiler.Fakat aynı yıl içinde Türkler Egede Yunanlıları yendiği zaman bu sefer Yunanlılar (bize ingilizlere) istanbulu korumak için 20bin Yunan askeri önerdiler. Gilbert ve Sullivan (tiyatrosunda olduğu) gibi.
    Sayfa 109"

    "ilkbahar 1922de Yunanlıların durumunun iyi olmadığı anlaşıldı. Ekonomileri kötüye gitti ve savaş yorgunluğu başladı.Yeni göreve gelen Yunan ordu başkomutanı Hacianestes geri evlerine (Yunanistana) döneceklerini söylemeye başladı. Mart 1922de kendisinin emri altında olan Yunan ordularını yönetme iradesini itilaf devletlerine bıraktı.Buna karşılık istedikleri ise Yunanlıları memnun eden bir anlaşma imzalanmasıydı.Ben Parise Lord Curzonla bir anlaşma yapmaya gittim.ingiliz kuvvetlerinin denetimi altında Anadolunun Yunan işgalinden boşaltılması için bir taslak hazırladık.Bu taslak halen elimde duruyor. Sonra bu taslağı ingiliz harp akademisine gönderdim. Derslerde öğrenciler tarafından alıştırma olarak ele alınsın diye. Taslağı Türkler kabul etmeyeceklerdi, onun için hayata geçmedi. Yazık oldu. Yunanlıları Anadoludan çıkarmış olurduk ve Anadoluyu Türklerin yönetimine bırakmış olurduk."

    Benim yorumum: Acaba taslakta Yunanlıları memnun edecek ne vardı?

    Hatıranın devamı "Söylemeye gerek yok. Yunanlılar Çatalcaya hücum etmekte ısrarlı olmadılıar.... Durum vahim olmaya başladı. Yunanlıların kuvvetlerini Trakyaya çektiklerini ve zayıfladıklarını gören Mustafa Kemal fırsat buldu ve kullandı. Afyonkarahisarda zaten zayıf olan Yunan hatlarını deldi ve bir kağıt ev gibi zayıf olan Yunan savunması çöktü. Zaten savaştan bıkkın olan Yunanlılar hiçbir direniş göstermediler, sadece kuzey Egede direniş gösteren bir Yunan birliği oldu. Arazideki bağlantı subayım bana telgraf çekti. Yunanlıların (arkasına bakmadan) kaçmasını hiçbir şey engelleyemezmiş. Bağlantı subayımın sinirlendiğini/delirdiğini zannettim. Başka bir subaya sordum.O da onayladı. Geri (arazideki bağlantı subayıma) şöyle telgraf çektiğimi hatırlıyorum. şunları durduracak hiç kimse yokmu!Yapılacak bir şey yoktu. (Yunanlar savaşmadan) izmire doğru kaçtılar.
    Sayfa 110

    Sayfa 112den sayfa 117ye kadar ingiliz general Çanakkale boğazına yaklaşan Türk süvari birliklerini ve ordularını durdurmak için ne yaptığını anlatır. Çanakkale ve istanbul boğazı Mondros anlaşmasında ingilizlere bırakılmıştır. Türkler yaklaşık 17bin kişilik süvari kuvvetiyle Balıkesir Ezineye kadar gelirler.Ingiliz paşanın Çanakkale boğazında kendi sözleriyle sacede bir bölük süvari birliği(100kişi), bir top, 2 tabur askeri(yaklaşık 1000kişi) vardır. Bu durumdan korkan ingiliz general Harrington, müttefikleri Fransız ve Italyanlardan takviye ister, onlar önce sözverir, fakat sonra vazgeçerler. 23 Eylülde Türk süvarileri Çanakkale boğazının ingilizlere ait olan topraklarına girerler.ingiliz paşa Harrington, ingiliz ordusundan sonunda takviye alır. Ingiliz komutan Harrington istanbuldadır. Egedeki ingiliz komutan Shuttleworth Harringtona şu raporu sunar. Sahadaki ingiliz komutan Shuttleworth izmir mutasarrıfı Kazım Orbayla bağlantı içindedir. Fakat sonraki günlerde Türk ordusu nereden emir aldıysa ingilizlere hiç bir şekilde saldırmaz.

    Kitaptaki orijinal sözler ingilizce şöyledir: "Actually the Mutessarif Kasim Orbay Pasha did not return for some days, but ı never discovered what he told the Turks." "On the 26th September, ı reported from Chanak to General Sir C. Harington in Constantinople, that though the Turks were persistendy aggressive, up to a point, they must have received strict orders to avoid conflict, if that were possible. ıt was a strange situation demanding the utmost restraint on both sides. "

    Yunanların kaçmasıyla birlikte Egede bulunan ve kuzeye Balıkesire yönelen ve ayrıca Bolu tarafından gelen Türk birliklerinin Istanbula yönelmesiyle birlikte büyük askeri üstünlük sağlayan Türklerin sayısını ingiliz general Harrington hatırasının 117.sayfasında şöyle belirtir. Marmara bölgesinde Yunanların kaçmasıyla birlikte Türk ordusu mutlak ve ezici bir çoğunluk sağlamıştır: Çanakkalede 40bin, Izmitte 50bin, 20 ila 40bin arasında Istanbulda ve 20bin bugünkü Türkiye Trakyası topraklarında Türk askeri bulunmaktadır. Aynı sayfada buna karşı, Türk kuvvetlerine karşı ingiliz general nasıl önlem aldığını da anlatır, fakat saydıkları asker birlikleri bir kaç tabur, bir kaç savaş gemisi, bir havacı takımından ibarettir ve Türk ordusunun kuvvetinin çok çok altındadır. Buna rağmen Türkler ingilizlere tek kurşun atmazlar. Hatta ingilizlerin alanına bile girmezler.

    Hatta burada ingiliz Savunma Bakanlığı ve dışişleri bakanlığının arşivlerinde geçen bir olayı verelim. Trakyada Çatalcaya kadar gelen ve Istanbulu almak isteyen Yunan ordusuna karşı istanbuldaki Osmanlı ordusundan Çatalca mevzilerine gelerek ingiliz ve italyanlarla beraber yunanlılara kurşun sıkan osmanlı askerlerinden söz edilir. Demekki 7 düvelle savaşmamışız, 7 düvelle beraber Yunanlılara karşı savaşmışız. En azından Trakyada 1921 sonu 1922 başında.

    General Harrington'ın verdiği ingiliz ve Türk asker sayısı ingiliz savaş arşivlerinde de tıpatıp aynısı olarak verilmektedir.

    Sonunda ingilizlerle Türkler arasında tek kurşun atılmadan Mudanya ateşkes anlaşmasına varılır. ingiliz savaş gemisi iron duke( yani Türkçe tercümesi demir dük) anlaşmanın görüşüldüğü yerdir. Antenli inönü Türk tarafını temsil eder.General Harrington ise itilaf devletlerini başkan olarak temsil eder ve görüşmeler Mudanya iskelesinde yapılır.

    Bu arada padişah Vahdettin can güvenliğinden endişelendiğini, yanında hiç kimsenin kalmadığını, kendisinin bir sonrası selamlık merasiminde büyük bir ihtimalle suikastle öldürüleceğini yazdığı bir mektubu general Harrington'a gönderir.Harrington hatırasında padişahla aralarında yazışmalar yaptığını, gizlice bir kaçış planı ayarlayıp padişahı Maltaya götürdüğünü anlatır. Harringtonun, Batı yanlısı Ankara hükümetini ve insanlarını desteklediği Halife Reşidle ispatlanır. Nitekim Vahdettinin yerine geçen batı yanlısı ve Batı kültürü taraftarı Halife Reşidle Harrington Paşa haşırneşir olmuş, yakın arkadaşlık kurmuştur. Vahdettin Osmanlı ve Islam kültüründen geldiği için Harrington onunla dost olamamıştır. Harrington, halife Reşitle yakınlığından da hatırasında bahseder. Ne derler: davul bile dengi dengine çalar. Kurnaz ingilizlerin desteklediği Ankara hükümetinin padişahı öldürmesi ne Ankara hükümetinin nede ingilizlerin işine gelirdi. Padişahın varlığı Batı yanlısı Ankara hükümetinin önünün açılmasına bir engeldi. Hemde bütün islam coğrafyasını elinde tutan ingiltere için islam ve halife bu toprakları sömürmek için bir engeldiler. Padişahın can güvenliğinden korkması ve istanbulu terketmek istemesi ile paralel Ankara hükümeti ve ingiltere bir taşla iki kuş vurmuş oldular. ingilizlerin padişahı öldürmesi ise ingilizler için tam bir felaket olurdu. Bütün islam dünyası topyekün ingiltereye savaş açmış oldurdu, sömürgelerinden topladığı ve kendi ordusuna kattığı bütün müslümanlar ingiliz ordusu içinde iç savaşı başlatırlardı. Padişaha hiçbir şekilde dokunmadıkları bu yüzdendir. Bizim salak Kemalist tarihçiler Vahdettin haindi diyerek, kendi Ataputlarını yüceltmek isterler. Fakat istanbulu işgal eden ingilizleri sanki Vahdettin çağırdı, Ataputun en yakın adamlarından Rauf Orbayın aptallığından, hiç itiraz etmeden imzaladığı Mondros mütarekesinin sonucu olduğunu ve aslında istanbulun işgalinin sorumluluğunun Ataput ve Rauf Orbay olduğunu söylemezler. Ben yinede burada o zamanın Ankara'daki paralel hükümetin önde gelenlerine hain demem, fakat en azından rahatlıkla sahtekâr ve beceriksiz diyebilirim. Hatta Rauf Orbay ve Ismet Inönü'ye aptalda denilebilir. Ismet Inönü'nün aptallığı, yürüttüğü Mudanya mütarekesi görüşmelerinde ortaya çıkacaktır. Bunu ben değil Harrington Paşa hatırasında dolaylı yoldan söyler.

    Ha, bu arada bizim Fesli Delinin videolarını seyretmemişseniz seyretmenizi tavsiye derim. Eğer seyrettiyseniz, ne diyordu bizim Deli? Neyse burada tekrarlamayayım. Biraz mantık yürütürseniz şöyle demeniz gerekmiyormu, özellikle siz Kemalistler? Ya o zaman ingilizlerde deliymiş, Fesliye deli diyorduk, tek deli o değilmiş meğerse. Ne kadarda çok deli varmış dünyada. Tek akıllı biz Kemalistlermişiz meğerse. Dünya delilerle doluymuş. Neyse Fesli delinin deliliklerine sonra devam edelim.

    Târih 16.09.2021
    Sayfa 124de Harrington paşa Mudanya mütarekesi görüşmelerinde ingilizlerin hiçbir zaman vazgeçmek istemedikleri boğazları ellerinde tutmak istediklerini söyler. Önceden hâlen paralel Ankara Millet Meclisini yürüten 1.Meclis ingilizlere Misakı Milliyi istediklerini belirtir, fakat ingilizler Musulu,Boğazları ve trakyanın batısını vermek istemezler. ingilizler tek başına karar verdikleri ve daha henüz Osmanlı olan Türkiyeye müdahale etmek istedikleri ve ültimatom verdikleri için diğer itilaf devletleri ingiltereyi yanlız başına bırakır. Hem ingiltereyi küçük düşürmemek, hem Yunanistanı, hemde Türkiyeyi razı etmek için Trakyayı Meriç nehriyle bölme fikri Harrington paşayla Lord Curzon arasında anlaşılır. Önceden Fransız general Charpy Ataputla görüşüp onu barış müzakereleri yapmaya ikna eder. Türklerin memnun olması içinde Yunan ordusunun doğu Trakyadan çekilmesini sunarlar. Türklerin elleri çok ve çok güçlü olduğu halde ve ingilizlerin diğer müttefiklerinden askeri destek görmediği halde paralel hükümet misakı milliden taviz verir ve sadece ingilizlerin sunduğu maddeler üzerinde müzakere yapılır. Ankara hükümeti kendiliğinden şart koymaz. Antenli inönü Mudanya iskelesinde bir barakada bir mum ışığıyla aydınlatılan odada Harringtonla müzakere eder. Ankara hükümetinin başbakanı ve o zamanlar daha Antensiz olan ismet inönü müzakerenin başında misakı milliden vazgeçmez. Boğazları ingilizlere vermeyi kabul etmek istemez. Bu arada inönü, Ataputla görüşme içindedir ve olan biteni Ataputa iletmektedir. Bu müzakerenin seyrini Harringtondan dinleyelim: ingilizce asıl metni "The next point was the area ı had claimed round Chanak in my memorandum of the previous day...ismet pasha said that he could not agree, and that there was a deadlock. " Tercümesi: "Bir sonraki müzakere konusu benim tarafımdan önceki gün muhtıra verdiğim ve hak iddia ettiğim çanakkale boğazı etrafındaki topraklardı. Ismet paşa kabul edemeyeceğini söyledi ve müzakereler tıkandı." "ı paced up one side of the room saying that ı must have that area and would agree to nothing less. ısmet paced up the other side saying that he would not agree. Then quite suddenly, he said: "J'accepte." ı was never so surprised in my life ! ı have never done any acting, but ı think ı must have impressed him as ı walked up and down that awful room." Tercümesi: "Odanın bir tarafında volta attım. Bu bölgeyi almam lazım yoksa hiçbir şeyi kabul etmem" dedim. ismet paşa odanın öbür tarafında volta vurmaya başladı. "Kabul edemem" dedi. Bir süre sonra birdenbire çok yavaş sesle (Fransızca) "kabul ediyorum" dedi. Ben hayatımda böylesine bir sürprize uğramamıştım. Ben hiçbir şey yapmamıştım. Fakat ben zannediyorum, onu volta vurmamla o korkunç odada etkilemiştim." Evet işte yakın tarihimizin eşsiz kahramanı, ikinci adam, Antenli, milli şefimizin Mudanya müzakeresini yürütmesi böyleydi. Sanki bir tiyatro oynar gibi, ingilizi taklit ederek, sonrada bir çocuk gibi hareket edip kabul ediyorum demesi bir devlet adamına yakışırmı? şimdi tabi Kemalistler ingiliz paşa yalan söylüyor derler. Onların gözünde belki bende aptalım veya deliyim. Kemalistler zaten akıllarını durdurmuşlar, ne söylenirse inanmazlar. Lozan görüşmelerinde inönü farklımı davrandı diye sormak lazım. işte bize kudretli, kahraman diye yutturulan, fakat sahtekar, birazıcık aptal devlet adamlarımız.

    Târih 27.09.2021
    Sayfa 150de Harrington ingiliz hükümetinin emrine uymadığını ve savaş açma telegramını cebinde taşıdığını ve Türklere Mudanya ateşkesine kadar bu savaş çağrısından bahsetmediğini ve ingilizlerle Türkler arasında bir savaşı önlediğini yazar. Fakat aslında Harrington Türklerin dostluğundan çok kendi askerlerinin yok olmasını önlemiştir. Kendisi bile Türklerin ezici bir çoğunlukta olduğunu, Fransanın ve Italyanın ingilizleri yanlız bıraktıklarını, Mudanya ateşkesine kadar Türkleri oyalayıp ve zaman kazanıp ingiltereden takviye istediğini ve takviyeyi aldığını kendisi yazmaktadır. Savaş Eylül 1922nin başında olsaydı ve Türk süvarileri saldırsaydı ingilizler gerçekten denize döküleceklerdi. Fakat ne hikmetse Harringtonun bahsettiği gibi Türkler ingilizlerle savaşmamıştır. şimdi buradan ingiliz paşanın bir Türk dostluğu asla ve asla çıkmaz. Bunun tersini düşünün: ingilizler istanbulda ve çanakkalede ezici çoğunlukta olsaydı ve Türkler az sayıda Balıkesire yürüselerdi ve ingiltereden savaş emri gelseydi, acaba Harrington yinede saldırmazmıydı? ingiltereden gelen savaş emri telegramlarını cebinde hâlâ taşırmıydı? Asla. Bazı insanlar Harringtonun ingiltereyi sevmeyen birisi olduğunu, yahut Türklerin dostluğunun ağır bastığını söyleyebilirler. Bunların hepsi saçmadır. Nitekim harrington hatırasının çoğu yerlerinde kendisinin tam bir ingiliz milliyetçisi olduğunu, ingiliz kralını ve ingiltereyi her şeyden üstün tuttuğunu söyler. Mesela misal verelim sayfa 225 orijinali: "As far as ı am aware ı have been nothing but pro- British through life." Tercümesi Ben kendimi bildim bileli kendim bir hiç olabilirim, fakat hayatım boyunca ingiltere tarafıyım(seveniyim). Hatırasında Türkleride o kadar çok sevdiğinden de bahsetmez. Zaten görevi gereği 3 yıl boyunca Osmanlıda kalmıştır ve bir dahada Türkiyeye gelmemiştir. Yunan askerlerinin Mudanya ve izmir sahilinden gemilerle Yunanistana taşınmasına ait Harrington Paşa kitabında bir mektupta yayınlar. Bu mektup sonraki Yunan başbakan Caclamenos tarafından Harringtona gönderilen bir teşekkür mektubudur. Yani Yunanlıların denize savaşılarak dökülmediği bilhassa onlara zaman tanılarak rahatça ingiliz gemilerine binip gittiklerini ispat eden bir mektup. Sayfa 136.

    Aynı sayfada harrington Ataputu hiçbir zaman görmediğini ve karşılaşmadığını yazar.

    Sayfa 274de Harrington Paşa ismet paşanın kendisine gönderdiği bir mektubu yayınlar. mektubun tarihi 23 Ağustos 1923dür. ismet, Harringtona, Mudanyadan tanıştığımız dostun ismet diye bahseder. Bu mektupla Ismet Paşanın Harrington'la bağlantısının kopmadığı, Lozan anlaşması süresinde devamlı bağlantı içerisinde olduğunu ispatlar.

    Sayfa 279da Harrington Paşa ismet Paşaya gönderdiği 30 Ekim 1922 tarihli mektupta yani lozan görüşmelerinin sona ereceği sırada ismet paşayı överek "sırtını sıvazlamış", aslında siyasette ve müzakerelerde bir sıfır olan ismet paşaya siyaset diliyle "aferin, dediğimizi iyi yaptın" demiştir. Mektubun orijinalindeki metni: "We appreciated your soldierlike qualities and the friendship you extended to us and we have since admired the statesmanlike qualities which you have shown at Lausanne." Tercümesi: "Biz sizin askeri kabiliyetlerinizi takdirle karşılıyoruz. Bize karşı geliştirdiğiniz dostluğuda takdirle karşılıyoruz. Ve biz o zamandan beri Lozanda gösterdiğiniz devlet adamlığı kabiliyetlerinizi beğeniyoruz." Aslında Lozanda ismet paşanın beceriksiz ve acemi birisi olduğunu bütün tarih bilir. Fakat ingiliz paşa gerektirdiği gibi siyasi bir dille ismeti pohpohlar. Halbuki ismet paşa bile kendi hatıralarında siyasetten hiçbir şey anlamadığını sonradan yazar.

    Asıl vahim olan General Harringtonun ismet paşayı kullandığıdır.

    Tarih 09.02.2022

    Lozan müzakerelerinde ismet paşanın anlaşmayı imzalaması beklenirken imzalamaması üzerine Lord Curzonun Lozanı hemen terketmesi üzerine Lozan konferansı durdurulur. Harrington Paşa bu sıralarda kendisinin ve Ataputun bir Karadeniz limanında, bir ingiliz savaş gemisinde görüşmesini kararlaştırdığını, bütün hazırlıkların tamamlandığını, fakat bu görüşmenin ingiliz dışişleri bakanlığı tarafından reddedildiğini yazar. Sayfa 136. Harrington Paşa bütün hatıratında ne Ineboluda Türklere verilen toplardan, cephaneden bahseder ne Ataputla savaş sırasında görüşmek istediğinden veya görüştüğünden nede böyle bir çaba gösterdiğinden bahseder. Ataputla ilgili olan görüşmek çabası sadece ve sadece bu sayfa 136da bahsettiği kendisince Ataputla kararlaştırılmış fakat dışişlerince reddedilmiş görüşmedir. Benim Ataput filtresinden geçmiş başka bir yazıdan okuduğuma göre Ataput bu görüşme taleplerini ve buluşmayı reddeder, öyle bir şey olmadığını söyler. Ne garip değilmi? Silahları verende, silahları alanda memnun fakat ne buluşma var, ne anlaşma var. Yani silahlar sanki gizli bir elle gökten indirilmiş, muhatapları ise "görmedim, duymadım" davranışındalar. Harringtonun hatıratında bahsettiği Ataputla kararlaştırılmış görüşme ise Lozanın ilerlemiş safhasında. Yani savaş bitmiş. Aynı sayfada Harrington "antenli" ismeti ikna etmek için Lozan dönüşünde trende refakat ettiğini ve ismetle her zaman mektupla, telegramla bağlantı içinde olduklarını yazar. ismet inönünün anten lakabı Türk halkının ona taktığı isimdir. Halk inönüye kendi aralarında konuştukları zaman "antenli" diye hitap ederdi. Harrington hatıratında antenliden benim Mudanyadan dostum diye bahseder. ismet inönü görüldüğü üzere ingilizlerin bütün şartlarını kabul etmiş ve ikna olmuştur. Meriç nehri sınırı Mudanyada Harrington tarafından ismet inönüye kabul ettirilmiş, Istanbul ve çanakkale boğazı ve diğer bazı sınırlar Mondrosda Townshend tarafından Rauf Orbaya kabul ettirilmiştir. Lozanda ise misakı milliden tümden vazgeçilip Batının istediği sınırlar ve şartlar kabul edilmiştir. Ankaraya giden trende Harrington acaba inönüyü nasıl ikna etti? Neler konuşuldu? Haim Naumun Ataputla aynı trende olduğunu da gözönünde bulundurursak bu görüşmeler aslında Türkiyenin geleceğini belirleyen görüşmelerdir. Ne yazıkki bu konuşmalar karanlıkta kalmıştır.Harrington hatıratında inönüyle tren buluşmasını ingilizce sadece bir kaç kelimeyle şöyle aktarır: i used to see General ismet Pasha when he went through Constantinople from Lausanne to Angora. We have always kept in touch, and i have several letters and telegrams from him signed "Your Comrade of Mudania". Kemalistlerin övünerek bahsettikleri Türkiyenin tapusu aslında ingilizlerin Türklere bıraktığı topraklardan ibarettir. Eğer ingilizler isteselerdi mesela Yunanlarla olan Trakyadaki sınırı meriç nehri değilde Çatalca veya Kırklareli sınırı olarak tanzim ederlerdi. Bunuda bal gibi ismete yuttururlardı. Zaten boğazları Montröye kadar ingilizler ellerinde tutmuşlardı. Lozan Türkiyenin tapusudur lafı hakkında Kemalistler şöyle bir iddiada bulunsalar haklılar. Türkler ingilizlerin öngördüğü topraklardan daha fazlasını isteselerdi, alsalardı ve sınırları Türkler kendileri belirleseydi Lozan Türkiyenin tapusu olurdu. Fakat şimdiki Türkiye toprakları dışında ve misakı milli sınırlarına ait olan hangi toprakları zamanın acemi Türk siyasetcileri iddia ettiler? ingilizler zaten bugünkü Türkiye topraklarını kendileri çizdiler ve sonra Türklere verdiler. Sınırları ingilizler kendileri belirlediler. Hatta meriç sınırı hakkında Yunanlara danışılmadı bile. Meriç sınırını belirleyen Mondros görüşmeleri sırasında Yunanlara sorulmadı bile. Türkler bu sınırlara hiç bir zaman itiraz etmediler. Bu ingilizlerin belirledikleri sınırların ötesinde Türkler hiç bir zaman bir hak iddia etmediler. O zaman bu Lozan Türkiyenin tapusumu, yoksa ingilizin çizdiği tapu yani dolayısıyla ingilizin tapusumu oluyor? Bu soruya siz karar verin. Aslında o zamanın ingiliz siyasetcilerine ve ingiliz generallerine dua etmek lazım. Çünkü izmir yarımadasını veya gelibolu yarımadasını yahut başka topraklarıda Türklerden alabilirlerdi. Buna karşı çıkacak bir devlet adamıda zamanında yoktu. Allaha şükür ingilizlerin akıllarına öyle bir fikir gelmemiş. Mudanyada istanbul ve çanakkale boğazlarının durumu belirlenirken ne demişti "antenli"miz Harringtona, karşılıklı volta vurmuş, "kabul ediyorum" demişti. Mudanya ateşkes anlaşması görüşmesi volta vurmaktan ibaretti. Harrington, Yunan sınırını Meriç nehri yerine Çatalcadan, Tekirdağdan itibaren çizseydi inönü hayırmı diyecekti? Siz artık karar verin. şimdi hiçkimse zamanın şartları bunu gerektiriyordu falan diye bahsetmesin. Yunanı yenen biziz. ingilizi istanbulda ezecek kuvvette olan yine biziz, fakat sınırlarımızı başkası belirliyor. Hangi şartlar? Kurtuluş savaşında biz yendik ve askeri üstünlüğümüz var. Bu ifade ingiliz komutanın ifadesi, yani bütün şartlar bizim lehimize. Fakat Batının her isteğine evet diyen, Batı hayranı, Ittihat ve Terakki yöneticileri, devlet adamları ve subayları var başımızda. Evet şartlar kötü, o kötü şartlarda yönetici kötülüğü olması, devlet adamların acemiliği ve Batıyı bir düşman değil, bir kültürel dost olarak görmeleri. Batının yenilmez, insanüstü bir medeniyet olarak görmeleri vesaire.

    Ve Haim Naum, Harrington, ismet, Ataput Ankaraya giden trende ne konuştu? Ne yazıkki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Harrington sayfa 259da, şubat 1923ün sonunda ismet inönünün Lozandan istanbula geldiği sırada, inönüyle bir konuşma fırsatı olduğundan bahseder ve şöyle geçer : "ismet paşa Lozanda bir barış anlaşmasına varılmasından yana ciddi bir istek içindeydi".

    Sayfa 150de, 1938de Ataputun ölümünden sonra cumhurbaşkanı olan inönü için Harrington şöyle bahseder. ingiliz yöneticileri benim yeni cumhurbaşkanı olmuş olan inönüyle aramızdaki özel yakınlığımızı kullanarak iki ülke arasındaki bağları çimentoyla sağlamlaştırmak için kullanmak istediler. inönüyle aramızda olan bu özel yakınlığımız Mudanyadan beri devam etti. Türkler geçmişte biz ingilizlerle beraber şanslı/mutlu işler yaptığımızı unutmadılar. Harrington hatıratında ismetin kendisine gönderdiği mektuplardan sadece 5 tanesini yayınlamıştır. Bu mektuplar bir yakın dosttan daha ziyade bir resmi devlet adamının başka bir devlet adamına (yani Harringtona) yazdığı metinlerden ibarettir. Harrington, hatıratında kendisinin bahsettiği inönüyle aralarındaki yakın dostluğu ve bağı ispat edecek bir mektup yayınlamamıştır. Yani mesela aralarındaki bir görüşmede oynadıkları bir oyundan ve kimin galip geldiğinden veya konuştukları özel bir konuda mesela edebiyatta hangi yazarın daha üstün olabileceğine dair münakaşadan vesaire bahsetmemiştir. Yakın dostluktan dışarıdaki bir insan, ancak iki insan arasındaki özel konuşmalardan haberdar olur.

    Bir Amerikan gazetesi olan Washington Times, 1922 sonbaharında Ataput üzerine bir haber yayınlar. işte o haber:

    ....Türkiyenin acele istekleri (Misakı Milli sınırları talebi) ve Avrupanın muhtemel bir başka savaştan kaçınmak istemesi Türklerin sadece şark pazarlığını temsil ediyor. Yahutta belki bir eski bir Yahudi atasözünü temsil ediyor. (Türkiye içinde çok iyi bilgili) Bir adam, Kemal Paşayı gençliğinden beri tanıdığını ve onun(Ataputun) bir Yahudi olduğunu ve islam'a döndüğünü yazıyor, sadece bir kaç yıl önce. Eğer bu doğruysa, Kemalin düşüncesi bin yıllardan beri meselelerin üzerinde çalışan tiptedir ve eğer bir yüksek ödül (bir gün) ortaya çıkarsa bu yüksek ödülü alacaktır.

    (Burada gazete Ataputla karşılaştırma yapabilmek için o zamanların ünlü 3 kişisini misal olarak veriyor. Bu 3 kişi Ataputla ayni geçmiş benzerlikleri paylaşıyorlarmuş. Onlar da Yahudi asıllılarmış, Yahudiliği bırakmışlar ve en ünlü kişiler olmuşlar.) bunlar ingiliz Disraeli Portekizli baruch de Spinoza ve Alman Heinrich Heine). Disraeli bir protestan piskopozuydu. (Asıl adı Benjamin Disraeli bir yahudi çocuğudur ve ingiltere başbakanlığı yapmıştır.) Heinie (yani Yahudi asıllı bir Alman şair, yazar olan Heinrich Heine) dinini değiştirip Yahudilikten Luther'in protestan kilisesine geçti. Din değiştirmesinin sebebi Alman avukatlık barosuna kabul edilebilmesi içindi. Spinoza (asıl adı Baruch de Spinoza, Portekizli bir yahudi filosof) neredeyse bilinmeyen bir hiçti, ta ki Yahudiler onu Yahudilikten atıncaya kadar. Sonra kendini tarihteki en büyük Yahudi yaptı.

    Ataputta bulunan Yahudi kanındaki ilginç olan şey ise, kandaki (özelliğin) her yöne açılmasıdır. Benjamin Disraeli'de, Victoria'yı Hindistan kraliçesi yaptı. Ve şimdi Kemal' de(Kemal örneğinde) Türkiye'yi Avrupa'ya geri getiriyor.

    Okuduğunuz metinde şu aşağıda listelediğim sualler neredeyse -hani hep duymuşsunuzdur- Ataputun bir ingiliz ajanı veya ingiliz hayranı ve ingiliz sistemi hayranı olduğu hissi veriyor.

    Ataputun gelecekte ne yapacaklarını ingilizler/Amerikalılar önceden nereden biliyorlar? Acaba dünyada Yahudilerin o zamanda bile aralarında temas halinde olduklarını ve birbirlerine bilgi aktardıkları ve bu sayede Amerikalıların bile haberdar oldukları doğrumudur? Böyle değilse Türkiyeden Amerikaya bütün bilgileri hangi Yahudi sızdırıyor? Kasım 1922de daha henüz hiçbir Batı devrimi yapılmamış, hilafelik,saltanat, kaldırılmamış, fakat Amerikan gazetesi Ataputun Türkiyeyi Avrupaya yaklaştıracağını yazıyor.

    Ataputun Cumhuriyeti ilan etmek istemesini Cumhuriyetin ilanından aylar önce Türk halkından önce Amerikalı vatandaş nasıl bilebiliyor? Nitekim cumhuriyetin ilanından birkaç ay önce bir Amerikan gazetesi Türkiyede Cumhuriyetin ilan edileceğini yazıyor.

    Hahambaşı Haim Naumun Lozandan önce Amerikaya gidip oradaki yahudilerle konuştuğunu biliyoruz. Hahambaşının inönüyü küçüklüğünden beri iyi tanıdığını da biliyoruz. Ataputla iyi geçindiğini de biliyoruz. Acaba Amerikayla bilgi alışverişi yapan Haim Naummuydu?

    Araştırdıkça hep ortaya hainlik çıkıyor. Fakat nedense sahte kahramanlar bize hep ulu insanlar, ulu önderler diye yutturuldu. Bütün hayatımız bize dayatılan sahtekarlığın âlâsıyla geçti. Benim sayfamın adını koymamın sebebi de zaten bu sahtekarlıkları öğrendiğimde olmuştu.

    Dikkat ettiyseniz gazete Ataputun Yahudilikten müslümanlığa takiye yapmak veya çıkarı uğruna geçtiğini îma etmiş. Aynen verdiği öbür misal insanlardaki gibi. Gazetenin kendi sözlerine göre ne zaman bir fırsat eline geçerse kanındaki Yahudiliğin gereğini yapıp emeline kavuşacakmış. şimdi söyleyin Ataput aynısını yapmadımı? Ataputu bu kadar yakından tanıyan, gençliğini ve geleceğini bilebilen sayılı insanlar vardır. Neyse başka soruları da kendiniz düşünün.

    Bana sakın işte genç Ataputumuzu çekemiyorlar, Amerikalılar karalamaya çalışmışlar demeyin, bu kadar mantıksız hareket etmeyin, beyninizi Kemalizm hipnozuna teslim etmeyin. Zaten Kemalistlere 1000 misal getirsem yine aynılar. Halbuki bu gibi gazete haberleri bir sürü.

    Mudanya ateşkes anlaşmasına dair aynı gazetede bir haber vardır.
    General Harringtonın hatıralarındaki ifadelerinin tıpatıp aynısını Amerikan gazetesi The Washington Times aynı yukarıdaki okuduğunuz haberin hemen bir arka sayfasında veriyor. Konu 11 Ekim 1922de imzalanan Mudanya ateşkes anlaşmasıdır. Gazete anlaşmanın imzalanmasından 3 gün önce yayınlandığı halde anlaşmanın büyük bir ihtimalle Genaral Townsend'ın tasarladığı gibi kabul edileceğini yazıyor.

    ingilizcesinin orijinalini, ingilizce biliyorsanız, haberden okuyabilirsiniz, ben metnin uzunca bir Türkçe tercümesini veriyorum:

    Başlık : Türkiye herhalde 10bin mil kare Avrupa toprağı alacak. (Bahsedilen Townsend'ın tasarısı olan Meriçin doğusunda bulunan Trakya toprağıdır. şimdiki Türkiye Trakya toprağı da yaklaşık bu kadardır, yani 10bin milkaredir. Gerçekte şimdi 23bin764 kilometrekare, gazetede verilen rakamsa 25bin900 kilometrekaredir.)

    "Ortadoğu barış konferansından öncesinde Türklerin Trakyayı askerlendirmesi isteği iptal edildiği sırasında, bugünkü anlaşma Fransa için bir diplomatik zaferdir."

    (Nasıl yani demiyormusunuz? Tasarıyı yapan ingiliz, işgalci güçleri yöneten ingiliz, Fransanın zaferi de nereden çıktı?) "Fransa, Kemalin Kuvvayı Milliyecilerin arkadaşı ve sözcüsü gibi hareket etti."

    (Harrington, hatıratında, anlaşma gemisindeki ve önceden de muhatap olduğu fransız generalin anlaşmasızca tutumunu, herşeye karşı geldiğini ve Harringtonun önerilerini eleştirdiğini ve anlaşmayı sadece kendisinin imzalamak istediğini ve sadece kendini yetkili gördüğünü yazar. Yani burada bir Fransız, ingiliz güç kavgası var ve bu kavga toprakların nasıl bölüşüleceği ve Türklerin hangi toprakları alacağı üzerinedir. Yukarıda da belirttiğim gibi toprak bölüşmesi müzakeresi inönüyle itilaf devletleri arasında olmamıştır, nitekim inönü herşeye sonunda evet demiştir. şimdi anlaşılacağı gibi toprak bölümü aslında Fransızlarla ingilizler arasında olmuştur.)

    "Lord Curzon, Londrayı pazar günü kabine üyeleriyle beraber, uzlaşmanın ayrıntılarını açıklamak için terketmeyi planladı. Lord Cursonun müzakerelerin neticelerinden çok memnun olduğu görünüyordu. Müzakereler devamlı cuma gecesi saat 11den sonra devamlı ilerliyordu." (Sağolsun, inönü her şeye evet diyordu demek istiyor yâni). "Basına verilen bir vaziyet konuşmasında Fransız başbakan Poncaire dediki: itilaf devletlerinin generalleri Mudanyada anlaştılar. "

    Yunanistan, M.Venizelos sayesinde, itilaf devletlerinin bugün burada vardığı kararı kabul etti. Bundan dolayı barış garanti altındadır. Benim verdiğim barış konferansı sırasında Fransanın pohalpya ve batı trakyadaki Meriç nehri bandını işgal etmek taahhüdüm, ingilizlerin Trakyayı Türklere geri verilmesine karşı çıkmalarıyla neticelendi. ingilizler, müzakereler açılmadan önce, eğer Trakya Türkiyeye geri verilirse değerli bir rehinin(eldeki bir kozun) kaybedileceğini savundular. Eğer Türkiyeye Trakya Meriç nehrinin doğusunun bütününün ellerinde kalmasına izin verilirse, 10bin milkare Avrupa toprağı Türk egemenliğine katılacak.

    Başlık:
    Fransa, askeri emelleri için Türklerin yardımını istiyor, bedavaya.
    Muhabirin adı Forbes W.Fairbrain
    Londradan özel hattan servis edildi.
    Tarih 7 Ekim 1922.
    Metin:
    Fransanın durmadan yükselen ve ingilizlerin rahatsız olduğu Türk dostu siyaseti bu gece siyasi ve askeri kaynaklardan haber servisine açıklandı. Fransa şu anda askeri bakımdan dünyada lider durumda. Bu duruşunu da korumak niyetinde. (Fransdaki)Doğum rakamlarındaki alarm niteliğindeki ve korku veren düşüş, orduda ciddi bir asker sayısının düşmesine sebeb olmakta. Bu yüzden Fransa yüksek ordu heyeti, büyük müslüman insan kitlelerini ordusuna katmaya karar verdi. Zaten şu anda ordu mensuplarının üçte biri koyu renkli insanlardan meydana gelmekte. Yeni bir toplantıda Fransa askeri heyeti bu sayıyı yarı yarıya çıkarmaya karar verdi. Bu tedbir General Nivelle, onu kuvvetle destekleyen mareşal Lyautey ve Gourant ve Mangin generalleri tarafından hazırlanan raporda belirtildi. Bu planın öbür batı ülkeleri tarafından eleştirileceği kesindi. Fransanın doğu Avrupa ülkelerini kendi ülkelerine müttefik yapması ve o ülkelerin ordularını kullanması bir çözümdü, fakat doğu Avrupa ülkeleri kendilerinin harcanmalık asker yapılmalarını geçmişte reddettiler ve Fransa generallerine yem olamayacaklarını ispat ettiler. Bu yüzden Afrikalılara ve Asyalılara dönüldü, özellikle de müslümanlara. Bu yüzden anlaşılmalıdırki, Fransanın büyük Türk imparatorluğunun tâmirini istemesinin gerçek sebebi budur ve neden Fransanın Ankara hükümetine bu krizde desteklemek istemesinin sebebidir. Fransa, kısacası Türkiye'yi yönetmek istiyor. Aynı Almanyanın 1918den önceki yaptığı gibi. Doğu hıristiyan halkının geleceği Fransa askerlerini ve îhale alanları ilgilendirmiyor. Fransa başbakanı Poincare'ın ingiliz başbakanı Lloyd Georg'u savaş tazminatı konusunda sıkıştırması, Bouillon'un bilinen hareketleri ve Ankara hükümetinden aldığı kocaman tavizler, Fransa'nın Yunanistanı Kral Konstantin konusunda aşalığamak isteği, Fransa'ya Yakın Doğu siyasetinde ek bir ivme kazandırdı. Bir büyük özel sebep ise Marşal Lzantey'nin Fas'da muhtemel bir islam birliği çıkması hakkındaki korkusuydu.
    Fransız general Bouillon, dün Mudanya'da açıkca yaptıklarından dolayı (ingilizleri) kızdırdı. Halbuki bu general hâlen Fransız başbakan Poincare'in en iyi adamı ve Fransanın imparatorluk emellerini destekliyor. Gazetemizin haber servisi şöyle bilgilendirildi: M. Bouillon bir özel milletvekilleri meclisi toplantısında şöyle açıkladı. Eğer Fransa ingiltereden Almanlara karşı bir garanti alabilirse, ve Ren nehrini kendi emniyetleri altına alırsa, biz o zaman Doğunun hükümdarı olacağız, Paris'ten Hindistana kadar. Daha yeni Poincare bir kaç değişik Amerikan misaferlere kendi düşüncesini ve ingilizlerin Türkiyedeki, boğazlardaki hareketlerini açıkladı. "Biz Yunanlardan nefret etmiyoruz, fakat onları küçük görüyoruz. Biz ermenilere karşı üzüntü duyuyoruz, fakat biz istanbulda ve Boğazlarda bir ingiliz hükümranlığına tahammül edemeyiz."

    Buradan anlaşılıyorki Fransa ve ingiltere Trakya ve Boğazları aralarında paylaşamamışlar, Fransa Boğazların tümden ingiliz hakimiyetinde kalmasına karşı çıkmış, Trakyanın bütününü ingilizler Yunanlılara vermek istedikleri halde Fransa Meriç ırmağının doğusunun Türklere verilmesinde diretmiş. Ataput hükümetinin Misakı Milliden ödün verdiğini ve trakya topraklarından taviz verdiğini şu kelimelerden anlıyoruz: Bouillon'un bilinen hareketleri ve Ankara hükümetinden aldığı kocaman tavizler. Yani Trakya toprakları ingilizlerle Fransa arasında pay edilmiş. Bizim inönü ise sadece seyirci gibi müzakereleri seyretmiş. Fransayı buradan Türk dostu zannetmeyin. Fransanın yukarıdaki Afrikalılara karşı ırkçı tutumu ve gerekirse dünya hakimiyeti uğruna insanları bir piyon gibi harcayabileceklerini açık açık basına duyurmuşlar.

    ---------------------------------------------------------------------------

    New York Tribune gazetesinin 26 şubat 1921 tarihli çıkan sayısında Londra konferansına dair bir haber verilmektedir. Londra konferansında istanbuldaki hükümetin gönderdiği heyet bulunduğu gibi, Ankaradaki paralel hükümette italyanların yardımıyla temsil edilmektedir.

    Konferans, Ankaradaki paralel hükümetin ordusunun ve aslında ingiliz komutasında bulunan Yunan ordusunun ilk karşılaşması olan 1. inönü ringe çıkma olayının sonrasındadır.

    Haberin başlığı şöyle:
    itilaf devletleri Sevr anlaşmasından halk referandumu/seçimi yapılması için vazgeçiyor.
    Türkler, anlaşılamayan bölgeler olan Trakya ve izmir için halk seçimi üzerinde anlaştı.
    (Konferanstaki müzakerede bulunan)Yunanlar (ise) Atinadan gelecek cevabı bekliyor.
    ingilizcesinin aslını, ingilizce biliyorsanız, haberden okuyabilirsiniz, ben metnin uzunca bir Türkçe tercümesini veriyorum:

    Fransız başbakan Briand için büyük zafer. Anlaşma, birbirlerine rakib olan tarafların(Yunanistan-Türkiye) taleblerine karar veren bir komisyonun kurulmasını sağlıyor.

    Muhabir gazetecinin ismi: Arthur S. Draper
    Haberin yapıldığı yer: New York Tribune gazetesinin Avrupa temsilciliği.
    Her hakkı mahfuzdur. 1921.
    Haber tarihi: 25 şubat 1921. Londra.

    Metin:
    itilaf devletleri konferansı Türk temsilcileriyle beraber bugün Sevr anlaşmasını ölüme gönderdiler. ingilizler ve Yunanlar saf dışı bırakıldılar ve müzakerenin şerefi Fransayı temsil eden bakan Briand e ve Türk tarafı kuvayı milliye temsilcisi Bekir Sami Beye hasıl oldu.

    Briand ın siyasi zeka darbesi, anlaşmazlıkta bulunan ve hangi tarafın hakimiyeti altında bulunması meçhul olan Trakya ve izmir bölgelerinde bir halk oylaması yapılmasını Türk temsilcilerine kabul ettirdi. Bu durum bügünkü oturumda ortaya çıktı. Tarafların taleplerini karşılayacak ortak komisyon önerisi yazılı olarak taraflara verildiği zaman Türkler büyük bir istekle kabul ettiler, fakat Yunanlar büyük bir protestoyla karşı çıktılar. Yunan başbakan Kalogeropoulos reddini ifade etti fakat Atinadan cevap gelene kadar beklenmesini istedi.

    ingiliz makamları yunanları (referandum) önerisini kabule zorluyor.

    ingiliz hükümeti, bu geceki mahrem kaynaklara göre, her ne kadar Yunanlıların hoşuna hiç gitmesede, referandum yapmanın şu andaki durumdan çıkmanın en doğru yol olduğunu gördü. ingiliz hükümeti bu yüzden Yunan Kralı Konsantine halk oylamasını kabul etmesini bir tavsiye şeklinde telgrafla bildirdi. Burada(yani Londrada) şüphesiz bir şekilde Yunan hükümetinin bu tavsiyeye uyacağı düşünülüyor.

    (Londra hükümetinin) bu hareketi (Fransız bakan) Briandın siyasi kuvvetini güçlendiriyor. Aynı zamanda Ankadaki çete hükümetinin kuvvetinin yükselmesini de sağlıyor. (Londra) konferansının bir başka özelliğide Türk taraflarının (istanbul ve Ankara paralel hükümet temsilcilerinin) başlangıçta siyaseten birbirinden ayrı durumda bulunmaları ve konferans sırsında bileşmeleridir. Briandın siyaseti bu (iki Türk) taraflarını bir çizgide birleştirmesiyle güven kazandı. Her iki Türk heyetinin temsilcileri, 2 günlük müzakereden sonra (müzakerelerin yapıldığı) Saint James sarayını terkettikleri zaman, Ankara (paralel hükümetinin) temsilcisi Bekir Sami Bey kendi başarısına candan gülüyordu. Hatta hasta yatağını müzakereye katılmak için terkeden istanbul hükümetinin temsilcisi Tevfik Paşa memnun görünüyordu.

    Kemal saygınlık kazandı
    Ankara hükümetinin Yahudi lideri Mustafa Kemal, Londradaki heyetinin tavrı sayesinde saygınlık kazandı. Bu başarıdan dolayı istanbul ve Ankara hükümetinin birbirine daha yakınlaşması öngörülüyor. Burada devamlı ifade edilen kanaat şu ki, Kemalin kuvvetinin yükselmesi padişahın hükümetinin Ankara çetecileri tarafından yutulacağının haberini önceden vermekte.

    ---------------------------------------------------------------------------

    Fesli Delinin, 01.12.2012 tarihinde Osmanlılar ilim ve irfan vakfındaki konuşmasından bir kesit.

    1932 Ağustosunda ismet paşa ile Ataputun arası bozuluyor. ismet paşa heybeliadaya gidiyor, başvekilliğe başka birisi vekaleten bakıyor. Arabuluculuk yapan kişiler ismet paşaya gidip tekrar biraraya getirmek istiyorlar. Tekrar biraraya gelseniz çok iyi olur gibi. Ismet paşa bunlara siz bizi biraraya getirmek istiyorsunuz o bana hakaretti beni kovdu. fakat, ben ona ingiliz dizbağı nişanını niye verdi bir ifşa etsem gününü görür. Ben dizbaği nişanını Tevfik paşanın park otelde hususi müze gibi bir odası vardı. Orada gördüm. şu benim masadan büyüktür beratı. Madalya normaldirde, bir baloda ingiliz kraliçesi Victorianın jartiyeri düşmüş. Uzun çorabı donuna tutturan lastik bağ. Onu asil adamlardan, Lordlardan biri almış "şereftir kraliçemizin jartiyeri" diyerek yakasına takmış. Dizbaği nişanı böyle icat olmuştur. Tevfik paşanınkini ben gördüm bu kadar büyüklüğündekini ne yaptılar?Onun beratı şu masa kadardır. ismet paşa: "ben onu ifşa edersem gününü görür". Yakub Kadri bu adamın(arabulucunun) kim olduğunu Mustafa Kemal'a yaranmak için söylemiyor. Gelip Dolmabahçe sarayında ismet paşanın söyledikerini anlatıyor. Anlatınca "haa, demekki bu sır biliyor birgün konuşacak" (şüphesiyle)araya adamlar sokuyor. "Gazi çok üzülüyor, seninle arasının açıldığını, bir gelseniz barışsanız" vesaire diyerek, kandırarak Dolmabahçe sarayına getiriyor. Dolmabahçede Mustafa Kemal arkadaşlarıyla konuşmaktayken ismet paşa geliyor, selam veriyor kimse selamını almıyor. Mecburen bir kenarda bir sandalyede oturuyor, dönüp gidemiyor. Karar veremiyor ne yapsın. Kimse bir şey demeyince, bu sırada (ismet paşa) ingilizce öğreniyor. Cebinde bir ingiliz gazetesi var. Kimse kendisiyle alakadar olmayınca gazeteyi açıp okumaya başlıyor, meşgul görünmek için. Psikolojik bir durum. Mustafa Kemal bir anda başını kaldırıyor: "Paşa hazretleri ne yazıyor o ingiliz gazetesi? Bana dizbağı nişanını ne için verdiklerini mi yazıyor?" deyince ismet paşanın elinden gazete düşüyor. Anlıyorki bu haber kendisine uçuruldu. Ulan diyor birazda ağzını bozarak, sen bilmiyormusun ben Lloyd Georgun düşürülmesine sebeb oldumda iktidarın düşürülmesine. Bana o yüzden dizbağı nişanı verdiler. Buna bağırıyor çağırıyor, ismet paşa kaçıyor. Bir rivayete göre ismet paşanın öldürülmesini emretmiş. Bir rivayete göre bu yüzden çocuklarına maaş bağlamış. Bundan dolayı ismet paşayı ölü bildiği için çocuklarına maaş bağladığı iddiası vardı. Yakub Kadri politikadaki 45 yıl adlı kitabı. Biriside Celal Bayarın 100üncü yaş günü dolayısyla Tercüman gazetesine yaptığı tam sayfa bir röportajdır. Başka bir yerde bunun (hadisenin) adı geçmez.



    Ataputun söylediğine göre dumlupınar savaşında Türklerin Yunanları yenmesi üzerine Lloyd George hükümeti düşmüş ve ingiliz halkı Ataputu çok sevdiğinden dolayı ingilizler dizbağı nişanını Ataputa layık görmüşler. Bütün Batı ülkeleri bir başka ülkenin savaşta yendiği için veya kişisel olarak bir ülke yöneticisine sempati duyduğu için kendi ülkelerinin en büyük şeref ve ünvan taşıyan nişanını vermez. Ataput Batının bin yıldır başaramadığını kendi eliyle başardığı ve Batıdan bu yüzden tam destek aldığı için Batılılar tarafından bu ödüle layık görülmüştür. Ataput kendisince Batı düzenini yeni Türkiyesinde diktatörlükle getirdiği için Batıya karşı beslediği hayranlığı Batının da kendisine beslediğini zannediyor. Halbuki Ataput Batının zorla yapamadığını yaptığı için ve Batının çıkarlarını tamamen uyguladğı için ödüle layık görülmüştür. Ataputun yaptığı Batı devrimlerini mesela ingilizler isteselerdi istanbulda kaldıkları 2,5yıl içinde zorla yapabilirlerdi. Neden yapmadılar? Hindistanda Pakistanda istanbuldan daha fazla kaldılar ve koloni halinde işgal ettiler. isteselerdi Ataputun bütün Batı devrimlerini harf, din, dil, vesaire Hindistanda uygulayabilirlerdi. Fakat bunu Ataput gibi birdenbire yapsalardı Hindistanda kan gövdeyi götürürdü. Aynı şekilde istanbuldada yapamadılar. Fakat zorla değilde Ataput gibi birisi çıksaydı istediklerini kendiliğinden yapsaydı ne yaparlardı 1 değil bin dizbağı nişanı verirlerdi. şimdi ingilizler en üstün nişanı Ataputa verseler bir sebep göstermelri lazım. Ataputun sandığı gibi seni çok seviyoruz deseler gülünç olacak, Yunanları yendin al sana bir madalaya deseler daha da gülünç olacak. Bu yüzden dizbağı nişanı verilseydi Ataputun Batının adamı olduğu kendileri tarafından tescillenecekti. çünkü dizbağı nişanı ingiltere devletine en büyük hizmeti yapanlara veriliyordu.

    Neyse bizim Kemalistlere göre gelmiş geçmiş en büyük adam, adam değil uzaydan gelme ilah, intelligence quotient'i en azından 500 çeken birisi, Einsteinden daha zeki olan bir adama dizbağı nişanı da neymiş derler. En ulu önderimiz, en büyük putumuzu sevmeyen ölsün falan filan biliyorsunuz kemalizm gerizekalılığını. Kemalistler Ataputları yüzünden mantığı terkederler. Fakat sadece mantıkla hareket eden Fesli Deliye putları yüzünden düşmanlar. Eğer Fesli Deli kemalist birisi olsaydı, putlarını övseydi, o zaman Fesli Deli birdenbire Fesli Einstein olurdu.

    ----------------------------devamı sonraya--------------------------

    tavsiye edilen bazı kaynaklar

    Mehmet Hüsrevoğlu, cumhuriyet dönemi devrimler ve dindarlar
    şeref Aykut, Edirne Saylavı(Milletvekili) Istanbul, Muallim Ahmet Halit Kitabevi 1938 Kamalizm dini
    Yusuf Kemal Tengirşey(Mustafa kemalin yakınındaki adam), hariciye vekili, Vatan Yoluna, hatırat, Babıali müşaviri, 31mart vakası araştırma heyeti azasının ifadesi: "Abdülhamitin hiç alakası yoktur, 31 Martla"
    Sivas Koçgiri Kürt Islam isyanı Haziran 1921,
    Ahmet Kabaklı