• Konular – 
  • Ataput ve Din

    Ataputun gerçekleştirmek istediği yeni Türkiyeyi Osmanlı kültüründen ve tarihinden ve islamdan arındırmak ve maneviyata değilde maddiyata bağlı bir nesil yetiştirmek istemesi, halkta ilk Cumhuriyet yıllarında ve halen şimdiden tepki topladığı için Ataputun islam karşıtlığı hakkında internette başka konulara itibaren daha çok kolay bilgi edinebiliyorsunuz. Ben genede bu bilgileri aktarmak istedim. Uluğ Iğdemir Ataputla beraber çalışan tarih kurumunda görev alan ve böylelikle onu yakından tanıyan birisidir.

    Uluğ Iğdemirin TRTde 1981 yılında bir programdaki konuşmasında Rıfat Börekçiden uyanık aydın bir din adamı olarak bahseder. Rıfat Börekçi Ankara Müftüsü iken Kurtuluş Savaşında kullanılması için Ataputa bir mendil içerisinde biriktirdiği 1200lirayı teslim eder. Ataputa Ne zaman elinize para geçerse geri verirsiniz der. Ataput iseRıfat Börekçiye nerdeyse maaş bağlar. Ataput, Rıfat Börekçiye her bayramda 1200liralık çekle beraber hediye gönderirdi.

    Uluğ Iğdemir Hamdi Suphi Tanrıöverin Ataputun ölümünden önce tam bir (Batı) devrimcisi olduğunu ve Ulus gazetesinde Batı devrimleri lehinde yazılar yazdığını, fakat Ataput öldükten sonra tam bir ters dönüş yaparak devrimlerin aleyhine döndüğünü söyler.

    Uluğ Iğdemirin anlatışına göre Ataputun tarih anlayışı şöyle imiş: Ataürkün tarih tezinde mühim bir nokta daha var. Ataput, tarihi savaşlar, birbirini öldürmeler olarak anlamaz. Ataput, tarihi uygarlık açısından bakar. Yani bir millet uygarlık adına ne yaptı? Hangi katkıda bulunduğu mühimdir Ataput için. Onun için Osmanlı imparatorluğunu, büyük savaşlarını, istilalarını önemsemez. Ne verdiniz uygarlık adına ne verdik? 1931de 3 kişiden meydana gelen bir heyetle liselerde okutulmak üzere 3 ciltlik Türk Tarihi kitabını çıkardık. Dolmabahçe sarayında Ataputla beraber kaldık ve onun fikirlerini kitaba aktardık. (Bu tarih kitabındaki bölüm) olan islam tarihinin büyük bir kısmını kendisi yazmıştır.

    Buradan anlıyoruzki Ataput Osmanlıyı bir istilacı, medeniyete katkısı olmayan, uygar olmayan bir devlet olarak görmüştür. Bunu sonra başka alıntılarla ispatlarım fakat burası yeri değil.

    Bir çalışma arkadaşı olarak birebir şahit olduğuna göre Uluğ Iğdemir şunu ispatlıyor: 1931den sonra liselerde okutulan tarih kitabının islamla olan bölümünü Ataput bizzat kendisi yazmıştır. Halil Inancık tan başlayın Fesli Deliye kadar birçok tarihci hatta sadece islama ait olmayan Sümer tarihine kadar olan kısmının Ataputun istediği ve kendi düşüncesine göre yazıldığını ifade eder. şu bilinen meşhur tarih dersi kitapları.

    Bir kaç alıntıda ben vereyim, gerçi internettte her yerde bulunabilir. Sadece araştırmayan ve tesadüfen benim sayfama takılan ve Ataputlarını halen dindar zanneden Kemalistlerin içinde bir şüphe uyandıralım.

    Tarih 1.cilt, tarihten evvelki zamanlar ve eski zamanlar.
    Maarif Vekilliği kısaltılmış olarak Mf.V. Yani şimdiki adıyla Milli Eğitim Bakanlığı.
    1931
    istanbul devlet matbaası.

    Tabiatın büyük kanunu. Filhakika, insan tabitaın mahlukudur. Hayatın büyük kaideside tabiata tabi olmaktır. Tabiatta hiçbir şey yok olmaz ve hiçbir şey yoktan varolmaz.

    Zeka. Fakat şunu söyleyelimki: insanın bütün bilgileri ve inanışları, insan zekası eseridir.Bundan...tabiatın fevkinde ve haricindeki bütün mefhumların, insan dimağı için kendi tarafından uydurma şeylerden başka bir şey olmayacağı meydana çıkar.

    Dünya ve hayat hakkında yanlış fikirler. Bundan 200 sene evveline kadar, dünyanın 5 - 6 bin sene evvel yaratıldığı ve insanın Basraya iki günlük yolda, Fırat nehri üzerinde bulunan cennette yaratıldığı zannolunmakta idi. Bu kanaatler hep din kitaplarındaki hikayelerin olduğu gibi hakikat sayılmasından doğuyordu. Artık hayatın milyonlarca senelik olduğu anlaşılmıştır.

    Hayat nasıl başladı? Hayatın dünya üzerinde nasıl başladığını henüz kati surette bilmiyoruz. ... Herhalde hayatın, herhangi bir tabiat harici amilin müdahelesi olmaksızın dünya üzerinde tabii, zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesi olduğunu kabul etmek lazımdır. (Benim yorumum: Kısa olarak Allahın katkısı olamaz, kimyasal fiziksel olaylkardan kendiliğinden meydan gelmiştir denmektedir.)

    insanın ceddi. Bu hayat zincirine nazaran insanın sair memeli hayvanlar gibi, daha basit bir sınıfa ait cetlerden(atalardan) geldiği kanaatine varılır.

    Dinde Atanın mevkii ve tesiri. iptidai(ilkel) insanların atadan korktukları anlaşılıyor. çocuklar bu ata korkusu içinde büyüyordu. öldükten sonra bile onu(atalarını, geçmiş büyüklerini) hoşnut etmeğe çalışıyorlardı. Zaten atanın, yani reisin öldüğünden kati bir surette emin olunamıyordu. Ata korkusu yavaş yavaş anlaşılmaz bir surette kabile Allahı(tanrısı) korkusuna intikal etti(devretti). Dimağları(Beyinleri) bu düşünceyi geçmeyen insanlar, kainatıda aile çerçevesi içinde gördü. insanlarda ata korkusu tehlikeli hayvanlara karşı olan korku ile karıştı. Bu suretle Allah mefhumunun(kavramının) başlangıç hali olan ulvileştirilmiş ataya temsili olarak muhtelif hayvanlara ait şekiller verildi.

    (Başlangıçta insanda) Allah ve din hakkında hiçbir fikir ve kanaat yoktu. Bu kadar umui ve şümullu telakkilere, insanın dimağı ancak yavaş yavaş alıştırıldı. ... Görülüyorki insanlar cemaat halinde yaşamıya başladıktan sonra, diğer içtimai müesseseler gibi din müessesesini de vücuda getirmişlerdir. Üluhiyet mefhumunu bulan, bu mefhumun sırlarını keşfeden ve bugün dahi keşfetmeye devam eden insan zekasıdır.

    Tarih 2.cilt, Orta Zamanlar.

    Maarif Vekilliği kısaltılmış olarak Mf.V. Yani şimdiki adıyla Milli Eğitim Bakanlığı.
    1931
    istanbul devlet matbaası.


    Kabe bidayette mahalli bir mabet iken Mekke ahalisi burasını bir milli mabet derecesine yükseltmişlerdi. Kabenin kutsiyetini Yahudi ananelerine de raptetmişlerdi(bağlamışlardı). Bu uydurmalara göre ibrahim, karısı Hacer ile oğlu ismaili buraya getirmişti. Zemzem de onlar için fışkırmıştı. ibrahim, oğlu ismail ile birlikte kabeyi inşa etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti; bu taş sonradan günahkarların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi(tabiiki), sonradan uydurulmuş masallardır.

    Muhammedin (islama) daveti. Muhammed Mekkede müşriklik muhitinde ve tesirinde büyümüş olmasına rağmen dini meseleler ve dini düşünceler pek derin bir surettte, zihnini işgal ediyordu. Muhammed 40 yaşına geldiği zaman vatandaşlarını, kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davete başladı.

    ilk vahiy. Muhammed uzun bir devirdeki tefekkürlerin(fikirlerin) mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu(bildiriyordu).Bununla beraber kendisini tahrik eden kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet olduğuna samimi surette kani idi. Muhammedi harekete getiren ilk amil( sebep) bu samimi heyecanlar olmuştur.

    Muhammed de Mekkeden kalkıp Medineye kaçtı(622). buna hicret denildi ve bu hicret sonradan islam tarihine başlangıç oldu.

    Muhammedin koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir.

    Muhammed birdenbire Allahın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senerlerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur. Vahiy, ilham fikri Muhammedden evvel de Araplarca meçhul değildi. Bütün iptidai kavimler gibi, Araplar da, şairlerin, akıl erdiremedikleri kuvvetlerden ilham almışlardır.

    Yani kısacası zamanın tarih kitabında (inananlar için haşa) Allah ve vahiy uydurulmuş bir şeydir yazmaktadır. Bunu tasdikleyen ispatda Muhammedden (inananlar için Hazreti Muhammed) sıradan bir insan gibi bahsedilmesidir. Peygamber kelimesi, yaradan yani dini hiç bir kelimenin bulunmamasıdır. Ateist bir insanın dini anlatması şeklindedir. Din kendi kendine meydana gelmiştir denilmektedir. Farkına varmadıysanız dikkatli okuyunuz.

    Ataputun ateist yazarların kitaplarını okuduğunu da herhalde biliyorsunuzdur. Yukarıda da belirtmiştim, bir çok insanın belirttiği gibi bu lise tarih kitabının dinle ilgili bölümünü Ataput bizzat kendisi yazmıştır.

    Diyanet işleri CHP zamanında kuruldu. Fakat Diyanet işleri kurumu islamı ihya etmek için kurulmadı. Niyet, dini kontrol altına almak ve din adamları üzerinden islamı tahrip etmek, değiştirmek ve Osmanlıda yaşanan din düzenini değiştirip, devletin istediği şekilde bir din düzenlemekti. Nitekim ilk diyanet işleri başkanı olan Rıfat Börekçi milli piyango oynamanın kumar olmadığını, Türk hava kurumunun uçak almak için aldığı yüzde 12lık piyango komisyonunu desteklemenin her müslümanın görevi olduğuna dair fetva vermiştir. Halbuki aklı başında, azıcık karşılaştırma ve fikir yürütme kabiliyeti olan her müslüman piyangonun bir kumar olduğunu ve her kumarın yani parayla oyun oynamanın haram olduğunu bilir. Bunun için de fazla derin islam bilgisine de ihtiyacı yoktur. Fakat o zamanın devletin Batılılaşma macerası peşinden giden ve islam güdümlü olmayan, aksine devlet güdümlü olan diyanet piyangonun kumar olmadığına ve caiz olduğuna dair fetva vermiştir.

    Ayrıca kurban bayramında kesilen hayvanların deri ve bağırsaklarının Tayyare Cemiyeti'ne bağışlanması fikri ortaya atıldı. Ayrıca zekât ve fitrelerin de Cemiyet'e bağışlanması istendi. Adeta vergi gibi zorunlu hâle getirildi Halkı buna teşvik etmek için de Diyanet Işleri Reisliğinde yardım istendi. Diyanet Işleri Reisi Rıfat Börekçi isteği geri çevirmedi ve 1926 yılında, halkın fitre ve zekât ile kurban derilerini Cemiyet'e vermelerinin şeran caiz olduğuna dair bir fetva verdi.
    Kaynak: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA): 051.V22.3.19.4; BCA: 051.V35.5.44.23
    Bu zekat, fitre, kurban derilerinin eskiden Teyyare Cemiyeti ve şimdiki adı Türk Hava Kurumu olan ve neredeyse CHPnin arka bahçesi olan kurumca toplanması 2000li yıllara kadar sürdü. Devlet memurları, belediye görevlileri kamyonlarla kurban bayramı zamanında mahalle mahalle ev ev gezer ve zoraki deri toplarlardı.

    Diyanetin doğrundan özellikle piyangonun kumar olmaması yönünde fetva vermesi sizce toplumun ahlak anlayışına çok büyük zarar vermemişmidir? insanları kumar oynamaya din üzerinden alıştırması Ataput hükümetinin öbür dünyada verebileceği ne kadar büyük bir hesaptır? Ataput ve hükümeti acaba bu hesabı verebilecekmidir? Gerçi Ataputun maneviyat fikri olmadığı için öbür dünyadan da korkacak değildi. Eğer Ataputa halen dindardı diyorsanız Allaha inanıyordu diyorsanız hemen sizde resmi tarih ve okulların beyninize çakılan Kemalizm çivisi yerinden oynar, merak etmeyin, Ataputun maneviyatını olmadığını ve Kurtuluş Savaşı boyunca takiye yaptığını anlarsınız. Yazılarımı okuyumaya devam edin.

    Diyanet, Nuri Killigilin cenaze töreninde yoktu. Nuri Killigilin cenaze namazı kılınmadı. Nuri Killigil, Enver Paşanın akrabası olduğu için Ataputun ölümünden sonra Türkiyeye gelebilmiştir. Gerçek bir milli sanayiden yana olduğu ve Yahudilere karşı saf aldığı için ve buna karşın Cumhuriyet hükümeti Yahudi, Ermeni Sabetayist, masonlardan ibaret olduğu için Nuri Killigilin cenazesi rağbet görmemiş, herhangi basit bir vatandaş muamelesi bile görmemiştir. Diyanetin zamanın hükümetinin siyasetini uyguladığını, aslında dinle alakası olmadığı bu tek örnekten bile görülebilir. Diyanet sonradan Adnan Menderes hükümetinden sonra yavaş yavaş asli görevi olan dine yaklaşabilmiştir.

    Belki her yerde rastlamışsınızdır: Ataputun dini yok etmeye çalıştığını ve zulmettiğini anlatan dindar yazarlar veya insanlar meşhur Andrew Mango dan şu alıntıyı yaparlar:

    ı have no religion, and at times i wish all religions at the bottom of the sea.

    Benim bir dinim yok, bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.
    Kaynak: Andrew Mango, Atatürk, s 447.
    ingiliz gazeteci Grace Ellison, 1928, Turkey Today

    Selanın Türkçeleştirilmesi
    Türkçe ezan uygulamasının ardından, Diyanet Işleri Başkanı Rıfat Börekçi'nin 6 Mart 1933'te yayınladığı bir tebliğ ile salanın da Türkçe okunmasına karar verilmiştir.
    Kaynak : "Sala da Türkçeleştirildi". Cumhuriyet gazetesi haberi 7 Mart 1933. sayfa 17
    Kaynak: Diyanetin 1933 yılında Afyon müftülüğüne gönderdiği salanın türkçe okunmasına dair bildiri

    Dikkatinizi çektiyse bütün Arapça kelimeler Türkçeye çevrilmiş. Fakat tek bir kelime Arapça olarak bırakılmış. Neden acaba, sanki bunu bir yerden duymuşsunuzdur. Evet ezandan. Ezandaki felah kelimesi de Türkçeye çevrilmemiş ve tek Arapça kelime olarak bırakılmıştı. Ezandaki Felah kurtuluş demekti ve dinden kurtulmak isteyen bir zihniyet dinin propagandasını yapamazdı. Peki acaba selada(eskiden sala olarak yazınır, okunurdu) Arapça olarak bırakılan kelime ne? selamet, yani kurtuluş ve mutlu olmak. Dinde huzur ve mutluluk bulunuz diye sela okunursa halk merak edip "nasıl dinde huzur ve mutluluk bulunur" diye araştırır ve dine çok bağlanır endişesi, zamanın zihniyetini Türkçe çevirmekten alıkoymuş.

    Buradan anlıyoruz ki Arapçaya bazı kelimeleri çevirmemek bir uygulama hatası, unutkanlık falan değil. Aynı zamanda önce Ezanın ve sonra selanın Türkçeye çevrilmesi halkın Türkçe ibadeti veya kendi dilinde ibadeti de hiç değildi. Mesele Arapçadan ve özellike dinden insanları uzaklaştırmaktı.

    1931den itibaren okutulan Ataputun bizzat kendisinin metinlediği ders kitaplarında Kurtuluş Savaşının gayesi çarpıtılarak verilmektedir.

    Kitapta milletin savaşmasının gayesinin birkaç sebeplerinin arasında, halkın laik bir devlet düzeni istediğini ve hilafeti yıkmak isteğinin olduğunu yazmaktadır. Bir başka sebeb örtülü bir şekilde islam dini şeriatının yüzyıllar boyunca sürdüğünü fakat artık yeni çağda bu dini sistemin uygulanamayacağını ve dinin sadece fert ile Allah(mabut) arasında olması gerektiğini ve milletin bunun için Kurtuluş Savaşında savaştığını yazmaktadır. Fakat bu tam bir sahtekarlıktır, riyakarlıktır. Müslüman halk dini, islam şeriatı ve hilafet için savaşmışlardır. Görüldüğü gibi ortada sadece Ataput tarafında bir nankörlük değil sahtekarlık bulunmaktadır. Ataputun kendisi iç anadoluyu karış karış gezmiş, tarikatlardan bile hilafet makamını, dini kurtarmak için yardım istemiştir. Halk Ataputa islamı ve hilafeti korumak istediği için inanmış, islam için savaşmıştır. Savaş kazanılınca ve Ataput devleti ele geçirince ve kendisinin dokunulmazlığını garanti altına aldıktan sonra, sırtını islama ve halka dönmüş, toplum mühendisliğine başlamış ve bunun içinde tarihi bile bizzat kendisi yalan yazmıştır. işte tarih kitabındaki ispatı.

    Istiklal Harbinin(Kurtuluş Savaşının) gayelerinden(amaçlarından) birkaçı...
    4) Zamanımız devlet ve cemaat idaresinde muvaffakıyetsizliği(başarısızlığı) vakıalarla(olaylarla) sabit olmuş olan dini esas ve kanunları, yalnız fertle mabut(Allah) arasındaki münasebetlere hasrederek(indirerek), medeni, içtimai(toplumsal) ve siyasi kanunları ve müesseseleri, Türk milletinin ihtiyaçlarına ve zamanımız hukuk ve siyaset nazariyelerine(görüşlerine) göre yenileştirmek ve bu suretle yeni Türk Devlet ve cemaatini laik prensiplere istinat ettirmek(dayandırmak);
    5) Laik bir devlet ve cemaatte yeri kalmıyan ve esasen ameli bir faidesi olmak şöyle dursun, zararları dokunmuş olan Hilafet müessesiniortadan kaldırmak;
    Tarih Dersi Kitapları 4.Cilt-Sayfa 56

    Kastamonu milletvekili Halid Bey Mecliste yapılan halifeliğin kaldırılması toplantısında söz almış ve halifeliğin aleyhinde konuşmuştur. Konuşmasında Kurtuluş Savaşında nasıl asker topladığını ve müslüman halkı nasıl asker olmaya teşvik ettiğini söyler. Neredeyse büyük subayların çoğu ve meclis üyeleri halka islam için savaşmalarını, halifeliğin kurtarılması gerektiğini söyleyerek halkı aldatmışlardır. Aldatma şöyledirki, savaştan 1 yıl sonra halifeliğin kaldırılacağını, şeriatın sona erdirileceğini halka savaş sırasında söyleselerdi hiçbir müslüman savaşmazdı. işte bu sahtekarlıktır. Kastamonu milletvekili bu "sahtekarlığı" kendisi dile getiriyor. Sözlerinin arasında sırf halkı kandırmak için şeyhleri meclise getirdiklerini söylüyor. Eğer kürsüde şöyle deseydi mesela "halkın saygısını kazanmak ve bizimde dinen vazifemizi yerine getirmek için şeyhleri getirdik, yani kendi inançlarından da bahsetseydi, evet o zaman sahtekarlıktan bahsedilemezdi. Milletvekilinin kendi sözleri şunlardır: sırf halkın duyguları içindi


    TBMM Zabıt ceridesi
    Devre ıı, Cilt 7, Sayfa
    Arkadaşlar hepimiz biliyoruzki, istiklal mücadeleleri ilan edildiği zaman halkımızın halifelik makamına olan bağlılığını dikkate alarak hepimiz, "Halifeyi kurtaracağız, şöyle yapacağız, böyle yapacağız" diye telkinlerde bulunduk. Hatta birçok şeyhleri ve alimleri Büyük Millet Meclisine getirdik. (En bilineni ve ünlüsü Said Nursidir).Bu, sırf halkın duygularına saygı içindi. Sonra arkadaşlar, ben bu istiklal savaşlarında tamamen bulundum. Askerlere bütün arkadaşlarla birlikte bu şekilde telkinlerde bulunduk. "Halifelik makamını, bütün vatanla birlikte kurtaracağız". dedik

    Kemalistlerin alay ettikleri Fesli Deli Sarıklı Mücahitler kitabında Ataput da içinde olmak üzere ayrıntılı şekilde devlet vesikalarına dayanarak yazmıştır.

    Rıza Nur'dan Ataput ve din hakkındaki alıntılar.
    Rıza Nur dine inanmayan, dini olmayan birisidir. Ankara hükümetinin kurucu takımının neredeyse çoğunun da dinle alakası olmadığını hatıratında belirtir. Yeni hükümette şeyhülislamlık kurumunun devamına herkesin karşı çıktığını belirtir. Rıza Nur daha da ileri giderek dini tümden devletten ayırma fikrini ortaya atar, fakat karşılık bulmaz. Dikkat edilirse Rıza Nura göre Ataputun henüz laiklik konusunda fikri yoktur. Rıza Nur laiklik tartışmasında Ataputun bu konuda cahil olduğunu anlatır.

    Nisan 1920 itibaren istanbul hükümeti ingilizler tarafından dağıtılır. Neredeyse aynı zamanda Ankarada Ziraat Mektebinde Ankara hükümetinin şekli üzerine müzakereler yapılır.Daha henüz bakanlıklar, bakanlar belli değildir. Devletin adı, hangi bakanlığın var olacağı kararlaştırlır. 10 kişilik müzakere heyetinde Rıza Nur'da vardır.

    "Ben şu teklifte bulundum:"hepsi iyi, ancak şu vesile ile dîni devletten ayıralım.Laik bir hükümet yapalım. bu büyük bir fırsattır, kaçırmayalım. Eğer bir itiraz olursa meşihat(şeyhülislamlık) yüksek bir mevkiidir. Burada onu ihdasa(kurmaya,teşkil etmeye) cesaret etmedik der, işin içinden çıkarız"dedim. Meşihatın(şeyhülislâmlığın) olmasına hep birden itiraz ettiler. Başta Halide(edip Adıvar) Hanım bunun uzun uzadıya muvafık olmadığını söyledi. Onun din kaygısıyla değil, bunun tedbirli bulmamamak düşüncesiyle itiraz ettiğini zannediyorum. Ikinci itiraz eden Celaleddin Arif'tir. Bu daha şiddetle itiraz etti. Bununkisi sırf din kaygusu ile idi. Celal Arif, cidden dindar bir müslümandı. Vakıa muamelat(din bilgisi) ve tatbikatta(uygulamada) asla müslümanlığı yaptığı yoktu: Gene itikadı berkemaldi(mükemmeldi). Benim de devleti asrileştirmek gâyem idi. Hakikaten benim dinim yok; fakat ben din aleyhinde değilim. Yanlız din diye cahillerin yaptıklarının, israiliyatın aleyhindeyim ve din ile devletin beraber olmasına ise şiddetle muarızım (muhalifim,karşıyım). Mustafa Kemal laik tabirinden bir şey anlamıyordu. Bu müzakerelerde bu adamın pek câhil olduğunu görmüştük. Hepsi birden teklifimi reddettiler.şeriye vekaleti(Diyanet işleri Bakanlığı)da ihdas olundu(yeni kuruldu)."

    Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3.Cilt, Altındağ Yayınevi, 1967, sayfa 614

    Aslında din gibi özel konumuz olduğu halde Ataputun genel kültür ve davranışlarına , ahlakına ayrı bir konu şimdilik ayırmadığım için burada veriyorum.

    Rıza Nur yeni hükümetteki bakanlıkları kurma aşamasında Ataputla bir kaç ay Ziraat Mektebinde beraber kalır ve onun bilgi birikimi bakımından bir intiba edinir.

    Rıza Nur tabiiki bilim adamıdır ve mesleği gereği mesela Gülhanede görevli olan Alman Doktor Witting le beraber verem hakkında müşterek bir kitap yayınlar ve bilgi birikimi bakımından Ataputtan üstündür. Ataput ise 1920lere kadar bilimle ve kitaplarla uğraşacağına askerlikle vaktini geçirmiştir. Daha doğrusu bilgi, genel kültür edinecek zaman bulamamıştır. Rıza Nurun Ataputla kendisini karşılaştırıp Ataputa cahil demesi doğaldır.

    618inci sayfada Ataputun bilgisinin fazla olmadığını, aslında cahil olduğunu belirtir. Başka bir huyunun ise eşek hayvan diye insanların arkasından hakaret ettiğini belirtir. Bunu Cemal Granda hatıratında teyit eder.

    müzakerelerde hiç malumat(bilgi) gösterdiği yok. Bazen pek saçma, câhilane şeyler de söylüyor. Ha, bu adam kara cahil. Daha fena bir şeysi var. Biri yanından gitti mi arkasından "eşek,(sansürlü kelimeler)" diyor. Ama kim olursa olsun. Demek biz de çıktıkca bizim için de kimbilir neler söylüyor.Söylediği vakit doğru, yalan bakmıyor. Ağzına geleni söylüyor...Birinden söz geçse derhal tezvir ve hakaretler ile onun aleyhinde söylüyor. demek bu adam ahlaksız, entrikacı....Mütemadiyen(devamlı) içiyor. Sabahlara kadar kör kütük sarhoş oluyor.

    Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3.Cilt, Altındağ Yayınevi, 1967, sayfa 618-619

    Bu müşahedeler(gördüklerim) ve hekim gözüyle tetkikler, bana şu fikri verdi: Bu adam mütereddi(soysuzlaşmış), ruhi habis(hırslı) ve süfli(alçak) bir insandı.

    Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3.Cilt, Altındağ Yayınevi, 1967, sayfa 620

    Yorum yok.

    Esas konumuza geri dönelim.
    23 Nisan 1920den sonra Rıza Nur maarif vekili(milli eğitim bakanı)olur.
    Aslında bilgi birikimi siyaset adamı olduğu içinde kıymeti bilinir ve Lozana gönderilir. çünkü çoğu asker olan hükümet kabinesinde doğru dürüst bir bilgili bir siysetci yoktur.
    Rıza Nur hatıratının 3.cildinin Sayfa 622, 623ında
    Ataputun Nutukunda yazdığı metinde, Nutukun 273üncü sayfasında, Ataputun meclis açılışında dine atıf yapması ve dini kullanmasını eleştirir.

    Kendisi dindar olmadığı dine inanmadığı halde bir millete dinin lazım olduğu daha iyi anlatılamaz.

    Nutukun sayfa 273 de meclisin açıldığına dair bir tamimi(genelge) var. Bütün dini ele alarak siyasete âlet etmiş. Ona sığınmıştır.Bunu kendi yazmıştır. Sonra, dini siyasete âlet etti diye patır patır adamlar asacaktır. Halbuki kendi yaptığı şey. Asıl bunda şu nokta mühimdir. Demekki bu millet dindardır. Hâlâ yine tamamiyle öyledir. Bir millet bir günde din değiştiremez. Hem bir millete din ve itikat behemehal(Her halde) lâzımdır. Böyle bir buhranda ona(dîne)sığınması onun(dînin) ne büyük kuvvet olduğunu kendi de îtiraf ediyor demektir.O halde üç beş yıldır bu adam bir düziye(devamlı) bu dîni nasıl tepeledi?!(yok etti). Ya birgün lâzım olursa, ki olacaktır, (o zaman) ne yapılacak? Bu millet harbi de din kuvvetiyle yapıyordu. Bir harb zuhurunda(meydana geldiğinde)ne olacak?..Bunun(Ataputun) işleri insana öyle zan veriyorki, bu adam Türk Milletinin düşmanıdır. çünkü ilk hamlede dînine musallat olmuştur. Din harstandır(kültürdendir). Bir milletin temel taşları harsıdır (kültürüdür).Bu adam bu ve emsali Türk harsını yıkmakla meşguldür.Bu halde haindir...

    Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3.Cilt, Altındağ Yayınevi, 1967, sayfa 622-623

    Rıza Nur kendisinin gibi çoğu subayların dini öne sürerek müslüman insanları savaşmaları için kandırdıklarını, aslında halkın zaten çaresiz olduğunu, yıldığını anlatır. Rıza Nur başka subayların yaptıkları gibi kendisini halka dindar göstermediğini, sadece halkın savaşmazsa ne olacağını anlatıp, halkı kışkırttığını anlatır.

    Harpten de yorulmuş, bitmiş, parasız, sefalette, bu haldeki bir milleti kolay kolay yeni bir harbe hazırlamak da mümkün değil. Bunun için Rumlar ile izzeti nefsini gıcıklıyoruz. "Bakkal Yorgi başınıza vali, mutasarrıf, taşcı Vasil jandarma zabiti olacak, nasıl dayanacaksınız?" Hakikaten Türk buna tahammül edemiyor. Anadolundan bu esnadaki seyahatlerimde bizzat böyle bir propaganda yaparken bu sözlerin her şeyden müessir(tesirli,etkili) olduğunu görüyordum. Aynı zamanda dini de ele alıyorduk. "Kuranı Apteshane(tuvalet) kağıdı yapacaklar. Size şapka giydirecekler" diyorduk. Bu da pek müessir(tesirli) oluyordu. Talihe bak ki, şapkayı sonunda Mustafa Kemalin eliyle giydiler!

    Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3.Cilt, Altındağ Yayınevi, 1967, sayfa 623-624

    Ali Kılıç (Istiklal mahkemeleri savcısı)anlatıyor: Meclise geldik. Bir de müezzin geldi. Müezzin ezan okudu. Meclis kapısından içeri girdiğimiz zaman atatürkün önüne sırmalı elbiseler giyinmiş bir imam dikildi. Atatürk ne istediğini sordu. Imam ellerini kaldırarak: Dua etmeden girilmez! dedi. Atatürk, Bu yurt askerin süngüsü ile kurtarıldı ve bu meclis onun gayretiyle kuruldu. Yoksa senin duanla değil! çekil oradan! dedi ve imamı eliyle iterek meclise girdi.
    Kaynak: Kemal Arıburnu, Atatürkten Anekdotlar-Anılar

    Ataputun islam hakkındaki sözleri, alıntıdır:
    "islam tarihin çöplüğüne ait bir dindar, kavgacı ruhlu bir sübyancının uydurduğu bir çoban dini, medeniyet yolunda milletimizin ayağına vurulmuş bir prangadır."
    Kaynak: orijinal kitabın adı, Mustapha Kemal Ou La Mort D'Un Empire: Le loup et le léopard Türkçesi: Mustafa kemal ve bir imparatorluğun ölümü, kurt ve leopar, yazar Jacques Benoist-Mechin, - 1 Kasım 1954

    Türkçülüğün babası Selanikli Yahudi Moiz Kohen sonrada Munis(Musa) tekin Alp in Kemalizm kitabından soyadı kanunu çıkarılması ile ilgili bir alıntı. Her ne kadar şimdi 2023 yılında söylenilen ve bu soyadı kanununun azınlık kimliklerinin gizlenmesi için çıkartıldığı iddiası varsada bu doğru değildir. çünkü devletin kendisi Yahudi dönmeleri(sabetayistler), Rum, Ermeni azınlıklar tarafından yönetiliyordu. Kim kimden kendisini gizleyecekti? Müslüman çoğunluk devletin hiçbir kademesinde zaten yer almıyordu, daha doğrusu alamıyordu ki bir itirazı olsunda bu baştaki azınlık kendisini gizlemek ihtiyacı hissetsin. Devlet ta 2000li yıllara kadar Kemalizm vesayetinin altındaydı. Soldan çarkcı güya sosyalistler, Kemalistler, Ataputcuların çoğunun söyledikleri sol hükümet 1950den beri başta değildi gibi # tam bir sahtekarlık, düzenbazlık örneğini de söylemekten geri kalmıyorlar. şimdiki insanlar bilemez eskiden bir senato vardı. Hükümetle orduyla ve halk arasında ayrı bir mecra oluşturur, Kemalizmin uygulanmasını gözetirdi. Neyse darbe yapan bütün askerler Kemalizm, laiklik adına yaptılar. Neyse yani CHP her zaman baştaydı, sadece milletin daha doğrusu müslüman halkın seçtiği muhafazakar hükümetler korkak, askerin namlu tehdidini duyduğu yetiyordu. Neyse zaten Kemalistlerin bütün hayatları, tarihleri bile yalan, uyduruk, sahtekarlıktan ibaret. Gelelim babaları Yahudi Tekin Alpa.

    'Artık 1935'teyiz. On iki senelik bir müddet zarfında, yeni Türk, kendine yeni bir ruh, yeni bir ahlak, yeni bir tarih, hatta, Allah'ı artık Tanrı diye andığı için, diyebilirim ki yeni bir Allah yaratmıştır. Türk'ün şimdi kafası başka, serpuşu başka, alfabesi başkadır. Onun şimdi, başka bir devleti, başka bir ekonomisi ve nihayet,başka bir dili vardır. Fakat, başka bir şey daha vardır ki görünürde ehemmiyetsiz olmakla beraber, bu istihalelerle yakışık almıyordu. Yeni Türk, hala teokrat olduğu zamana aid şarklı ve maziye râci ismi taşıyordu. Bu ismi Arabların Acemlerin ve bütün öteki din kardeşlerinin taşıdığı isimlerin aynı idi. Yeni kafası, yeni kültürü, yeni ruhu, binlerce senelik milli tarihe doğru ilerleyerek ırk ve kan kardeşlerine ulaşıyor,halbuki ismi,onu,binlerce senelik milli tarihine ve garb medeniyetine erişmek için kültür bakımından kendilerinden ayrıldığı müslüman milletler ailesine karıştırıyordu'.

    ALP, Tekin (1936), Kemalizm, Istanbul: Cumhuriyet matbaası. sayfa 171

    Tekin Alp önce kendisi bir kimlik arayışına girmiş, sonra bütün Yahudileri dilini ve kültürünü reddetmelerini, Güneş dil teorisiyle uydurulan bir Türkçe dilini benimsemelerini istemiş, sadece müslüman Türk vatandaşlara değil kendi Yahudi vatandaşlarına bile toplum mühendisliği yapmıştır. Yukarıda kendisinin itiraf ettiği gibi dinden ve Arapçadan arındırılmış bir toplum yaratma amacı gütmüşlerdir. Devletin bütün kurumları halkı Osmanlısızlaştırma, dinsizleştirilme, Arapçasızlaştırılma amacı gütmüş bunun için çalışmışlardır. Rıfat Balinin belirttiği gibi Tekin Alp kendi Yahudi vatandaşlarını bile başta hahamların önderliği çektiği bir şekilde ibranice yasağı koyup, asimile edilmelerini sağlamış. 10 yılda yaratılan yeni nesil eski kültürünü atmış, Arapça ve dine dayalı kelimeler konuşmayan, maddiyatı önemsemiş bir nesil yapılmaya çalışıldı. Köy enstitüleri, halkevleri vesaire her ne kadar toplumu değiştirmeye çalışsada, bu değişim şehirlerle sınırlı kaldı. Tekin Alpın sözlerine bakarsanız Türklerin medeniyete erişmesini engelleyen, kendisinin amaçladığı bu toplum mühendiliğini engelleyen Arapça kelimelermiş. Ne yazıkki işte böyle kimlik arayışının içinde bulunan ve kendisine uyduruk bir kimlik yaradan bir yahudi Tekin Alp ve onun peşinden giden yahudiler ve bu sayede zulüm içinde yaşamak zorunda kalan müslümanlar. işte Ataputun uygar medeniyet anlayışı ve halka dayatılmak istenen yarısı Batıdan devşirilmiş, yarısı uydulmuş kültür sopası. Zavallı Yahudiler ve zavallı müslüman halk. Günümüzde Yahudiler kültür bakımından neredeyse tamamen asimile edilmiş haldedirler.

    Müslümanlar ise yahudilerin aksisine şehirlerde yaşamadıkları için kültürlerini koruyabilmişlerdir. devletin sopası hamdolsun o zaman köylere kadar ulaşamıyordu. Yahudilerle Türkler arasında bir fark günümüze kadar kaldı. O da Yahudiler devleti ele geçirdiler, zengin oldular, zaten Osmanlıda da zenginlerdi, müslümanlarsa dinlerine bağlılıkları, inaçları yüzünden devletten ve paradan, makamdan alıkondular. Neyse.

    Bir başka alıntı. Bu sefer bir Yahudi Alman kökenli dergi. Almanyadan kaçan ve Ameikaya yerleşen yahudi mültecilerin aylık çıkardığı bir mecmua. Sadece New Yorkta yayınlanan gazetenin adı Almanca Aufbau, yani Türkçesi imar. bir sayfasında çıkan haber. Bu haber Ataputun dine uzak durmasını Ataputun geçmişiyle alakalı olduğunu ve Yahudi olduğunu iddia ediyor.

    Başlık:
    Türklerin babası Yahudilerin oğlumuydu?
    Metin:
    Kemal Atatürk Yahudimiydi? Onun inkilapları geçmişiyle mi ilgili? Atatürk, Yahudi olduğu içinmi Türk islamına düşman oldu? Geçmişte olduğu gibi bu Kasımda da (1999 senesi) modern Türkiyenin(onlara göre modern) Kemal Paşanın ölüm yıldönümü eski tartışmanın canlanmasına götürdü. Türk basınında 1938de ölen Kemalin tartışması, Yunanistandaki Yahudilerin merkez kültür cemaatinin dergisi olan Zahnorot ta toparlandı. Bu soru Yunan Yahudilerini de ilgilendiriyor, çünkü Ataput 1881 de Selanikte doğdu. Bir zamanlar Balkanların kudüsü olan bu şehrin(Selanik) Sultanlar zamanında üçte ikisi yahudi vatandaşlardan meydana geliyordu. Hitlerin soykırımdan sonra 3000 Yahudi burada bulunmakta.

    Dergi Zahnorota göre Kemalin ebeveynleri Dönme(Sebatayistler) cemaatine aitti. Türkçede manası din değiştirendir. Bu kişiler Selanikte çok sayıda bulunan ve 17.Yüzyılda yaşamış sahte mehdi Sebatay Sevinin tarikatındırlar. Bu kişi kendisinin islamı tanıdığını vaaz ederek, Osmanlının yüksek devlet makamlarına Yahudileri yerleştirdi. Sabetay kehanetlerine göre bir gün padişah bile kendi adamlarından biri olacaktı. Kehanette söylendiği gibi dönme bakan Cavid Paşa 2.Meşrutiyette neredeyse oraya kadar getirdi. neyse bu adam Ziyonistlerle beraber 1.dünya savaşından önce başarıyla Filistinde ilk Yahudi yerleşim yerlerinin kurulması için müzakere etti.

    Ataputun geçmişinin bu tarikata ait olduğunun mühim bir şahidi Sultanın kızı Kenize Murat ın Kemal Paşanın sarayda kaldığı zamanlardaki hatıratları. Özellikle Ataputun 3 büyük din arasında laik bir düzen kurma gayretleri ve eski islami üstünlik düzenini kaldırma gayretleri onun dönme geçmişiyle ilgilidir.

    Muhaberin adı Heinz Gstrein, Atinadan bildirmekte.

    Aufbau, 26 Kasım 1999.

    Gerçi internette yeteri kadar kapatılan camiler hakkında bilgi ve vesika mevcut, fakat bende fazla araştırmak istemeyenler için katkı yapayım.

    Aslında bunun için ayrıca mevzu açmak lazım.

    1935 yılında çıkartılan 2845 sayılı ve resmi gazetede yayınlanan kanun gereğince camiler sayılacak,sınıflandırılacak ve bu işleme giremeyen camiler ve mescidler başka amaçlar için kullanılmak üzere kapatılacaktır. Kapatılan camilerde çalışan hademeler başka görevlere tayin edileceklerdir.

    Ataputun manevi kızı olan Afet inan, Ataputun kendi el yazılarını toplamış ve vatandaşlık ve medeni bilgiler adlı kitapta 1930 yılında basılmıştır. 1963 yılında Afet inan kitaba Ataputun el yazılarını da eklemiştir. Konumuzu ilgilendiren kısmı Ataputun islama, millet kavramına, insanlık tarihine olan yerlerdir.


    1- Türk Milleti; Halk idaresi olan Cumhuriyetle idare olunur bir devlettir. 2- Türk Devleti laiktir, her reşit dinini intihapta (seçmekte) serbesttir. 3- Türk Milletinin dili Türkçedir. Türk dili, dünyada en güzel en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Sizde mukaddes Türk dili, Türk Milleti için bir hazine olun. Çünkü Türk Milleti, geçirdiği nihayetsiz hadiseler içinde, ahlakının ananelerinin hatıralarının, menfaatlerinin, elhasıl bugün, kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Çünkü dili Türk Milletinin kalbidir, zihnidir.


    9- Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk Milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türk'ler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün


    Milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu(neticeleniyordu,sonuçlanıyordu) . Bu Arap fikri ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe(tahsis etmeye, ayırmaya) mecburdular. Bununla beraber, Allah'a kendi lisanında değil Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta(duada)bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk Milleti birçok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin


    Manasını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince, karışık cahil hocalar ağzıyla, ateş ve arayı ile müthiş bir muamma halinde kalan, dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihar ettiler. Bir taraftan Araplar zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa'da, Allah kelimesinin ilahi parolası altında, Hıristiyan milletlerin idareleri altına geçtiler. Fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmetleri yaptılar


    ne onlarla birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar. Mısırda belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler. Hırkasıdır diye yalan bir palaspareyi(paçavrayı) hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular halife oldular. Gah şarka(doğuya), cenuba(güneye), gah garba(batıya) veya her tarafa saldıra saldıra Türk Milletini Allah için, peygamber için, topraklarını, menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah'a mütevekkil(güvenen) kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler, his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadetin öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide


    ve dini his millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mani olmadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın acısı duyuların tokalıyla, derhal Türk Milleti'nin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti.. Türk vicdani umumisi(geneli), derhal yüzlerce asırlık kudret ve küşayişle, büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu..? Türk'ün milli hissi, artık ocağında ateşlenmişti, artık Türk cenneti değil, eski hakiki büyük Türk cetlerimizin mukaddes miraslarının


    son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. Işte dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra. 10- Türk Milleti, milli hissi dini hisle değil, fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle muftehirdir. Vicdanında milli hissinin yanında, daima insani hissinin şerefli yerini muhafaza etmekle muftehirdir. Çünkü Türk Milleti bilir ki; bugün medeniyetin şahrahında(büyük yolunda) müstakil ve fakat, kendilerine muvazi yürüdüğü umum medeni milletlerle, keşifleri,


    Mütekabil insani ve medeni münasebet, elbette inkişafımızda devam için lazımdır. Ve yine malumdur ki, Türk milleti, her medeni millet gibi, mazinin(geçmişin) bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla medeniyet alemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet aleminin, samimi bir ailesidir.


    Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersek şöyle diyebiliriz. Türk Milleti'nin teessüsünde(meydana gelmesinde) müessir(etkili) olduğu görülen tabiri ve tarihi vakıalar şunlardır. A- Siyasi varlıkta birlik B- Dil birliği C- Yurt Birliği D- ırk ve menşe birliği E- Tarihi karabet(akrabalık) F- Ahlaki karabet(akrabalık) Türk Milletinin teşekkülünde mevcut olan bu şartlar diğer milletlerde kamilen(eksiksiz) yok gibidir. Daha umumi(genel) bir tarif yapabilmek için, diyelim ki bir cemiyete(topluma)


    Millet diyebilmek için bu şartlar aynı zamanda kamilen veya kısmen bir arada bulunmak lazımdır. Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında teşekkül etmemiş(meydana gelmemiş) olduklarına göre, Türk Milletinde yaptığımız gibi, diğer her millet ayrı olarak mütalaa edilmedikçe(incelenmedikçe), milliyet fikrini umumi ve fenni olarak tarif etmek güçtür. Çünkü; tespit ettiğimiz şartlar insanların millet halinde teşekkülüne umumiyetle yardım etmişlerdir. Fakat bu tarz teşekkülden başka adeta bu şartların tesirini kale aldırmayan


    Millet teşekküllerinde vardır. Mesela Ingilizler ile şimali Amerikalılar aynı dili konuştukları halde ayrı ayrı milletlerdir. Sonra, Isviçre'de lisanları menşeleri başka başka, üç unsur vardır, Alman, Fransız, Italyan, bunlar Isviçreli namı altında bir millet itibar edilmektedir. Cemahir(cumhuriyetler) müttehide(birleşik) de(yani Amerika birleşik devletlerinde) beyaz ırkla kırmızı derili insanlar dirsek dirseğe yaşayan Amerikalılardır. Bugün büyük asrî milletlerden olan Fransızların, ingilizlerin, muhtelif ırkların tesalübü(melezlenme) neticesi olduğu malûmdur. Alman milliyeti Napolyon'a karşı yapılan muharebelerden; Ispanya milliyeti, Mağribîlerle mücadeleden doğdu.


    Iptidai(ilkel) insanların, tabiatın her şeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. Ilk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. Iptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular(yasaklar) yaratmıştır. Memnular ve hurafeler üzerine kurulan bir çok âdetler ve anâneler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak mefhum(anlayı şı) malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi.


    Bütün bunlarla beraber, din hürriyetine, umumiyetle vicdan hürriyetine karşı taassup(körü körüne bağlılık) yükünden korunmuş mudur bunu anlayabilmek için, taassupsuzluğun ne olduğunu tetkik edelim. Çünkü bu kelimenin delalet ettiği(yol gösterdiği) manayı zihniyeti herkes kendine göre anlamaya çok meyillidir. Dini hürriyeti bir hak telakki etmeyen acaba kalmadı mı ? Vicdan hürriyetini, insan ruhunun, Allah'ın ali hüküm ve nüfuzu altında, dini hayatı idare için malik olduğu haktan ibaret

    --------------------------------------------------------------------------------

    Hasan Rıza Soyak'ın Ataput'un dinî bayramlar ve bayram tebrikleri hakkındaki kararını, 19 şubat 1931 tarihinde, Çankaya Köşkü'ne bildirdiği şifreli telgraf (Cumhurbaşkanlığı Arşivi, 04016646-51).

    Bu telgraf 2 maddeden ibaret. Birincisi 1 kanun maddesi hakkında. Bu maddenin meclis başkanı tarafından takdim edilmesi ikincisi ise Ataputun kendisine gelen dini bayram tebriklerini bundan sonra nasıl değerlendireceğine dair bir bildiridir.

    Reisicumhur Hazretleri dini bayramlara fazla mevki(yer) vermemek için vâki olan(yapılan) tebrikata(tebriklere) cevap vememeği tercih buyurmuşlardır. Kemâl-i t'âzimle(üstün saygılarla) arzederim.

    --------------------------------------------------------------------------------

    Mihrişah Valide Sultan Cami

    1930'larda caminin hemen yanında bulunan Küçüksu Kasrı, devlet büyüklerine tahsis edilince cami cemaati azalmış ve bu süreçte caminin minaresi anlaşılamayan bir sebeple yıkılmıştır. Minaresi yıkılan cami bir süre sonra Anadolu Hisarı Idman Yurdu'na tahsis edilmiştir. Ilerleyen zamanlarda bir siyasi parti(CHP) tarafından lokal ve halk evi olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1950 yılında çok partili döneme geçildikten sonra, caminin lokal olarak kullanılması vatandaşların tepkisine yol açmış ve caminin tekrar ibadete açılması için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne dilekçeler verilmiştir. Ancak değişen bir şey olmamış ve 1950'lerde, Celal Bayar'ın Küçüksu Kasrı'nda oturduğu sırada, tartışmalara son vermek için halk evi olarak kullanılan yer tamamen yıktırılmıştır.
    Tek minareli ve tek şerefeli olan bu cami, Küçüksu Cami olarak da bilinmektedir.

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Kralların ve padişahların istibdadına(diktatörlüğüne), dinler mesnet(dayanak,destek) olmuştur."
    Atatürkün El Yazıları, Medeni Bilgiler, s 30.Afet inan

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur, din dediği şey, bilinmeyen inanç manzumelerine ve sırla , karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir.
    Atatürkün El Yazıları , Medeni Bilgiler, Afet inan

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur."
    Atatürkün El Yazıları , Medeni Bilgiler, Afet inan

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkilabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız.
    Kazim Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesi, 1990, sayfa 159
    Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası; Emre Yayınları, Aralık 1991, s 165

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Türk milleti, bir kelimesinin mânâsını bilmediği halde, Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler".
    Medeni Bilgiler, Afet inan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365.

    --------------------------------------------------------------------------------

    Gazi ve Karabekir Din Konusunda Çatışıyor 10 Temmuz 1923 Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus binasında Fırka nizamnamesini müzakereden sonra, Gazi ile yalnız kalarak hasbihallere başlamıştık

    - Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdurlar, dediler. Kendisini Hilafet ve Saltanat makamına layık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan, din ve namus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla latife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce, şu izâhatı verdi:

    - Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirrnek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz! Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.
    Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası; Emre Yayınları, Aralık 1991, s 137

    Burada dikkat edilecek daha mühim bir husus vardır ki, Ataputun kendisini halka dindar göstererek sahtekarlık yapmasıdır. Hatta en yakınındaki insan olan Kazım Karabekirin bile buna inanması ve Ataputu 1923 yılına kadar dindar bir kişi olarak görmesi hayret verici bir takiye yapmış olmasını gösterir. Kendisinin dine bakış açısını yakın arkadaşlarının çoğundan gizlemiştir ve dini bir araç olarak kullanmıştır.1923 den sonra ise artık diktatörlüğünü ilan edecek safhaya geldiği için kendisini saklamayı yavaş yavaş bırakmıştır ve eski emeli olan dini yok etmek istediğini Karabekire açıklamıştır. Bazı insanlar Ataputun bu takiye taktiğini veya karakterini Sabetaylara ait olan kendini ve soyunu, sülalesini ölünceye kadar gizleme özelliğine bağlarlar. Ataputun tam olarak Sabetay olup olmadığını bilmediğimiz için benim yorumum yok. Sahtekar dediğimi eğer hakaret olarak anladıysanız o zaman halkı aldatıp sonra halkın dinini yok eden bir insanın yaptığına başka bir kelime, başka bir sıfat bulun ben de onu kullanayım. Eğer sadece aldatmak olsaydı ne âlâ, ben de aldatan derdim fakat milleti aldattıktan sonra mesela halkı din bakımından dolandırmamış ve zulmetmemiş olsaydı Ataputa mesela yalancı kelimesi yakışırdı. Fakat yalandan sonra zulmedene en azından dolandırcı denmezmi? Sahtekar aynı zamanda kendini bambaşka bir kişi olarak gösterenlere denir. Bir dolandırıcının sahtekar olmasına gerek yoktur, Bir dolandırıcı mesela şahsiyetini ve kimliğini gizlemeden de aldatır. Neyse görüyorsunuzki ben kelime bulamadım. Hadi siz bu sıfatı kendiniz bulun. Kazım Karabekirle olan konuşmasını yukarıda bir daha okuyun. Ben sahtekarlıkta kalıyorum. Zaten sayfamın adı da o yüzden sahtekar diktatör kemal. Aslında Kamal yazmam gerekiyordu, çünkü Kamal ismini kendisi değiştirdi. Fakat Ataputumuz hayatında o kadar bir değişiklik geçirdi ki, ben de en azından şu ismini sabitleyeyim dedim yoksa hiçkimse hangi adamdan bahsedildiğini anlamayacaktı.

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Muhammed'in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut değildir. Kuran sûreleri Muhammed'e açık semada peyda olmuş(meydana gelmiş) bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdi. Muhammed'in söylediği sûreler, uzun bir devirde dini düşüncelerinin ürünü olmuştur. Muhammed, bu sûrelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebi şeklini vermiştir."
    Afet Inan, Atatürkün El Yazıları, 2000'e Doğru Dergisi, 8. Sayı, s 15-16

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Natür (Tabiat) insanları üretti, onları kendisine taptırdı da…"
    Kaynak: Atatürkten Düşünceler, Derleyen: Prof. Enver Ziya)

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Çünkü mâlumdur ki, insan tabiatın mahlûkudur. "
    Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet Inan

    --------------------------------------------------------------------------------

    "insanlar ilk devirlerinde pek âcizdi. Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir hâdisenin de sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Nihâyet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte Allah'tır. Herşeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah'larından istediler. Fakat modern çağlarda insan herşeyi Allah'tan beklemedi. Ancak toplumdan bekledi. Her şeyin koruyucusu insan cemiyetidir. Bizi koruyan, refah içinde yaşatan toplumdur. "
    Kaynak: Enver Behnan şapolyo, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 1932, sayfa 305.

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Insanlar, kurtçuklar gibi sulardan çıktılar en önce… Ilk ceddimiz balıktır. Işler daha daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. "Biz maymunlarız"; düşüncelerimiz insandır. "
    Kaynak: Ruşen Eşraf Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları, sayfa 53

    --------------------------------------------------------------------------------

    19 Mayıs 1919 istanbul mitinginde Yunanların izmire çıkmalarını protesto eden çarşaflı kadınların arasında olan Halide Edip Adıvar islamı öven bir konuşma yapmıştır. Maksat halkı galeyana getirerek milli duyguları uyandırmak ve zaten başlamış olan Kuvayı milliye destek vermekti. kendisi sabetay olan Halide Edip Adıvar Kurtuluş Savaşı sırasında dini, islamı öven sözler söyleyip, islamı arkasına almıştır. Savaş bittikten sonra, 1926da, yurtdışında Vurun Kahpeye adlı romanı yazıp imamları, din adamlarını genelleme yaparak kötülemiş, hükümetin güttüğü islamı yok etme hareketine yurtdışından katılmıştır. Bütün Sabetaylar gibi takiye ve sahtekarlık yapan Halide Edip Adıvar sonradan Eğitim Bakanlığı görevini yaparken görevinin bir tanesini de kadınların örtüsünü, peçesini çıkarmak olarak yürütmüştür. General Harrington hatıralarında Halide Edip Adıvardan şöyle bahseder.

    'istanbulu terkettiğim gün Halide Hanım eğitim bakanı oldu. Halidenin çok işi vardı, bunlar kadınların (geleneksel)elbiselerini/örtülerini atmak ve yeni lisan ve eğitimle uğraşmak gibi (işlerdi).'
    orijinal metin:
    "The day ı left, she became Minister of Education in Turkey ; as such she must have had a lot to do with the unveiling of the Turkish women, and also with the new language and education."
    kaynak: Tim Harrington looks back, Sayfa 211, London

    Sahtekarlık neredeyse bütün Yahudi ve Sabetay devlet adamlarının en güzel yaptığı şeydi.

    Rıza Nurun hatıratından anlıyoruzki Amerikan Robert Kız Koleji hain yuvası mezunu olan Halide Edip yalan söyleyip araları çok iyi olan Amerikan ve ingiliz gazeteci ve subaylarını kandırıyormuş. Maarif vekili olmadığı halde kendisini maarif vekili(eğitim) bakanı olarak tanıtıyormuş. Rıza Nur, Ataputla Halide Edipin arasının açılmasının sebebini her ikisininde aynı karaktere sahip olduğuna bağlıyor. Halide Edip her konuda kendi fikrinin sorulmasını istiyor ve kendi fikrinin yapılmasını ve doğru olduğunu şiddetle savunuyormuş, aynı Ataput gibi.
    Kaynak: Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, 3.cilt Sayfa 636-637.


    Her neyse konumuz Halide Edip değil.

    Burada Kemalistlerin Rıza Nurun hatıratını kâlâ almamak gerek dediklerini duyuyor gibi oluyorum. Bakınız general Harrington salakmı? Aptalmı veya delimi? Neden Harrington Halide Edipin eğitim bakanı olduğunu yazmış. Yani harrington Halide Edipin kandırdığı kişiler arasındaymış. Peki RızaNur bunu hatıratında aynen belirtmişmi? Evet. Bu hatıratın neresi yalan? Rıza Nur hatıratında hakikatten başka yalan şeylermi yazmış? Ben bulamadım. Tek buldukları kusur Ali şükrü Beyin öldürülüşünde 1923 yılının Mart ayında sinekler cesedin üstüne gelmişmişde işte kış ayında sinek olurmuymuş. Yok işte ruh dünyası değişikmişte falan filan. Rıza Nur islamcı, dindar biriside değil, ateist bir kişi. Aslnda bizim Kemalistlerin ruh dünyasını sorgulamamız gerekir. Beyinleri morfinlenmişmidir nedir, Ataput ismini duyunca taşlaşmış bir şekilde heykelleşirler ve mantıklarını safdışı ederler. Herneyse.

    --------------------------------------------------------------------------------

    Devamı Sonraya.